George Cooper, “Krizlerin Kaynağı (The Origin of Financial Crises)” isimli kitabında, krizlerin nedeninin merkez bankaları ve kredilerdeki şişmeler olduğunu anlatıyor.
Milton Friedman da merkez bankalarının piyasaların işleyişini bozduğunu söylüyordu. Ona göre, merkez bankalarının kapatılması, serbest piyasa ekonomisi için yapılacak en iyi şeydi. Ölmeden önce yapılan Kasım 2006’daki son röportajında Friedman, ABD Merkez Bankası FED’in tamamen kapatılması gerektiğini söylemişti. 2008’de ABD’de başkan adayı olan Ron Paul da, kazansaydı FED’i tamamıyla kapatacaktı.
Keynes/Minsky okulu taraftarları, serbest piyasaların olması gereken gibi çalışmadığı ve merkez bankaları operasyonlarının piyasaları daha etkili çalıştırdığı fikrindeler. Ancak, yaşadığımız global krizin merkez bankalarının yanlış politikaları sonucu çıktığı yönünde ciddi görüşler var. (Türkiye’nin 2000 yılında karşılaştığı krize de Merkez Bankamız neden olmuştu.) Gerçekten de, görevleri “istikrarı korumak” olan merkez bankalarının istikrarı bizzat kendilerinin bozmaları halinde, yapılacak çok az şey kalıyor. Maalesef, piyasalar olması gerektiği gibi çalışmıyor ve yine maalesef, merkez bankaları bu bozuk piyasa ortamının vazgeçilmez sayılan bir parçası.
Başta Avrupa Merkez Bankası (ECB) olmak üzere, dünyadaki neredeyse tüm merkez bankaları “istikrarı sağlamak” denilince, “enflasyon seviyesini düşük tutma”yı anlıyorlar ve hedefleri de “istikrarı sağlamak” (bizde de söylem ve hedef aynı) ama, “enflasyonla savaş” nedense hiçbir zaman bitmiyor; sürüp gidiyor. Piyasaların verimli çalışabilmesi için de enflasyonun olmaması gerekli. Enflasyonu yaratan ise merkez bankalarının bastığı para. Yani, merkez bankaları durmadan kendi yarattıkları canavarla savaşıyorlar. İlkel takas ekonomilerinde enflasyon yoktu; merkez bankalarına da gereksinim bulunmuyordu.
Rezerv biriktir! Ve paranı değerli tut!
Bir kez para basılınca, ya ülkenizdeki fiyatların yükselmesine razı olunması ya da enflasyonun yabancı ülkelere satılması gerekiyor. (ABD bizim gibi ülkelerde döviz rezervlerinin yüksek ve paralarının değerli tutulmasını istemekle, yaratığı enflasyonun risklerinin paylaşılmasını sağlamak amacında.) Tabii, enflasyonun yükünü başka ülkelere yükleyebilmek, sadece parası rezerv para niteliğinde olan ülkeler için mümkün. Bu haliyle, gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları, kendi hükümetlerinden bağımsız ama IMF’ye veya diğer uluslararası kuruluşlara bağımlı kalmak zorunda oluyor.
Merkez bankalarının “en son başvurulacak borç veren (lender of last resort)” olma özellikleri var. Bu nedenle, merkez bankalarına “bankaların bankası” deniliyor. Birçok ülkede bankalar, bizde de olduğu gibi merkez bankalarınca denetlenmiyor (bizde BDDK denetliyor.) Ama, banka batınca zararı merkez bankaları karşılıyor. Üstelik verdiği paranın nasıl harcandığını bile denetleyemiyor. (Bizde de para TMSF’ye ödenir, TMSF sorgulanamaz.) Bankalar verdikleri ve geri alamadıkları krediler nedeniyle batıyorlar. Sonunda, zararı karşılayan ise, bankaları denetleyemeyen merkez bankaları oluyor. (Bu nedenle de artık yeniden BDDK ve TMSF gibi kurumlar, merkez bankalarına bağlanmaya başlandı.)
Ne dersiniz, merkez bankalarına ihtiyaç var mı?