Efendim…..Bir bayramı daha geride bıraktık. Vatana, millete, hepimize hayırlı olsun. Kimi tatilde güneşlenerek, kimimiz büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperek geçirdik bayramı. Dinlenmek, dostları, hısım akrabayı görmek, bayram coşkusu içinde eski bayramlarla birlikte çocukluğumuzu anmak hepimize iyi geldi. Ancak bayramı güzellikleri yerine, huzursuzlukla yaşayanlar da var maalesef. Neden mi? Maalesef bayramlar bazı evlilikler için kriz dönemidir de ondan.
Kimin ailesine önce gidileceği, eğer aileler şehir dışındaysa hangi tarafın ziyaret edileceği hangi ailenin sadece telefonla kutlanacağı, bir çok çift için tartışma konusudur. Eşinin ailesine gitmemek için ayak direyenler, direnemeyip gittiğinde iki karış suratla herkesin burnundan getirenler, zaten gönülsüz gitti ya, buluttan nem kapıp “bir daha asla” yemini edenler…. Giderken alınan hediyeleri fazla bulup para için vır vır edenler, eşinin memleketine gidip sonra da neden benimle ilgilenmedin diye hesap soranlar. Hepsinin sonrasında da bayramdan geriye kalan kırgınlıklar, huzursuzluklar…
İnsanların özel hayatlarıyla ilgili hırslarını yorucu ve gereksiz buluyorum. Bencillik ve hırs birleştiğinde önce kişinin kendisine sonra evliliğine sonra da tüm yakınlara yayılıyor huzursuzluk. Oysa aile birliği paylaşım ve esneklik gerek.
Evlilik tıpkı bir masanın dengesini gerektirir. İki ayağı eşler kabul edersek bir diğer ayak kadının, dördüncü ayak da erkeğin ailesidir. Ayaklarından biri eksik hatta kısa olsa, masanın dengede duramayacağı gibi evliliğin de dengesi bozulur.
Öncelikle birlikte geçirilen vakitlerin, güler yüzle yapılan ziyaretlerin evliliğe iyi geleceğini unutmamak gerek. Üstelik mutluluk bulaşıcıdır. Etrafımızdan aldığımız memnuniyet ve mutluluk mutlaka bize yansıyacaktır. Karşıdan beklemek yerine önce vermenin erdemini anladığımızda dengeyi kurmak hiç de zor değil.