Güncel sanatta Batı’da daha önce yapılmış bir işi tekrar yapmanın bir adı da yerel içeriklendirme. Bir tür versiyon üretme. Anadolu Efes reklamının da çok geçmeden bir versiyon olduğu anlaşıldı. Batı’dan bir örneğin, Heineken reklamının bir versiyonu.
Türk versiyonunda basketçilerimizden biri zorunlu olarak klasik konserine giderken ‘eziyet’ten dem vuruyor.
Batı örneğinde böyle bir şey yok.
İtalyan kız arkadaşının babasının davet ettiği konsere giderek sevgiliyi kıramamak gibi bir kibarlık var. Klasik müziğin bir eziyet olduğu birtakım köylerin o konsere kadar o kadar eziyet çekmedikleri aslında bizim buralarda eski bir hikaye...
Anadolu Efes tam da bu hikayenin üzerine kurulmuş. Ve neredeyse bağdaş kurarak...
Sporcularımız, saatlerine bakarak, konsere daha gitmeden onu eziyetle eş tutarak toplumsal olarak yıllarca baskı altında modernleştirilmeye çalışılan bizlerin yüzleri olmayı denemişler. Kendi modernliğiyle hesaplaşan, ondan bağıra bağıra ayağa kalkarak, rock söyleyerek intikam alan kamu!
Oysa orijinal çok farklı. Evet, yüksek ve alçak kültürlerin çarpıştığı bir alan...
Çok önemli bir futbol maçının olduğu, İnter’le Milan’ın oynadığı akşamı, yaylı çalgılar dörtlüsünün çalacağı Boccherini’nin La Casa Del Diavolo-Şeytanın Evi senfonisini dinleyerek Mahler oditoryumunda geçirmek pek de kolay olmasa gerek...
Ama orijinal, sahnedeki yüksek’in değil de onu izleyen halkın kazandığı bir arena değil!
Maç mı Şeytan’ın Evi mi?
Orijinalde konser ancak Broadway’de bir tiyatroda görülebilecek bir müdahaleyle; dev bir projeksiyon perdesinin üzerinde yer alan yazıyla devam ediyor. Perdede beliren yazıyı okuyarak aslında her şeyin bir kurgu yani ŞAKA olduğunu başta sporcularla birlikte reklamı izleyen bizler de anlıyoruz. Diyeceğim o ki modernizmden öç almak devlet eliyle modernleştirilen toplumlara daha mahsus... Dolayısıyla onlardan “esaslı postmodernler” çıkıyor.
Güncel sanatımız bunu doğrulayacak pek çok orijinalden tamamen farklı versiyonla dolu...
Öte yandan bu reklam aracılığıyla basketçilerimiz Türkiye modernliğinin sonuçlarıyla hesaplaşmanın birer ürününe dönüşmüşler.
Gizli gizli kameraya çektik
Devlet eliyle modern, kendi kendimize postmodern olmanın bir reklam stratejisine dönüşmesini nasıl açıklamalı, emin değilim.
Hele hele bunu, aslında her şey gerçekmiş gibi, gizli kameralar tanıklık ediyormuş gibi, “belgesel”miş gibi yapmak, Batı’daki orijinaline bu anlamda da sadık kalmayarak kurguyu gerçekmiş gibi aktarmak bu versiyonun bir başka çıkmazı. Orijinalde yüzlerce gazeteci ve TV kanalı şakanın bir parçası.
Siz spadayken saçlarınızı size söylemeden başka bir şampuanla yıkadık. Sizden gizli gizli... Ama ne iyi geldi saçlarınıza bu şampuan ve saç kremi değil mi?
Sinemaya giderken size dokuz katlı gofret verdik... Sizi gizli gizli kameraya çektik.
Dayanamadınız gofretleri yediniz...
Çağımız “gösteri”lerinin ahlaksızlığı, kandırmanın alasını aslında hiç de kandırmadan yapmalarında olabilir mi?