Çiftler arasında en çok sorun yaşanan ve en tartışmalı konulardan biri de özel hayat sınırlarının nerede bittiğidir. Çiftlerin birçoğu, her şeyi paylaşmaları gerektiğini ve özel alanların evlilikte yeri olmadığını savunurken, bazı çiftler ise özellerini korumanın ilişkide saygıyı da koruduğunu düşünür.
Peki, işin sınırı nerededir? Nereden sonra işgale dönüşür, hangi sınırın altı samimiyetsizliği gösterir?
Özel hayat mı, özel alan mı?
Özel hayat, günlük kullanımımızda bireylerin aşk ve cinsel hayatını tanımlamak için kullandıkları kelimelerdir. Eh, eşler zaten bu tanımın direkt merkezinde olduğuna göre, eşlerin birbirinin dışında bir özel hayatından bahsetmek doğru olmaz.
Özel alanlar
Ancak özel alan, çocuktan büyüğe her bireyin ihtiyacıdır. Özel alanı tanımlamak için birkaç örnek vermek gerekirse;
Çiftler, birbirinin arkadaşlarını ve dostlarını doğal olarak tanır zamanla. Ancak eşimize, her ne kadar tanıdığımız kişiler de olsa, kendi arkadaşlarıyla yalnız geçirebileceği zamanları da tanımalıyız. Hepimizin arada bir kendi arkadaşlarımızla eğlenmeye, dertleşmeye ve birey olarak takılmaya ihtiyacımız var. Bu özel alanlar, ilişkimize olumlu yansıyacak ve bireysel
Efendim…..Bir bayramı daha geride bıraktık. Vatana, millete, hepimize hayırlı olsun. Kimi tatilde güneşlenerek, kimimiz büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperek geçirdik bayramı. Dinlenmek, dostları, hısım akrabayı görmek, bayram coşkusu içinde eski bayramlarla birlikte çocukluğumuzu anmak hepimize iyi geldi. Ancak bayramı güzellikleri yerine, huzursuzlukla yaşayanlar da var maalesef. Neden mi? Maalesef bayramlar bazı evlilikler için kriz dönemidir de ondan.
Kimin ailesine önce gidileceği, eğer aileler şehir dışındaysa hangi tarafın ziyaret edileceği hangi ailenin sadece telefonla kutlanacağı, bir çok çift için tartışma konusudur. Eşinin ailesine gitmemek için ayak direyenler, direnemeyip gittiğinde iki karış suratla herkesin burnundan getirenler, zaten gönülsüz gitti ya, buluttan nem kapıp “bir daha asla” yemini edenler…. Giderken alınan hediyeleri fazla bulup para için vır vır edenler, eşinin memleketine gidip sonra da neden benimle ilgilenmedin diye hesap soranlar. Hepsinin sonrasında da bayramdan
<#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment>Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONE<#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment>
Bizim büyüklerimiz eski bayramları anlata anlata bitiremez ya, hep eskiye özlemden midir, yoksa giderek değerlerimizi mi kaybediyoruz gerçekten bilmem, bizim çocukluğumuzun bayramları da bir başkaydı sanki.
Çocukluk heyecanlarımız da vardı elbette işin içinde. Ailemizin muhtemelen ihtiyaçlarımızı denk getirip aldığı bayramlıklarımız vardı mesela. Öyle her zaman her istediğimiz alınamadığı, her kıyafetin altına uygun ayakkabılarımız olamadığı için çok özeldi
Bu günlerde hemen hemen her gazetenin gündeminde Ivana ve Yurdal Sert’in ayrılık haberleri. Ben de bu konuda yazmasam olmaz dedim. Ancak habere mevzu olan şahısları tanımam, özellerinin de kimseyi ilgilendirdiğini düşünmüyorum aslında.
Yazmak isteme sebebim ise kötü ayrılıkların maalesef ünlüsünden ünsüzüne, iş adamından fabrika işçisine, sanatçısından ev hanımına, toplumun her kesiminin derdi olması. Ne gelir seviyesi ne de kültür seviyesiyle paralelliği yok bu durumun. İşler ters gitmeye başladığında maalesef insanlar kendileri olmaktan çıkıyor, ya da yanılıyorum, belki de özlerine dönüyor ve birlikte verilen mutlu aile pozları yerini savaşa bırakıyor. Bütün kirli çamaşırlar ortalığa seriliyor.
Kadın erkek ilişkisini bir tarafa bırakalım, arkadaşlık dostluk ilişkisinde bile, bazı adı konmamış kurallar vardır. Gün gelir dostluklar bitebilir, menfaatler çakışabilir, paylaşımlar tükenebilir. Ama iki dostun, en kenetli zamanlarında paylaştıkları, arkasından konuşulmaz. Zamanında inşa edilmiş güvene istinaden paylaşılan sırlar, dostluk bozulunca ortaya dökülmez. En azından delikanlılığa sığmaz.
Bir de evliliği düşünün. Daha yakın bir ilişki var mı hayatta? Ekmeğini, duanı, yatağını
<#comment>#comment>Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONEMicrosoftInternetExplorer4<#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment>
Sorun pastasını dilimlere ayırın
İlişkilerimizde, eşimiz veya partnerimizle iletişimimiz, karşılıklı etki tepkiyle gelişir. Tepkilerimiz, eşimizden aldığımız olumlu ya da olumsuz verilere göre, kar topu gibi büyür. Güzel bir dönem yaşıyor ve olumlu etkileşimde bulunuyorsak mutluluk; sorunlar yaşıyorsak sıkıntılar, karşılıklı tepkilerimizden beslenerek çoğalır.
Yaşanılan sıkıntılı ve sorunlu
<#comment>#comment>Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONEMicrosoftInternetExplorer4<#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment>
Artık bu konuyu yazmak istemiyorum. Yani kadına şiddeti.
Ama gazetelerde okuduğumuz, ana haber bültenlerinde izlediğimiz hikâyelerin ardı arkası kesilmiyor. Her gün birkaç kadın daha sevgilisi, eşi ya da aile meclisi tarafından öldürülüyor. Kulağımıza gelenler, okuduklarımız bu kadar. Bir de hiç duymadıklarımız, yaşamının da ölümünün de hiç değeri olmayanlar var. Nasıl duracak bu vahşet, bu katliam bilmiyorum.
Namus adına işlenen
<#comment>#comment>
Öyle küçük ki daha. Kocaman mavi gözlerinde, henüz çocukluktan çıkmadığını gösteren masumiyet ışıltıları hüzünle kavga ediyor. Hangisinin baskın geleceği belli değil.
Öyle küçük ki. Ama o küçük bedeninde bir senelik kötü giden bir evliliğin ağırlığını, küçücük vücudunda kendisinden de minik bir bebeği taşıyor.
Yine neredeyse kendisi kadar küçük bir çocuğa aşık(!) olmuş. Ailesi izin vermeyince kaçmış. Adı artık “koca” olan oyun arkadaşıyla beraber, onun ailesinin evine sığınmış. Ama rahat yok. Maaşını alıp kuruşu kuruşuna onlara teslim etmek, işten yorgun argın da gelse, adı “gelin” olduğu için onlara hizmet etmek zorunda.
Kocası çalışmıyor. O iki katı çalışıp, eşinin ailesinin borçlarını ödemek zorunda. Şimdi kocası askere gidecek. O tek başına eşinin ailesiyle yaşayıp onları sırtlamak zorunda. Bu arada babası hala küs kızına. Sığınacak yeri kalmamış. Zaten eşinin ailesi de kendi anne ve babasını görmesini yasaklamış. Şimdi bir de
İnsanın fikrinin olmaması kadar kötü bir şey yoktur. Bir çoğumuz uyumlu olmak adına kararı karşı tarafa bırakırız. Oysa uyumlu olmak adına kendi fikrimizden vazgeçmekle vazgeçmemek arasında ciddi bir fark vardır.
“Komedi filmine mi gidelim, korku filmine mi?”
“Fark etmez….”
Nasıl fark etmiyor? Gülmek ve korkmak arasında sizin için fark yoksa, ölmüşsünüz ağlayanınız yok demektir.
“Ne içersin?”
“Fark etmez, sen ne içersen”
Ben viski ile çay arasında karar veremedim. Senin için gerçekten fark etmez mi yani?
Çay ve ıhlamur bile bir değil ki. Tadları farklı, kokuları, renkleri farklı. Nasıl fark etmez?