Güncel sanatta Batı’da daha önce yapılmış bir işi tekrar yapmanın bir adı da yerel içeriklendirme. Bir tür versiyon üretme. Anadolu Efes reklamının da çok geçmeden bir versiyon olduğu anlaşıldı. Batı’dan bir örneğin, Heineken reklamının bir versiyonu.
Türk versiyonunda basketçilerimizden biri zorunlu olarak klasik konserine giderken ‘eziyet’ten dem vuruyor.
Batı örneğinde böyle bir şey yok.
İtalyan kız arkadaşının babasının davet ettiği konsere giderek sevgiliyi kıramamak gibi bir kibarlık var. Klasik müziğin bir eziyet olduğu birtakım köylerin o konsere kadar o kadar eziyet çekmedikleri aslında bizim buralarda eski bir hikaye...
Anadolu Efes tam da bu hikayenin üzerine kurulmuş. Ve neredeyse bağdaş kurarak...
Sporcularımız, saatlerine bakarak, konsere daha gitmeden onu eziyetle eş tutarak toplumsal olarak yıllarca baskı altında modernleştirilmeye çalışılan bizlerin yüzleri olmayı denemişler. Kendi modernliğiyle hesaplaşan, ondan bağıra bağıra ayağa kalkarak, rock söyleyerek intikam alan kamu!
1- Çağdaş sanata bakışım, etkin bir bakıştır. Pasif değil. Düşünce sürecimi harekete geçirir. Baktığım işi tamamlar.
2- Kişisel hikayem, koleksiyonumun anahtarı hatta koleksiyonuma ipucu olabilir.
3- Modern sanat bitmiş, çağdaş sanat başlamamıştır. Çağdaş sanatı, modernle kıyaslayarak okumak mümkündür.
4- Çağdaş sanat ve aynı zamanda çağdaşlık ne utanılacak bir şeydir ne de gurur duyulacak...
5- Çağdaş sanat, inandığın zaman vardır. İnanmazsan yoktur. O halde iyi bir dindar olarak neye inandığımızı iyi bilmeliyiz. Kendi inanç sistemimizi kendi değerlerimizle oluşturmalıyız.
6- Çağdaş bir sanat işine asla tam olarak akıl ermez. Aklımızın tamamen erdiği işlerde o işi sanat kılanın ne olduğundan çok onu çağdaş kılanın ne olduğunu sormak gerekebilir.
7- Eğer bugün, şimdi üretilen her şey çağdaş sanatsa, yarın bu üretim değil çağdaş hatta çöp olabilir. Koleksiyoner bunu asla unutmamalıdır.
1970’lerde neler olup bittiğini anlatarak, ‘tarihte Türkiye çağdaş sanatı’ misyonuyla fuara katılan Maçka sanat galerisi, büyük ilgi gördü.
Satılmayan, özel bir koleksiyona ait işleriyle Nur Koçak, İspanyol gazetesi Babelia’ya kapak oldu.
Başlık “Arco’daki tutkulu Türkler”di.
Siyah ve kırmızı başlıklı 1976 tarihli işini kapakta gören Nur Koçak, çığlık attı. Sevinçten değil, İspanyollara çok kızmıştı. Kapağa taşıdıkları resmin kadrajını yanlış yerden kesmişler, resmin bütün özelliği olan siyah ve kırmızı iki iç çamaşırlı gövdenin yarattığı çarpı işaretini mahvetmişlerdi.
Nur Koçak’ın yanı sıra 1970’lerden işleriyle Maçka sanatın bir diğer kadın sanatçısı Canan Beykal’di... Beykal‘in 1979 tarihli yerleştirmesi 180 bin fiyata satılıktı. (Komşu galerideki Anselm Kiefer kadar...)
Fuarın bir Türkiyeli kadın sanatçı yıldızı da Banu Cennetoğlu’ydu.
Rodeo galerisindeki solosunda Cennetoğlu, arzu ve politikayı yan yana getirerek, imgenin hem görünen yüzü hem de bilinçaltında her ikisinin de izlerine son derece etkin, çeşitli araçlarla yanıtlar arıyordu. Özellikle içi yasak askeri bölge tozu ve toprağı dolu dildo’su Charles Esche, Paolo Colombo, Maria Lind gibi küratörlerin
Aklına her gelen fikri bir işe dönüştürmesiyle tanınan sanatçı Genco Gülan “Sihirli Fasulyeler” isimli yapıtını geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da bir gökdelenden aşağıya sallandırdı. Proje için topladığı 600 kravatı birbirine bağlayarak ürettiği iş, bir vinç yardımı ile yerden 160 metre yükseldi.
Kravatlar sadece İstanbul değil aynı zamanda Selanik Çağdaş Sanat Merkezi’nde (Contemporary Art Center of Thessaloniki) “Places of memory Fields of Vision” isimli sergi kapsamında 24 Şubat’a kadar sergileniyor. Genco Gülan’ın arzusu, kravatlarını Boğaz Köprüsü’nden de sallandırmak...
Kravatların en büyük özelliği sanatçılardan toplanmış olmaları. Gülan, toplam 2500 kravat topladığı zaman, Sisam adasını Kuşadası ile denizden birbirine bağlamak üzere, her iki ülkede, yetkililere başvuracakmış. Kravatlar, hele de yapım aşamasındaki bir gökdelenden sallandırılmış olmalarıyla, Rapunzel’in saçlarını, bir tür kurtuluşu, şehirdeki mutlu son ihtimalini anımsatmıyor mu?
Kerem Görsev’in piyanosuna ne oldu?
Kerem Görsev’in eski Steinway piyanosu bir sanat eserine dönüştü.
Eser, şu anda 44 A sanat galerisinde sergileniyor. Sanatçı Argun Okumuşoğlu, Görsev’in artık kullanmadığı, kapının
Sanatçı grev yapar mı? Yaparsa kime karşı yapar? Sanatçı iş mi yapar? Sanat ürününün iktisattaki yeri nedir? Yapıt meta mıdır? Meta olmadığı zaman varsa bu ayrım nasıl yapılacaktır?
Marx’ın manevi üretim süreci araçları dediği ile maddi üretim süreci arasında ne tür bağlar vardır?
Sanat üretiminde bir artı değer sömürüsü söz konusu olabilir mi? Sanatçılar nasıl örgütlenmelidirler? İşte bütün bu soruların hararetle sorulduğu bir dönem.
Salt İstiklal’de açılan sergi, o dönemde geçiyor.
1975 yılında başlıyor.
11 Eylül 1980 gecesi Kuşadası’nda çekilmiş bir fotoğrafla sona eriyor.
Sergi, ismini Kuşadası kültür sanat şenliğinde toplanan sanatçıların duvar resmi yapmalarına izin verilmemesi sonucu hazırladıkları pankartlardaki slogandan alıyor: Duvar resminden korkuyorlar.
ABD’li Sarai Sierra, bütün umutlarımıza rağmen ölü bulundu. Amerika’dan Türkiye’ye fotoğraf çekmek için gelmiş. Polisin hemen doğruladığı ve en başta kuşkulandığı bilgi bu oldu: Sierra, fotoğraf çekmek için geldiği Türkiye’ye neden fotoğraf makinesiz gelmişti? Tablet ve cep telefonu yeter miydi? Türkiye’nin fotoğrafla ilgili tek galerisinin kurucusu Sinem Yörük’e sordum. Yörük, bir fotoğrafçı için ne tabletin ne de cep telefonunun yeterli olmayacağı görüşünde. Amatör dahi olsa fotoğraf çekmek için hâlâ fotoğraf makinesine ihtiyaç olduğunu düşünüyor. Portre fotoğrafçısı Muhsin Akgün de Sinem Yörük’le aynı görüşü paylaşıyor: “Ben Amerika’ya fotoğraf makinesiz gitmezdim. Amatör bir fotoğrafçı olsam da gitmezdim çünkü instagram kesmez. Zaten yetmez de...” diyor.
New York’ta yaşayan fotoğraf sanatçısı Sinem Dişli ise günümüzde bir fotoğrafçının, fotoğraf makinesi taşımak zorunda olmadığını savunuyor. Fotoğrafın, bugünkü yeri üretim tekniklerinin sınırını çoktan aştığını belirtiyor. Ancak Sinem Dişli, medyanın Sierra’yı fotoğrafçı olarak adlandırmasını biraz abartılı bulduğunu ifade ediyor. Sierra’nın instagramdaki fotoğraflarını inceleyen Dişli onları, “gayet alışılagelmiş
Ahmet Hakan çok haklı. “Nâzım Hikmet 111 yaşında” yazılmasın. Yaşlı duruyor. Büyük şair yaşlanadursun, en son Silivri’de PG Art Gallery’nin sanatçılarından Kemal Tufan imzalı Nâzım Hikmet heykeli saldırıya uğradı. Heykel gece vakti kimliği belirsiz kişilerce adeta tartaklanmış. Zarar görmemiş. Heykele eşlik eden bakır borular tahrip edilmiş. Tecrübeyle sabittir. Sosyal medya sitelerinde iddia edildiği gibi, bu, heykele yapılan ne ilk ne de son ‘putkırıcı’ saldırıdır. Putkırıcılık değil, fakirliktir bu saldırının ardındaki. Uzun yıllar saldırıya uğrayan hatta çalınan bronz heykelleri, memleketimizdeki ucube düşmanlığıyla bir tuttuk. Ne var ki öyle değil. Bunun nedeni de ekonomik. Yani Marx haklı. Bakır olsun, bronz olsun, hurdada para ediyor. O yüzden vatandaş heykeli yerinden etsem de satsam diyerek heykele saldırıyor.
Birileri beni gözetle!
Ünlü mimarlık tarihçisi Uğur Tanyeli, bir söyleşimizde çok ilginç bir tespitte bulunmuştu. 1980’lerden itibaren kısıtlanan kamusal alanda ifade, iç mekâna kapanmak zorunda kalınca çareyi özel mekânı kamuya açmakta yani insanların evleriyle dekorasyon dergilerinde boy göstermesinde bulduğunu ifade etmişti. Türkiye’de dekorasyon
Geçtiğimiz pazartesi günü Ömer Uluç’un ölüm yıldönümüydü. Arter’de Canan Şenol’un işine konu olan Seher Şeniz’i o da konu olarak ele almıştı. Tam da Canan’ın yerleştirmesindeki afişlerden etkilenerek... Bu kötü basımlı, renkli fotoğraflarda yani gündelik olanda sonsuz bir değer yakalamıştı. 1980’lerin başı tarihli Ömer Uluç’un Seher Şeniz’inde evet erotizm var ama asla bakışı doyurmuyor. Seher Şeniz asla Seher Şeniz değil. Trajedisiyle tuvalde belki. Ya da daha çok hayatının hızıyla... Ama asla vücudunun eşsizliğiyle değil... Eşsiz varoluşuyla. Bu da sevgili dostum Ömer Bey’in büyük farkıydı. Ve kalıcılığının sırrı... Türkiye sanat tarihindeki en yenilikçi figüratif oydu. Çünkü figüre inanmıyor, ondan her seferinde vazgeçiyordu... Allah rahmet eylesin!
(Ömer Uluç’u anmak, onunla hasret gidermek isteyenlere www.omeruluc.com ‘u hararetle tavsiye ederim.)
Satılık pavyon var
Venedik Bienali’nin bu yıl 53’üncüsü gerçekleşiyor. Türkiye, hazirandaki bienale, İKSV’nin organizasyonuyla küratörlüğünü Emre Baykal’ın yaptığı, Ali Kazma’nın solo bir sergisiyle katılıyor. Geçtiğimiz bienale ulusal katılımda bir rekor kırıldı. 89 ülke katıldı. Bu yılın sürpriz katılımcısı ise