Amerika’da işler çatallaşıyor. Hazine’nin Kongre’ye sunduğu 700 milyar dolarlık yardım paketi bir hayli tartışma yaratmış görünüyor. Bu arada da mali piyasalardaki tedirginlik artıyor.
Birkaç ilginç noktaya değinelim. ABD bir finansal krizin içinde ama kimse IMF’den yardım istemiyor. Kim takar IMF’yi. Zaten IMF gerçekte ABD Hazinesi’nin arka bahçesi değil mi? 2001’de biz hissetmesek de gerçek buydu. İkincisi, Hazine’nin hazırladığı yardım paketine birçokları karşı çıkıyor.
Hatta New York Borsası da sarsıldı. Ama bu eleştirilerden dolayı kimse basında linç edilmiyor. Oysa 2001’de Derviş’e karşı çıkan bakanlar bir gecede azlediliyordu. (Bugün sözde “demokrat” basın organlarında yazan kimi yazarlar o günlerde bu bakanların azledilmesi için kalemlerini yoruyordu!)
700 milyar siyasal çatışma yarattı
Yardım paketi hakkında ABD’de çıkan tartışmaları özetleyelim. Demokratlar halkın yararlanmadığı, sadece Wall Street’in (yani mali kesimin) yararlanacağı bir paketi ne adil,
ABD’de Merill Lynch ile Goldman Sachs’a mevduat yetkisi verildi. Böylece büyük yatırım bankaları neredeyse ortadan kalkmış olunca yatırım bankacılığının ABD’de sona erdiğine dair bir tartışma başladı. Gerçekten bunların kalkması gerekir miydi? Eninde sonunda Türkiye’de de olacak bu mu?
Her bankanın mevduat toplama yetkisi yoktur. Bazı bankalar (tasarrufçudan değil) piyasalardan kaynak bulur. Tabii riskleri de yükselir. Çünkü bunu sürekli yapmak zorundadır. Bu tür bankalara yatırım bankası denir.
Güçlü sermaye gerekir
Öte yandan, bu bankaların mevduat toplama yetkisi olmadığı için sermayelerinin güçlü olması gerekir. Malum, her zaman para bulamayabilirler. Yatırım bankalarının amacı uzun vadeli kredi verebilmektir.
Piyasadan uzun vadeli kaynak bulmalı ki, müşterilerine de uzun vadeyle kredi verebilsin.
Ancak son yıllarda yatırım bankaları küresel likidite bolluğu sonucu düşük olan gecelik faizlerle epeyce para buldu. Bu paraların önemli bir kısmı da çeşitli fonlara borsalara ve konut sektöründe iş
Pazartesi günü Başbakan’ın basın toplantısını dikkatle izledim. Temel olarak söyledikleri şöyle özetlenebilir:
- Yurtdışında çıkabilecek olan krizlerden sınırlı ölçüde etkileniriz. Çünkü ekonominin temelleri sağlamdır.
- Küresel dalgalanmalar sonucu ekonomide büyüme hızı 2008 yılında önceki yıla göre daha düşük olacaktır.
- Dünyada büyüme hızı düşecektir ama buna bağlı olarak ihracatta ciddi bir azalma beklenmemelidir.
- Mali disiplin de hassasiyetle sürdürülecektir. Böylece kamu borcunun milli gelire oranı 2012 yılında yüzde 30’a (Maastricht kriterlerinde olan yüzde 60’lık oranın yarısı) düşecektir.
- Gıda ve enerji fiyatlarındaki aşırı yükselme nedeniyle yükselen enflasyon 2009 yılında (aynı etmenlerin yavaşlamasıyla) düşme eğilimine girecektir.
- 2008 yılında doğrudan yabancı sermaye girişlerinde düşüş olsa da bu hiçbir biçimde 15 milyar doların altına inmeyecektir. Ticaret Yasası’ndaki
İngiltere’de öğrenciyken bir ağabeyimiz Türklerin İngilizlerden daha kuvvetli olmasını bizim daha fazla soğan yememize bağlardı. Tabloid gazetelerde bu haber çıksa buna inanan çok cahil insan olabilirdi. Hani “Helga Türk erkekleri başka dedi” gibi. Ama olimpiyatlarda soğan yemeyen her ülke bizi sollamaya devam ediyor. Aklı başında hiçbir eğitimli insan da böylesi safsatalara inanmıyor.
Cumartesi günü Türkiye’nin bir numaralı gazetesinin ekonomi sayfalarında flaş bir haber vardı: Türk bankaları krizdeki ABD bankalarına tam 10 milyar dolar para vererek yardım ediyormuş! Bunu okuyunca aklıma soğan hikâyesi geldi. Baksanıza, Türkiye ekonomisi öylesine güçlü hale gelmiş ki, artık dünyanın en büyük ekonomisine para veriyor. Allah sonumuzu hayırlı etsin.
Erdoğan’ın pişmanlığı
Bu haberden sonra Tayyip Erdoğan mutlaka pişmanlık içinde, “Keşke bol bol gazete okuyun deseydim” diyordur. Düşünsenize, öylesine güçlü bir ekonomi haline gelmişiz ki, ABD batarken Türkiye’nin
Yurtdışında işler karman çorman. Tam bir mali kriz özelliği gösteriyor. Sabah uyanır uyanmaz ilk aldığımız haber Rusya’da borsanın ne zaman açılacağının belli olmadığıydı. Sonra baktık ABD’de borsalar çökmüş.
Mali krizlerin bir özelliği domino etkisiyle güvenin sarsılmasıdır. Buna bağlı olarak paranın dolaşımı kitlenir. Güven kalmayınca kurumlar birbirlerine borç vermez ve ödemelerini gerçekleştirmez. Böyle olunca da likidite daralır, faizler hızla yükselir.
Daha da kötüsü, bireyler mali sistemden paralarını çekmeye kalkabilir. Henüz ABD’de bankalara hücum (bank-run) gözlenmiyor. Para çekilişlerinin çok sınırlı ve sadece kurumsal düzeyde kaldığı belirtiliyor.
Güven bunalımı
Öte yandan, bu hafta dünyanın belli başlı finans merkezlerinde ödeme sistemi çalışmadığı için merkez bankaları (FED, Avrupa Merkez Bankası ve İngiltere Bankası) sisteme her gün para pompalıyor. Ancak bu da çözüm olmuyor. Çünkü güven bunalımı, sistemi tıkıyor. Önce
ABD’nin koskoca kuruluşları sapır sapır dökülüyor. Citicorp sermayesinin bir kısmını Araplara satarak bugünlere yüzebildi. Bear Sterns battı. Fannie Mae ve Freddie Mac’e devlet el koydu. ABD’nin dördüncü büyük bankası Lehman Brothers çöktü. İnşallah Barclays alacak.
ABD’nin en büyük sigorta kuruluşu AIG dara düştü. FED dayanamadı, 85 milyar dolarlık bir kredi kapasitesi yarattı. İflasların ardı arkası kesilmiyor. Kuşkusuz, bütün bu gelişmeler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.
Birincisi, boşanma (decoupling) gibi safsataları bir tarafa bırakırsak, sermayeler ve ticaret bütünleşti. Sermayenin ayak basmadığı toprak neredeyse kalmadı. Kısacası Türkiye’yi ne ABD’den, ne de onun çok etkili olduğu Avrupa ekonomilerinden soyutlamak mümkün değil.
Ya giderlerse?
İkincisi, 2001 krizinden sonra Türkiye yabancı yatırımcıların en rağbet ettiği ülkelerden biri oldu. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi müthiş yatırım çekti. Kaynak sağladı. Gelen bu paraların da kimisi
Amerika’da mali piyasalar zangır zangır sallanıyor. Önce Bear Sterns battı. Sonra Fannie Mae ve Freddie Mac adlı mali kuruluşlar batmanın eşiğinden ABD’de devlet yardımıyla döndü. Meryll Lynch de batmak üzereydi ama Bank of America satın aldı.
Lehman Brothers ise satın alınmak istedi ama geç kaldı. Sonunda iflas etti. Şimdi sırada AIG var. Bu kuruluş ABD’nin en büyük sigorta şirketi. AIG’nin ardından ise daha kaç kuruluş gelecek belirsiz.
Sekiz yıl geriye gidersek (2000 Kasım’ında) Türkiye’de Demirbank likiditeye sıkışmış, çırpınıyordu. Demirbank’ın boyutu itibariyle sistemik bir rahatsızlık yaratabileceği ortadaydı.
Kaldı ki, Demirbank’tan önce el konulan başka bankalar da olmuştu. Ama o bankalar daha çok grup kredileriyle ya da diğer batık aktiflerle sarsılmıştı.
Yapılabilecekler belliydi. Birincisi, Demirbank’ın kendi kendisine batmasına göz yummaktı. Tabii bu yapılmadı. İkincisi, sınırlı ölçüde yardım etmek ve bu da çalışmazsa el koymaktı. Tabii tam destek de verilebilirdi. IMF o dönemde ikinci seçenek
Türkiye’de yanlış zamanda yanlış bir kavga başlatıldı. Bir siyasal iktidarın her ne nedenle olursa olsun medyayla bir kavga içine girmesi çok olumsuz. Bundan kim kazançlı bilemeyiz. Ama dünyada bu kadar patırtı varken finans piyasalarındaki dengelerin sarsılacağına hiç kuşku yok.
Dün dünyada gelişmiş ülkelerin hemen hepsinin borsaları aşağıda açıldı. Bu kadar mali kuruluş sıkıntı çekerken mali piyasaların coşku içinde olması elbette beklenemezdi. Mali piyasalarda komisyon oranlarıyla marjlar birden açıldı. Açıkçası, küresel bir krizin eşiğine gelindiği anlaşılıyor. Türkiye’nin de buna dikkat etmesi gerekiyor. Tabii, Başbakan ilgi alanını toparladığı takdirde..
Lehman’ın durumu
Özellikle yurtdışında bu denli büyük çöküşler yaşanırken, ülke içindeki siyasal gelişmeler elbette mali piyasalardaki tedirginliği artırıyor. Amerika’da çok önemli çalkantılar yaşanıyor. Kimileri durumu abartmayalım dese de, koskoca Lehman Bros. şirketi nalları dikmiş durumda. Bu şirket ABD’nin en