Lawrence Rosen, The American Interest dergisinde, Arap ve Müslüman ülkelerinde rüşvetin neden çok yaygın olduğunu inceliyor. Rosen’a göre, “Allah günahlarını saklayanı sever” diyen bir Arap atasözü her şeyi açıklıyor.
İçkisini gizli bir dolapta saklayan bir Arap, şişe başkalarınca görülmediği sürece yasalar karşısında suçlu sayılmıyor. Yine, zina yapan bir kişi en az 4 şahit tarafından görülmedikçe suçlanamıyor. Kısacası, şahitleri susturabildikçe veya onlara da pay verdikçe zenginler için her şey mübah. Aslında, Müslümanlardaki “takiyye geleneği” de, “günahını saklamak” alışkanlığının bir parçası.
“Rüşvet” kelimesinin köken anlamı “bir kuyudan su çıkarmakta olan ahşap kovanın etrafından taşan su.” Yani rüşvet, boşa gidecek olan suyu almaktan başka bir şey değil. Zaten, Kur’an’da bir spor, maç veya oyun sonrası elde edilecek “gelir”in paylaşılmasının inananları koruyacağını söyleyen sureler var. Bu durumun bir sonucu olarak, gelir paylaşımının bir parçası olan tarikat üyeleri, birbirlerini destekliyor ve dışarıya sır vermiyorlar. Getiriyi “çanak”ta biriktirme alışkanlığı da bu anlayışın bir parçası. (Bizdeki “kömür vererek oy toplama” davranışı da bir çeşit “geliri paylaşmak”
Tarih boyunca, devletlerin aldığı kararlar savaşların sonucunu ve tarihin akışını değiştirdi. Liderlerin ve komutanların aldıkları kararlar farklı olsaydı, devletlerin ve savaşların kaderi değişebilirdi. Robert Cowley, “What If?” isimli kitabında, farklı kararlar alınsaydı tarihin nasıl değişebileceğini inceliyor. Kitaptaki her tarihi olay, tanınmış tarihçiler tarafından değerlendirilmiş.
Bunlardan, bizim için de ilginç olan var:
- Tarihçilere göre, İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler Türkiye’yi kendi tarafında savaşa sokabilseydi, Sovyet Rusya’ya saldırması gerekmeyecekti. Bu durumda, Moskova bozgunu yaşanmayacak ve İkinci Dünya Savaşı’nın galibi Almanya olacaktı. “Barbarossa” adıyla anılan, 1941’de Rusya’ya yapılan saldırının önemli amacı, Kafkas ve Ortadoğu petrollerine ulaşmaktı. Tarihçiler, Türkiye’nin Almanya tarafında savaşa girmesi yerine, Almanya’nın Rusya’yı bırakıp Türkiye’ye saldırması halinde de aynı sonuca ulaşılacağını savunuyor. Almanya, Kuzey Afrika ve Kıbrıs üzerinden, sadece 38.000 askeri olan ve hava gücü bulunmayan Suriye ve Lübnan’a girerek Musul, Kerkük ve Abadan dahil tüm Ortadoğu petrollerini ele geçirebilecekti. Rusya’nın Hazar Denizi kıyılarındaki petrol
Ekonomide “ne yaparsan yap, doğru olur” devri sürüyor. Sıcak para girişi ve Merkez Bankası döviz rezervleri bol olunca:
- Merkez Bankası dövizi miktarını ve değerini umursamaksızın, para politikasını yürütebiliyor. TL’yi bastığı için de her şeye hâkim. Hata yapsa bile sistem hatayı kaldırıyor.
- Küreselleşme ile uluslararası yatırımların artması sonucu giren bol yabancı sermaye sayesinde, rahatça özelleştirme yapılabiliyor; bütçe açıkları kontrol edilebiliyor. Harcama ve vergi konusunda hatalar yapılsa da hatanın önemi kalmıyor; sistem hataları gizliyor.
- BDDK’nın hata yapması olanaksız. Çünkü, bankacılıkta kriz yok; yönetilmesi gereken bir durum yok. Sıkıntı olmayınca hata da yapılmamış oluyor. Tabii ki, eleştiri kabul etmez, her türlü detayla ilgilenir; çünkü, yaptığı hiçbir şey yanlış değil.
- TMSF, el koyduğu şirketleri nasıl yönetiyor? Elde ettiği paraları nasıl harcıyor? Yöneticiler, kurum avukatlarını özel davalarında kullanıyorlar mı? Soran yok. Eleştirebilen de yok. Ekonomide işler iyi gittiği sürece de yapılanların yanlış olamayacağı, “tüyü bitmemiş yetimin hakkı”nın iyi korunduğu düşünülüyor.
- SPK ve Borsa iyi idare ediliyor ama iyi yönetilemiyor. Çünkü, yenilik
Global krizden çıkış sırasında, ekonomi yönetimleri ve
merkez bankaları aşağıdaki tedbirleri alıyorlar:
- BDDK, Merkez Bankası, SPK ve TMSF gibi sistemi denetleyen ama genellikle birbirlerini çekemeyen kurumların işbirliği içinde çalışmalarının sağlanması.
- Sistemik risklerin azaltılması için, mali kurumların sermaye ve likidite rasyolarının sürekli kontrol altında tutulması. Krizden çıkış sırasında, bu rasyoların yüksek tutulması gerekiyor.
- Mali sistemler arasında bir örneklilik sağlanması amacıyla uluslararası işbirliğinin yoğunlaştırılması.
- TMSF benzeri kurumların ciddi krizlerde bir işe yaramadığı anlaşıldı. Bu kurumların fonları büyük krizler sırasında yetmiyor ve Hazine kaynağına başvurmak zorunda kalıyorlar. Bu nedenle, bu kurumların merkez bankalarına bağlanmaları düşünülüyor.
- Piyasaların ve piyasa aktörlerinin çok daha şeffaf çalışmasının sağlanması.
Merkez Bankamız krizden çıkış stratejimizi açıkladı. Açıklama, önceki ve şimdiki parasal istikrarı sürdürmek üzere kurgulanmış. Açıklamada sadece ekonomistlerin anlayabileceği, siyasetçilerin ise hürmet edeceği bir dil kullanılmış.
Açıklamada dikkatimi çeken noktalar var:
- Merkez Bankamız, yabancı para ve Türk Lirası kanuni karşılık oranlarını zaman içinde artırmak istiyor. Bana göre, karşılıkları arttırmak yerine, azaltmayı düşünmek lazım. Özellikle, Türk Lirası karşılıklarının oranı da toplam stoku da yavaş yavaş düşürülmeli. Çünkü, yüksek karşılık oranları nedeniyle, bankalar kredi faizlerini yüksek tutmak zorunda kalıyorlar. Piyasadan likidite çekilmesi başka biçimde de sağlanabilir.
-Dünyadaki merkez bankalarının bazıları da “krizden çıkış” stratejilerini açıkladı. Stratejiler, bizimkinden çok daha küresel bir bakış açısı ile hazırlanmış. Örneğin, ABD dolarının dünya ticaretindeki ağırlığının ne olacağı, diğer gelişmekte olan ülkelere bakarak ülkelerindeki büyümenin hangi oranlarda gerçekleşebileceği, % 1’lik bir ilave büyüme için yaklaşık ne kadar likiditeye ihtiyaç olduğu, ABD ve AB’deki ekonomik sorunların krizden çıkışı nasıl etkileyeceği, işsizlik sorununun çözümünde
İsrail, İran’ın atom silahı edinmesi halinde Ortadoğu’daki yerleşimini sürdüremeyeceğini biliyor. Bu nedenle, bir an önce İran’daki nükleer tesislerin yok edilmesini istiyor. ABD ise, sorunun savaşla değil, uluslararası kuruluşların ve devletlerin baskısıyla çözümlenmesi görüşünde. Ancak, tüm çareler tüketilirse, tesislerin bombalanması kaçınılmaz olacak.
1981 yılında İsrail, Ortadoğu’daki bir devlette nükleer güç bulunması halinde bölgede yaşama şansı olmayacağı gerekçesiyle, Irak’taki nükleer rektörü yok etmişti. 2007 yılında, Suriye’de Kuzey Kore’nin kurduğu reaktör de aynı gerekçeyle yok edildi. Öte yandan, İsrail’in İran’daki nükleer reaktörü de yok etmek için, 2008 yılında ABD’den gizlice izin istediği ama alamadığı da ortaya çıktı.
İran’ın nükleer tesisleri diğer ülkeninkilere göre çok daha iyi saklanmış durumda ve çok daha iyi korunuyor. Tesisler yok edilemezse, İran yakın bir gelecekte atom silahı yapmaya muktedir olacak. Bu kontrolsüz gelişme, İsrail’in Ortadoğu’daki varlığına son verebilecek. İşte salt bu nedenle, İsrail, Obama’yı savaşa ikna etme çabasında. Obama’nın ve Demokratların hâlâ karar verememeleri, İsrail yönetimini ile dünyadaki ve özellikle de ABD’deki
Amerikan (ABD) Merkez Bankası (FED) çarşamba günü yaptığı açıklamayla kriz öncesinde Citigroup’u (Citibank) inceleyen denetçilerin yeterince dikkatli davranmadıklarının anlaşıldığını bildirdi. Bernanke’den önceki FED Başkanı Greenspan kendi dönemini savunmaya çalışsa da Greenspan’dan önceki dönemden başlayıp, ondan sonraki döneme sarkan zaman süresi boyunca Citigroup’un özellikle gayrimenkul kredilerinin (mortgage) yeterince titizlikle denetlenmediği anlaşıldı. Citigroup’taki problemlerin 2005 yılında başladığı belirtiliyor. O dönemde, Citigroup 20 denetçi
tarafından denetleniyordu; bu sayı şimdi 30.
ABD’de, ülkeyi sarsan ekonomik krizin nedenlerini araştırmak üzere, FED içinde partiler üstü bir komisyon (Financial Crisis Inquiry Commission) kurulmuştu. Komisyonun raporu henüz üst yönetim(FED Board) tarafından onaylanmamışsa da; rapor, ekonomik krizin FED’in bankaları yeterince denetleyememesi yüzünden çıktığını vurguluyor. Rapor, halkın vergilerinin bankaları kurtarmak için kullanılması ile kurtarılan bankaların tüm yükünün halkın sırtına bindirilmiş olduğuna açıklık getiriyor.
Biz de aynı günleri yaşadık. Ama, bizdeki ekonomik krizi araştırmak için kurulan komisyon
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), 2004’ten bugüne kadar yaklaşık 19 milyar dolar civarında brüt tahsilat yaptığını belirtti. Bir kurum yetkilisince yapılan açıklama, 22 bankadan yapılacak tahsilatın ancak yarısının yapılabildiğini söylüyor. Bu dönemde, Hazine’ye yaklaşık 10 milyar dolar ve Maliye’ye yaklaşık 5 milyar dolar intikal ettirilmiş.
Şimdi öğrenmek istiyoruz:
- Bankaları kurtarmak için harcanan paraların bir bölümü Merkez Bankası’ndan alınmadı mı? Alındıysa, Merkez Bankası’na hiç ödeme yapıldı mı? Yoksa, Hazine’ye ödenen tutarların bir bölümü Merkez Bankası’na mı kaydırıldı? Zira, Merkez Bankası bilançosunda alacak görülmüyor.
- Hazine’den para alıp Maliye’ye para ödemek, tarikat ilişkisi nedeniyle mi gerçekleşti? Bu ödeme, “Vergiye öncelik tanındı” açıklamasıyla geçiştirilemez. Geri ödemelerin tamamı Hazine’ye yapılmalıydı.
- TMSF bir ara yasalara aykırı biçimde, Hazine’yi ve Merkez Bankası’nı bir kenara koyarak döviz piyasasına müdahale etmişti. Bu müdahalenin kuruma zararı ne oldu? Bu işlemler, bağımsız
müfettişlerce incelendi mi?
- TMSF’nin 2004 yılından bugüne kadar yaptığı dahili harcamalarının tutarı nedir?
Rapor neden rafa kaldırıldı?