<#comment>#comment>Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONEMicrosoftInternetExplorer4<#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment>
Havalar ısındı ya, hepimiz sokaklardayız. Baharı yaşamadan yaza geçmiş olmanın şaşkınlığı üzerimizde. Kiminin üzerinde askılı bluzlar, ayağında sandaletler… Kimi tedbirli montu kolunda. Ama herkes sokakta.
Gençler cıvıl cıvıl. Kalabalık gruplar halinde cafeleri kaplamışlar. Maalesef çoğunun etraf umurunda değil. Yan masada kaptırmışlar kendilerini yüksek sesle kahkahalar, birbirlerine laf atmalar. Olsun, yaz geldi ya sonunda. Bu da
Özellikle 20’li yaşlarını süren gençlerin evliliklerini gözlemlersek, neden boşanma oranlarının bu kadar yüksek olduğunu anlamak hiç de zor değil. Sanki evli değiller, evcilik oynuyorlar.”Biz” birlikteliğinden tamamen uzak, boş vakitlerinde oyun oynuyorlar gibiler. Hani oyunculardan birinin canı sıkılsa, oyunu bitirecek evine dönecek. Nitekim sonuç tam da böyle oluyor çoğu zaman.
Birbirlerinden neredeyse haberleri yok. Eşinin ne iş yaptığını, hangi semtte çalıştığını bile bilmiyorlar. Kazancı ne, işe ilgili idealleri ne? Hayattan ne bekliyor? Emekli olunca Bodrum’a mı yerleşmek istiyor, yoksa ölene kadar çalışırım mı diyor? Örneğin bir gün piyango çıksa, dünya turuna mı gitmek ister, parayı mala mülke mi yatırır? Kaç beden giyer, en çok hangi rengi sever ? Yok, bilmiyorlar. Çünkü onları birlikte geçirdikleri zaman, yani oyun oynayabildikleri ortak zamanlar ilgilendiriyor sadece. Çoğunun bütçeleri ayrı. Birbirlerinin kazançlarından bir haberler. Birlikte yemek yediklerinde herkesin
Sadece erkekler aldatmaz elbette. Kadınlar da aldatıyor. Kadınların aldatma sebepleri genelde aynı. Duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması etrafında seyrediyor, genelde benzer sebepler. Erkeklere gelince, bahaneler daha çeşitli. Klasik mazeretler de olsa, liste daha uzun. Bahane diyorum, çünkü aslına bakarsanız hiçbir sebep, bir insanın diğer insanı kandırmasına neden olmamalı. Elinden geleni yaparsın, olmuyorsa çekip gidebilmeli insan. Ya da başkasına duygu beslemeye başladıysa, açık olabilmeli. Bu da bir meziyettir. Elindekileri kaybetmeyi göze alamadığı için, gitmek yerine aldatmayı seçmenin mazereti yok aslında.
Erkek aldatmaya karar verdiğinde, birlikte olmak istediği kadına anlattıkları, genelde evdeki tablodan farklı olur. Klasik bahaneler artık hepimizin ezberinde;
“Karım beni anlamıyor. Zaten çok uzun zamandır ayrı yatıyoruz. Cinsel hayatımız kalmadı .” Ya da “Beni hiç takdir etmiyor. Zaten evde huzur yok, her gün kavga her gün kavga. Çocuklar olmasa bir gün katlanmam valla. Hele o anası yok mu, evlendiğimiz günden beri huzur vermedi
Bugün Sabah gazetesinde, tam da yan yana yer alan iki haber, hem içimizi burkuyor, hem de devletimize duymamız gereken güveni bir kere daha sorgulatıyor;
İlk haber İstanbul Eyüp’ten. Başlık, “Cici annem beni sürekli dövüyor.”
3 yaşındaki A.N.Z., komşularının küçük kızın vücudundaki morluklardan şüphelenip polise ihbar etmesi üzerine , psikologlar eşliğinde ifade vermeye alınıyor. İfadesinde cici annesinin kendisini dövdüğünü anlatan küçük kızın vücudunun tamamında morluklar ve boğazında da diş izleri tespit ediliyor. Baba durumdan bir haber, morlukların parkta olduğunu iddia eden sevgilisine inanıyor. Belli ki kızı bir yana, öz çocuğunu teslim etmekten rahatsızlık duymadığı, birlikte yaşadığı sevgilisi bir yana.
Sonuç? Çocuğunu korumaktan aciz baba ve küçük kıza şiddet uyguladığı iddia edilen sevgilisi, yavrunun şiddete maruz kaldığı tespit edilmesine rağmen, savcıdan gelecek rapor beklendiği için serbest bırakılıyor ve küçük kız da koruma altına alınarak çocuk yuvasına
Bir çok çiftin sorunu, tartışmayı başaramamak. Hatta konuşamamak. Her fikir ayrılığında, konuşmanın kavgayla bitmesi. Evet, bu ciddi bir sorun. İşte sırf bu nedenle, seanslarımda öncelikle doğru iletişim dilini anlatmaya çalışıyorum.
Hayat bu. Her zaman sorunlarımız olacak. Fikir ayrılıkları yaşayacağız. Doğru iletişim dilini kullanabiliyorsak, kavga etmeden tartışmayı başarabiliyorsak, sorun yok. Ne güzel. Problemleri medeni bir şekilde aşabiliriz demektir.
Ancak her çiftin tartışma ile ilgisi algısı farklı. Bu sebeple konu başlıklarını belirlemekte fayda var;
·En seviyeli tartışma eşinizle yaptığınız olmalı;
Öncelikle yabancı insanlara “ayıp etmemek” üzerine kurulu bir mantık yapımız var. En çok anlayışı en yakınımızdan bekleriz, öfkemizi en rahat ona sarf ederiz. Elbette beklentilerin yüksekliğinden de kaynaklanıyor bu rahatlık. Oysa, en “ayıp” etmeyeceğimiz insan eşimiz olmalı. Evet, tartışabiliriz. Sonunda anlaşırız ya da anlaşamayız. Ancak her halükarda kelimelerimizi özenle seçmeliyiz. Bugün öfkeyle söylenebilecek tek bir kötü
Bir çok insan “imza atınca ne değişecek sanki” der. Yanlış.
Birçok çift için evlilik, flört etmeye benzemez. Eğer en allı pullu hallerinizle, eskinin pastaneleri yerine bugünün kafelerinde buluşan bir çiftseniz, kaybetmemek uğruna olduğunuzdan farklı görünme oyunları oynuyorsanız, aynı eve girince dünya değişir.
Sabah saç baş darmadağın kalktığınızda çektirdiğiniz resim, daha önceleri iki dirhem bir çekirdek buluşmalarda çektirdiğiniz resme benzemez çünkü.
Evlendiğiniz adamın yatağın başucunda çorap koleksiyonu yaptığını, Afrodit gibi gördüğünüz kadının evin içinde pijamalarla dolaştığını görünce şaşırmayın. Topuklu ayakkabı giymediği zaman o kadar da zayıf görünmüyormuş değil mi?
Dibi yanan yemekler, ödeme günü unutulan faturalar, aniden ziyarete gelen aile büyükleri, traş sonrası lavabonun içinde kalan sakallar, nereye başınızı çevirseniz karşınıza çıkan her biri ayrı renkte kadın çantaları sizi şaşkına çevirmesin.
Sonra artık
Gazeteleri açmaya elim varmıyor artık. İnsanın ruhunu mutlu edecek bir tane haber olmaz mı? Hep olumlu düşünmekten bahsettiğimi bilen okurlar belki “Yeşim Hanım, nasılmış bakalım” diyecekler. Desinler, siz yine de olumlu düşünün. Ama “olumlu düşünün” den kastım oyun oynayın, gerçekleri görmeyin değil ki. Gerçeklerin farkında olun, ama mutlu olmak için yapabileceklerinize odaklanın demek. Offf neyse, konu başka yere kaydı. Anlatmaya çalıştığım şey başka.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü geçeli, henüz 1 ay oldu. Bu kutlu! günde bir çok uzman çıkıp, bu arada belirtmeliyim, BEN de DAHİL, kadın haklarından, kadınlar için yapılması gerekenlerden, günde bilmem kaç kadının şiddete maruz kaldığından bahsedip durduk. Yanlış mı söyledik. Hayır! Doğruları saydık. Ama saydık da ne oldu? Her sene aynı konuşmaları yapmak neyi değiştirdi. Değişmiş olsa zaten kadınlar gününe ne ihtiyaç olur. Kadının korunmaya ihtiyacı olmadığı gün gelse de şu kadınlar gününü iptal etsek. Erkeğin
Sorumluluk duygusu olmadan ilişki olmaz. Hiçbir şey olmaz. İlişki yaşıyorsak eğer sorumluluk anlayışımız olacak, fedakârlıklarımız, etik değerlerimiz olacak. Olmazsa hayal kırıklığı, yaralanmalar kaçınılmaz….
Artık aksi daha sık yaşanıyor olsa da, sıklıkla alışık olduğumuz, en azından bu yazının konusu, gözü dışarıda olan erkekler. Bir ilişki de yaşıyor olsalar, evli de olsalar, gözü dışarıda olan, sanki avcı misali av peşinde koşan, fırsat kollayan erkekler.
Sebepler türlü türlü….. Örneğin;
Örneğin sorumluluk almayı öğrenememiş olmaları.
Bir türlü büyüyememeleri. Annelerinin “canı çekerse Allah korusun, bir yeri şişer” korkusuyla her istediklerini önlerine koyarak yetiştirmesinin lüksünü kaybetmemek için büyümeyi reddetmeleri.
“Erkek adam çapkınlık yapar” hikayeleri ile büyütülmüş, hayatta en büyük başarının birlikte olunan kadın sayısının çokluğu olduğu zannıyla yetiştirilmiş olmaları.
Aslında kendi içlerinde değer duygusundan, öz güvenden