Ülkemizde 2009 yılında bir küçülme yaşanacağı belliydi. Ekonomistlerin hemen hepsi bu gelişmeyi öngörebilmişti. Ama, küçülmenin bu denli büyük olması, Merkez Bankası haricindeki bürokratik yapı ve siyasilerin yanlış kararları nedeniyle oldu. Merkez Bankası, yaptığı faiz indirimleri ve piyasayı fonlama politikalarıyla küçülmenin daha da derin olmasını engelledi. Yatırımcıları korkutan, sağılanları yeniden sağmaya yönelik vergi politikası, yeni yatırımları cesaretlendiremedi. Bankaların özel sektöre daha fazla kredi vermeleri de sağlanamadı. Sermaye piyasalarında, korkunun yerini yenilik alamadı. Yabancı yatırımcı da gelmeyince, dibi bulduk. Yaşanılanlar, artık bizim yerli sanayiden vazgeçtiğimizin ve yabancılara bel bağladığımızın açık bir göstergesi sayılır.
Dünya merkez bankalarınca sürdürülen düşük faiz politikaları, piyasalara ucuz ve bol likidite sağladı. Buna, beklentilerdeki yükselen eğilim de eklenince, tüm dünyada borsa endeksleri yükseltiyor ve düşük faiz politikaları sürdükçe, bu “boğa piyasası” devam edecek.
İthalat hızlı artıyor
ABD ekonomisi, Avrupa’ya göre çok daha hızlı bir biçimde krizden çıkacak. Yunanistan, Portekiz, İrlanda ve İspanya ekonomilerinde beliren
Üniversite öğrencilerimizin bilgi ve dünyayı algılama seviyeleri yeterli değil. Anlaşılan hâlâ, “komplo teorileri” ve “uç ideolojiler” öğrencilerimizi etki altına almış vaziyette. Geçen hafta, bir üniversitenin öğrencileri kendilerini bilgilendirmek üzere üniversitelerine gelen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı’na yumurta attılar. Ayıp ettiler. Bağımsız BDDK sayesinde, binlerce kişi çalıştıran, her işlemi didik didik denetlenen bankacılık sektörümüz, dünyanın en güvenilir bankacılık sistemlerinden birine sahip oldu. Bu yüzden de, global kriz ülkemizde nispeten daha az hissedildi ve krizden ilk çıkacak ülkelerden biri biz olduk.
Tabii ki, BDDK’nın münferit işlemleri eleştirilebilir. Örneğin ben, BDDK’nın bankaların uzun vadeli bono çıkarmalarına neden karşı çıktığını anlayamıyorum. Eğer bu konuda bazı bankalar için sıkıntı varsa, o bankalar için kısıtlama getirilebilir. Yoksa, uzun vadeli borçlanma, vade uyuşmazlığı(maturity mismatch) nedeniyle oluşan riskleri azaltıyor. Bankaların uzun vadeli kredi verebilmeleri, aslında uzun vadeli borçlanabilmelerine bağlı. BDDK’nın piyasanın gelişmesini engelleyici değil, teşvik edici bir rol üstlenmesi lazım.
SPK da
Ocak 2004 sonrasında kamu hastanelerinin Sağlık Bakanlığı bünyesinde toplanması, başlı başına bir devrimdi. Şubat 2005’te tüm sağlık tesisleri ve serbest eczaneler, SSK mensuplarının kullanımına açıldı. Mayıs 2005’te yeşil kartlıların ayakta tedavide de ilaç alabilmeleri uygulaması başlatıldı. Haziran 2007’de özel sağlık kuruluşlarından hizmet alımları yaygınlaştı. Artık, sağlık hizmetlerine erişim ve kurallar açısından tüm nüfus neredeyse eşit sayılabilecek haklara sahipti. Bunlara ek olarak, sağlık ocakları ve ana sağlık merkezlerinde poliklinik imkânlar arttırıldı. Bu iktidar döneminde:
- Yatarak tedavi oranı % 7.9’dan
% 10.6’ya; aşılama oranı % 78’den
% 90’a; doktora müracaat oranı
% 2.6’dan % 4.6’ya çıktı.
- Yaşam süresi 71 yıldan 72 yıla çıkarken, bebek ölümü oranı % 0.29’dan % 0.22’ye düştü.
- Hizmetten memnuniyet, % 39’dan % 63’e yükseldi.
Global krizin bir büyük dalgasının daha yolda olduğu yönünde söylentiler var. Hatta, bu konuda tanınmış iktisatçıların bazılarının öngörüsü bulunuyor. Görüşler daha çok Avrupa Birliği’ne(AB) dahil ülkelerin ekonomileriyle ilgili. AB’ye dahil ülkelerde önümüzdeki günlerde dev birkaç bankaya el konulabileceği dillendiriliyor.
AB’deki gelişmeler ne olursa olsun, yaşanılan global krize yakın bir kriz yaşanabileceğini zannetmiyorum. Global krizin başlangıcından beri AB, kriz karşısında yeterli tedbir alamadı. AB ülkeleri arasında, ekonomi yönetimi, şeffaflık, benzer veriler üretilmesi, denetim gibi konularda otorite boşlukları var. Bu nedenle de, global krizin etkileri bu bölgeye gecikerek yansıdı.
Global krizin başlangıcında olduğu gibi bitişinde de inişli çıkışlı ama iyileşme yönünde bir grafikle karşılaşacağız. Dünya ekonomileri gittikçe düzeliyor. AB’de düzelme biraz daha geç olacak. Bu sırada, bazı çürük halkalar ayıklanabilecek.
Ülkemizle ilgili ciddi bir sıkıntının ortaya çıkabileceğini öngörmüyorum. Doğal olarak, AB’deki sıkıntı bize de olumsuz biçimde yansıyacaktır. Ama, bizde işler giderek düzelecek. Biz, önümüzdeki her ay daha iyi bir ekonomik tabloyla karşılaşacağız.
Yu
Bursaspor, muhtemelen bu yıl şampiyon olacak. Bir Anadolu takımının, üstelik en büyük ve sanayisi gelişmiş şehirlerimiz arasında yer alan Bursa ilimizin takımının şampiyon olması, hepimiz için gurur kaynağıdır. Antrenörünün ve bazı oyuncularının bir tarikata mensup olmaları nedeniyle takımın iktidar tarafından kollandığı iddiaları da beni alakadar etmiyor.
Benim anlamadığım:
1. Bursa’nın, oynamadığı maçta nasıl 3-0 galip ilan edildiği,
2. Bu haksız kazanımın, Bursa tarafından nasıl kabul edildiği,
3. Devletin bile baş edemediği bir terör örgütünün çıkardığı kargaşanın hesabının, neden Diyarbakırspor’un üzerine yıkıldığı,
4. Daha önce Bursa’daki maçta atılan sloganlar ve olaylar için neden benzer duyarlılığın gösterilmediği,
5. Bundan sonra mutlaka galibiyet ihtiyacı olan takımların deplasmanda oynayacakları maçlarda birkaç fanatik tutup sahaya salmaları halinde, otomatik 3-0 galip ilan edilip edilmeyecekleri.
Global ekonomik kriz sırasında, şirketler beklemedikleri durumlarla karşılaştılar. Krizin etkileri azalmaya başlayınca da “Kriz karşısında ne yapılmalı?” veya “Kapitalizmin sonu mu?” gibi kitaplar yayımlandı. “En Kötü Senaryoda Nasıl Ayakta Kalınır? (The Worst-Case Scenario/Business Survival Guide)” isimli kitap da bunlardan biri. Kitapta;
- İşçilerinin ücretlerini ödeyemeyen bir şirketin sahibiyseniz ne yapmalısınız?
- Bu durumda en kısa yoldan nasıl para bulursunuz?
- Bankalardan aldığınız kredileri nasıl yeniden yapılandırırsınız?
- İşçilerin darbe hazırlıklarına karşı neler yapabilirsiniz?
- Kriz anında önceliklerinizi nasıl belirlemelisiniz?
- Talebin olmadığı bir piyasada malınızı nasıl satabilirsiniz?
Ekonomiden Sorumlu Bakan Babacan, IMF ile ayrılığın nedenini “Gelecekle ilgili projeksiyonlar konusunda bakış açımızdaki farklılıktan kaynaklandı” diye açıkladı. Bu açıklamanın ne demek olduğunu ise açıklamadı. “Açıklamamak” bu dönemdeki yöneticilerin genel tavrı. Genelkurmay Başkanı da “elimde bilgi var” demiş ama açıklamamıştı. IMF de bu takiyeci tavırdan bıkmış olmalı ki, ipleri kopardı. İnşallah, IMF’nin bu tavrı ABD’nin bu hükümetten vazgeçtiği anlamına gelmiyordur.
IMF’nin neden gittiğine medya birkaç açıklama getirdi:
- AK Parti yandaş belediye idarelerine Hazine’den para verecek, bu para seçimde oy satın almak için kullanılacaktı. Belediyeler, seçmene yalnız maddi yardım yapmıyor; bazılarına nakit para da veriyor. IMF, işte buna karşı çıktı. Birkaç hafta önce açıkladığım gibi, belediyeler parayı alıp geri ödemiyorlar ya da belediyelere Hazine garantisi ile kredi bulunuyor, vadesi gelince de bu paranın geri ödenmesi, krediye garantör olan Hazine tarafından yapılıyor. Ayrıca, belediyelerin harcaması arttıkça, çanağa giren para da artıyor.
- IMF, gelir idaresinin özelleştirilmesini istiyor. Hükümet istemiyor. Çünkü, “vergi tarhı ve denetimi” işi, AK Parti yandaşı olmayan
Sayın Başbakan “İşsizlik sorununa çözüm üreten varsa söylesin, uygulayalım” demişti. Durmadan yazıp çiziyoruz. Ama, bizler Başbakan’a ulaşabilenler arasında yer alamadığımız için, yazılanlar çizilenler gazete sayfalarında kalıyor. Başbakan’a ulaşabilenler ise, ya bizim söylediklerimizi anlatmıyorlar ya da anlayamıyorlar. Sonuç, düzelen ekonomik göstergelere rağmen gittikçe artan işsizlik.
Sayın Bakan “Faizden para kazanma devri bitti” demişti. Bitmedi, aslında. Faiz oranı düştü ama global likidite arttığı için borç verilen para arttı. Ödenen faizlerin miktarı artıyor. Hazine’nin borçları da ödediği faiz miktarı da yükseldi. Belki, bizler için faizden para kazanma olasılığı azaldı ama yabancılar için azalmadı. Yani, değişen bir şey yok. Ne de olsa faiz, kapitalist tokatlamanın vazgeçilmezidir. Ülkelerin ve sınıfları “kurallara uygun” tokatlama aracıdır. Bazen, oyun değişir. Faizin yerini kur veya borsa alır. Sonra, yeniden sıra faize gelir. Önemli olan, borç almaktan kurtulup, borç verebilenler arasına girebilmektir. Daha önemlisi, ülkede üretimi artırmak, ekonomiyi büyütmektir. Bir ülkede işsizlik yüksekse, hiçbir şey iyi değildir.
Önümüzdeki yıllarda, gelişmiş ekonomilerin