John Buchan, “Politika, bir insanın yaşayabileceği en muhteşem maceradır” diyor. Politikacılar da maceracı ve asi karekterli oluyor. Özellikle diktatörler diğer politikacılardan çok farklı. Mussolini gençken öğretmenin suratına mürekkep hokkası boşalttığı için okuldan uzaklaştırılmıştı. Korkunç İvan da çocukken sarayın yüksek pencerelerinden kedi ve köpekleri atıp öldürüyordu.
Tarih boyunca hile karışan seçimlerin sayısı, karışmayanlardan çok fazla. 1927’de Liberya Cumhurbaşkanlığına seçilen Charles King sadece 15.000 kayıtlı seçmen varken, 234.000 oy almıştı. Bu zatın, 1930’da kendi vatandaşlarını satarak köle ticareti ve seçimlerde yabancı ülkelerle işbirliği yaptığı, Milletler Ligi tarafından açıklandı. Mısır’da hala seçme hakkına sahip vatandaşın % 23’ü oy kullanabiliyor. 1987’de Pensilvanya Guvernörü seçilen Robert Casey, kendisiyle aynı isimde bir rakip gösterilmesiyle halkın kafasının karıştırılması yüzünden önceki iki seçimi kaybetmişti. Edgar Allan Poe’nun kıyafet değiştirerek bir çok kişinin yerine oy kullandığı belirlenmişti.
Seçmenlerin önemli kararı
Politikacılar hayatlarında bir süre tutuklanmışlarsa, “yargı konusunda ciddi tecrübeye sahip olmuş”lardır ve
George Cooper, “Krizlerin Kaynağı (The Origin of Financial Crises)” isimli kitabında, krizlerin nedeninin merkez bankaları ve kredilerdeki şişmeler olduğunu anlatıyor.
Milton Friedman da merkez bankalarının piyasaların işleyişini bozduğunu söylüyordu. Ona göre, merkez bankalarının kapatılması, serbest piyasa ekonomisi için yapılacak en iyi şeydi. Ölmeden önce yapılan Kasım 2006’daki son röportajında Friedman, ABD Merkez Bankası FED’in tamamen kapatılması gerektiğini söylemişti. 2008’de ABD’de başkan adayı olan Ron Paul da, kazansaydı FED’i tamamıyla kapatacaktı.
Keynes/Minsky okulu taraftarları, serbest piyasaların olması gereken gibi çalışmadığı ve merkez bankaları operasyonlarının piyasaları daha etkili çalıştırdığı fikrindeler. Ancak, yaşadığımız global krizin merkez bankalarının yanlış politikaları sonucu çıktığı yönünde ciddi görüşler var. (Türkiye’nin 2000 yılında karşılaştığı krize de Merkez Bankamız neden olmuştu.) Gerçekten de, görevleri “istikrarı korumak” olan merkez bankalarının istikrarı bizzat kendilerinin bozmaları halinde, yapılacak çok az şey kalıyor. Maalesef, piyasalar olması gerektiği gibi çalışmıyor ve yine maalesef, merkez bankaları bu bozuk piyasa
Cevap basit. Ülkemizde bankaların para bulma maliyeti yüksek de ondan. Bankaların mevduat bulma maliyeti Avrupa ve Amerikan bankaları seviyesinde olsa, kredi faizleri Merkez Bankamızın belirlediği borç verme faiz oranının bir kaç puan üzerinde olur.
Bu da, kredi faizlerinin neredeyse yarı yarıya düşmesi anlamındadır. Kredi faizleri düşünce de şirketlerin bilançolarındaki yükler de geri dönmeyen krediler de azalır; yatırımlar artar. Büyüme de,
ihracat artışı da bu sayede sağlanır.
Vergi gelirleri de giderek artar.
Daha çok kredi vermeleri için, bankalar ya daha çok mevduat toplayacaklar ya da içerden veya dışardan ucuz kredi alacaklardır. Mevduat için istenilen yüksek oranlı “kanuni karşılıklar” kredi maliyetini artırıyor.
Öte yandan, bankaların dışardan buldukları paralardan (dışardaki şubeleri için bile verilmiş olsa) da, Merkez Bankamızca “kanuni karşılık” isteniyor. Sonuçta, paranın maliyeti neredeyse ikiye katlanıyor. Aslında, zararı gören banka değil artan maliyet yansıtılacağı için, krediyi kullanacak olan şirketler oluyor.
“Kanuni karşılıklar” ile ilgili bir sorun daha var. Bilerek ve kasten karşılık yatırmayan bankalar ile, kasıt olmaksızın eksik yatırmalar aynı
Yaşadığımız global kriz, ekonomik modellerin, özellikle de ekonometrik modellemelerin neredeyse tamamen değerini yitirdiğini gösteriyor.
- En gelişmiş ülkelerdekiler dâhil tüm Merkez Bankaları, bu krizde hata yaptı. Neredeyse hepsi krizi öngöremedi ve krizi önlemeye yönelik tedbirler alamadı.
- Geleneksel ekonomi teorileri ve ekonometrik modeller ülke büyümelerindeki devamlılığı, krizlerin önlenmesi için neler yapılacağını, piyasaların hangi yönde hareket edeceğini açıklayamıyor.
- Günümüzün ekonomi politika ve programları, “enflasyon hedeflemesi”, “mali kural” konulması, “kur hedeflemesi”, “sıkı para politikası”, “stres raporları” gibi cilalı ve göstermelik tedbirler alınmasıyla uğraşıyor. Ekonomistler, kredi darboğazların nasıl aşılacağı ve günümüzün merkez bankalarının nasıl olup da yanlış istikametlere yönelebildikleri konularını incelemiyor.
- Ekonomik krizde, dalga tersine dönünce, özel sektörü ve bankaları kurtarmak adına devletlerden yardım istendi. Liberal prensipler uyguladıklarını söyleyen hükümetler, kendilerini sosyalist uygulamalar içinde buldular.
- Artık, ekonomi dünyasında bakılması gereken en önemli veri, “borç stoku” haline geldi. Yalnız, borcun büyüklüğü
Yaşadığımız global kriz, ekonomik modellerin, özellikle de ekonometrik modellemelerin neredeyse tamamen değerini yitirdiğini gösteriyor.
-Dünyadaki her ülkenin bir Merkez Bankası var. En gelişmiş ülkelerdekiler dahil tüm Merkez Bankaları, bu krizde hata yaptı. Neredeyse hepsi krizi öngöremedi ve krizi önlemeye yönelik tedbirler alamadı. Uluslararası ekonomiyi yönlendirmeye soyunan IMF, sınıfta kaldı. En övündükleri ülke olan Türkiye’de bile, önce Merkez Bankası politikalarını tenkit edip; daha sonra da tenkit ettikleri politikaları Merkez Bankası’na önermek zorunda kaldılar.
- Yanlış politikalar uygulayan yalnız Merkez Bankaları ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar değil. Artık geleneksel ekonomi teorileri ve ekonometrik modeller ülke büyümelerindeki devamlılığı, krizlerin önlenmesi için neler yapılacağını, piyasaların hangi yönde hareket edeceğini açıklayamıyor. Kısacası, ekonomi teorileri, ekonomilerin nasıl çalıştığını izah etmekten uzak kalmış durumda.
- Ekonomi politikalarının, ülkelerin büyümeleri, işsizliğin yok olması, insanlara daha iyi olanaklar sağlanması, özetle insanların mutlu olması için uğraşması gerekir. Oysa, günümüzün ekonomi politika ve programları,
Bu konu bizim için de önemli olduğundan önceki yazıma devam ediyorum:
- Son 2 yıllık dönemde Avrupa Merkez Bankası (ECB), Yunanistan’a 100 milyar Euro, Fransa, İspanya ve İrlanda’ya yaklaşık 60’ar milyar Euro, Portekiz’e 50 milyar Euro civarında likidite yardımında bulundu. Öte yandan, ECB tarafından uygulanan sıkı para politikası da devam ediyor.
- 91 bankaya uygulanan “stres testi”nin ülkelerin hazine bonoları ve bankaların uzun vadedeki gelecekleri yönünden bir şey ifade etmediği belli oldu. Hükümetlerin borçlarını ödeyememesi halinde, stres testindeki başarıya rağmen, bankacılık sektörleri de kolayca sıkıntıya düşebilecek.
- Krizden çıkış trendi, 2009 yılının 2. yarısından itibaren başladı. Gelişmekte olan ülkelerin tümünün krizden çıkışta daha hızlı bir ivme kazandığı anlaşılıyor. Yeni alım emirleri, stoklar, üretim, talep ve işsizlik seviyesi gibi verileri içinde bulunduran PMI’e (Purchasing Manager Indices) göre, krizin etkilerindeki düzelme hızı son 3 aydır yavaşladı. Öte yandan, ABD’de yılbaşından beri görülen hızlı kredi artışı ve işsizlik seviyesindeki düşüş, krizden çıkışın süreceğini ve ikinci bir diple karşılaşılmayacağını gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde devlet
Bütün ülkeler kendilerine uygun bir krizden çıkış stratejisi uyguluyorlar: n ABD para basarak ve faizleri düşürerek krizden çıkmaya çalışıyor. ABD, dolar dünya parası olduğundan bol ithalat yapıp, bu ithalat karşılığında verdiği dolarların da yeniden kendisine yatırılmasını sağlayarak, krizden çıkışta başarılı oldu. Şimdi, ABD’deki en önemli sorun, piyasaya verilen likiditenin geri çekilmesi ve diğer ülkelerin paralarının değerli hale getirilmesi. Ancak, diğer ülkelerin paralarının değerli hale getirilmesi politikası, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde rahatlıkla uygulanıyor olsa da Euro bölgesi ülkeleri bu isteğe karşı çıkıyorlar.
- Avrupa Merkez Bankası (ECB), ABD’nin aksine para basmak yerine sıkı para politikaları ile krizden çıkmaya çalışıyor. Bu nedenle de, Euro’nun değeri Dolar karşısında yükseliyor. Ancak, ECB sınırlı da olsa para basmak zorunda kalacak.
- Türkiye, krizin etkilerini bankalar yerine özel sektöre yönlendirmekle, krizin zararlarını halka ve bir ölçüde de kamuya ödettirdi. Bankalarının güçlü olması sayesinde Türkiye, krizi ilk atlatan ülkelerden biri olacak. Merkez Bankamız, bu dönemde döviz fiyatına müdahale etmese bile, faizleri düşürerek kredilerin
Merkez Bankası ile siyasetçiler ve ihracatçılar arasındaki kur savaşı yeniden ateşlendi. Merkez Bankası, kur fiyatının kontrolünün neredeyse imkânsız olduğunu söylerken, ihracatçılar ve Bakan Çağlayan, Türk Lirası’nın değerli tutulmasının ihracata ve üretime zararlı olduğunu söylüyor.
Önceki yıllarda, Merkez Bankası değerli Türk Lirası’nı desteklerken faizleri de yüksek tutuyordu. Şimdi hiç olmazsa faizleri tek hanede tutacağını söylüyor. Döviz fiyatlarını yüksek tutmak için Merkez Bankası’nın ilave döviz alması gerekli. İlave döviz almak ise ‘para basmak’ anlamına geliyor. Para basılırsa, seçim öncesi siyasetçiler daha rahat edecekleri için Merkez Bankası’nın daha çok döviz almasını istiyorlar. İhracatçılar ise, sattıkları malın karşılığında daha çok Türk Lirası almak peşindeler. Yani, bir kısır döngü ile karşı karşıyayız.
Bu işin çözümü, şimdiki faiz politikasının sürdürülmesinde. Faizleri tek hanede tutan bu faiz politikası devam ettikçe, krediler gittikçe ucuzlar ve kredi bulmak kolaylaşır. İşte o zaman üretim de artar. Faizler yükseltilmeye başlanmadıkça, Merkez Bankası’nı suçlamanın yersiz olduğunu düşünüyorum. Zaten, bu nedenle de Merkez Bankası ‘kuru bırak verimliliğe