Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONEMicrosoftInternetExplorer4
Doğum sonrası dönem, bir çok çift için çok özel ve güzel, bazı çiftler için ise zor bir dönemdir. Hele ikinci çocuğun doğumu bazı evliliklerde deprem etkisi yaratır. Dünyanın en güzel duygusu olan çocuk sahibi olmak maalesef bazı evliliklerde sebep değil elbette ama mazeret haline
Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONE
Karşımda oturan bayan danışanım, yarı suçluluk yarı şikayet dolu bakışlarla bana bakarken son zamanlarda bu evlilik profiliyle ne kadar sık karşılaştığımı düşünüyorum. Maalesef sadece onaylandığını hissetmek, evliliğini bitirmeye hakkı olduğunu duymak için gelmiş. Yanlışını düzeltmek ve evliliğini kurtarmak için değil. Duyguları çabalayacağı noktayı aşmış
Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONEMicrosoftInternetExplorer4
Bizim toplumumuzda erkekler için kurallar farklıdır. Delikanlılık eğitimi küçükten başlar;
“Erkek adam ağlamaz.”
Biz de karşımızda zırıl zırıl ağlayan erkekler görmekten pek hazzetmeyiz zaten.
“Erkek dediğin korkmaz.”
Bir de “Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır “ tarzında özlü (!) bir
Arkadaşım evleneli henüz birkaç ay oldu. Bu ikinci evliliği. İlk evliliğinden artık delikanlı sayılabilecek bir oğlu var. İlk eşinden boşandığında oğlu henüz bebek sayılacak yaştaymış. Belki de baba özlemi çektiğinden, annesinin evliliğini çok destekledi. Arkadaşım da gönül rahatlığıyla, yine ikinci evliliğini yapan ve ilk evliliğinden bir çocuğu olan bir beyle hayatını birleştirdi.
İnce eleyip sık dokuyarak aldığı evlilik kararından sonra birlikte yaşam başladı. Ancak arkadaşımın endişeleri çok derinlerdeymiş meğer. Bu defa hiç bitmesin diye başladığı evliliğinde, doğru adımları atma kaygısı öyle bir baskı oluşturmuş ki üzerinde, ilişkinin keyfini ve doğallığını yaşamak yerine kaygılar ve suni davranışlarla dolmuş hayatı.
Arkadaşım titiz ve düzenli bir kızdır. Fakat evlendi evleneli bir haller oldu kızcağıza. Elinden temizlik bezi düşmüyor desem yeri var. Evin içinde sürekli ayakta, bir o tarafı bir bu tarafı kontrol edip duruyor toz var mı diye. Onun bu tedirgin ve kendisine aşırı yüklenen hali dikkatimi çekince soruyorum. Eşinin ilk evliliğinde boşanma sebeplerinden biri buymuş meğer. Eski karısı fazla dağınık ve umursamazmış. Kariyerine odaklandığı için evle çok ilgilenmezmiş.
<#comment>#comment>Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONEMicrosoftInternetExplorer4<#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment><#comment>#comment>
Tatil herkes için umut demektir. Hepimiz dinlenmek, eğlenmek ve iyi vakit geçirmek arzusuyla zamanını gözleriz tatilin. Dinlenmek beklentisinde olanlar sessiz sakin ortamlar için planlar yaparken, eğlence beklentisinde olanlar, özellikle gece hayatının daha ön planda olduğu yerleri seçerler. Ne de olsa hepimiz tatilin çok iyi geçmesini arzu ederiz ki, bir dahaki tatile kadar enerjimiz olsun.
Bir de ilişkilerinde sorun yaşayan ve tüm
Eşinizi ne kadar iyi tanıyorsunuz?
Herkesin bu konuda olumlu cevap verdiğinden eminim. Hepimiz eşimizi çok çok iyi tanıdığımıza inanırız. Birkaç senelik de evli olsak, gümüş yılı devirmiş de olsak ve hatta çiçeği burnunda nişanlı da olsak eşimizi çok iyi tanıdığımız inancıyla hareket ederiz. Ve maalesef çoğu zaman bu durum bizi yanıltır.
Bir evlilik düşünün ki yirmi beş seneyi, üç çocukla geride bırakmış. Neredeyse çocukların evlilik yaşı gelmiş. Elbette yaşanmışlıklar ve paylaşımlar çok fazla. Eşler birbirini neredeyse ezbere bilir ve bakışından anlar ne demek istediğini. Çoğu evlilik için de bu bakış açısı rutinlik getirir. Keşfedilecek bir şey kalmamış, tüm çocukluk anıları en az üçer beşer kere dinlenilmiş. Akrabalar artık birbirine karışmış. Teyzeler, halalar artık ortak olmuş. Fakat eşinizi anlatır mısınız dediğimizde, hala ilk günlerin tespitleriyle aktarılıyor her şey. Örneğin “çok çabuk sinirlenir” diyor kadın eşi için. “ Nelere çabuk sinirlenir” sorusuna
“Biz olmak” , çok karıştırılan bir kavram. İlişkileri ve evlilikleri sürdürebilmek için “ben” bencilliğinden vazgeçmek ve “biz “olmayı öğrenmek gerek. Ancak “biz” olmaya çalışırken “ben”ler bir kenarda bırakıldığında, ortaya sağlıksız beraberlikler çıkıyor maalesef.
Etrafınızda izlemişsinizdir sanki tek yumurta ikiziymiş gibi her şeyi beraber yapmayı özellikle evliliğin mecburiyeti olarak gören çiftler vardır. Aynı saatte uyumak ve uyanmak, aynı zamanda aynı mekanda olmak, sanki mecburiyettir onlar için. Tek başlarına aile ziyaretleri, çocukluk arkadaşı bile olsa dostlarla ayrı görüşmeleri “yasaktır”. Kuralların ve yasakların arasında bir dünya kurmaya çalışırlar. Mutlu ilişkinin ilk kuralının bu olduğunu varsayarlar. Sanki evlilikten önce hiç hayatları olmamış gibi, kendi zevkleri, sevdikleri ve sevmedikleri yokmuş gibi…
Elbette ilişkiler uyum gerektirir. Bazen sırf eşimizi mutlu etmek için fedakarlıklar yapmak, canımız hiç çekmese de aile meclislerinde eşimizin
İngiltere’de 8 yaşındaki çocuğuna botoks yaptıran annenin haberini okumuşsunuzdur. Güzellik yarışmasına hazırlıyormuş çocuğunu. Özrü kabahatinden büyük lafı, böyle durumlar için söylenmiş herhalde.
Bu haber şüphesiz uç bir örnek ama etrafımızda gördüğümüz örnekler de azımsanmayacak kadar tehlikeli geliyor bana. Küçük kızların doğum günü partilerine bir göz atın yeter.
4 yaşında bir kız çocuğunun doğum günü partisine gidip, kendinizi bir genç kız partisinde hissetmeniz mümkün artık. Bebek kokusunu hala taşıyan o güzelim yavruların, ayaklarında minik topuklu ayakkabılarla yürümekte zorlandığını, yüzlerinin sim ve makyajdan parladığını, giydikleri tuvaletlerin eteklerine takılıp düşe kalka yürüdüklerini izlemek imkansız değil.
Makyajla yüzlerinin güzelliği kapanmış, annesi gibi olmaya heveslenmiş, üzerlerindeki ağır elbiselerle oyun oynamaya çalışan, erken büyüyen çocuklar onlar. Nihayetinde çocuk işte, arkadaşı