Mısır’daki Mübarek rejiminin dünyada destekçisi kalmadı. Avrupa ve Amerikan televizyonları sürekli olarak Mısır’daki başkaldırıyı destekleyen yayınlar yapıyorlar. Mısır’daki seçimlerde hile yapılmış olma olasılığı yüksek ama İran Şahı’nın devrilerek yerine koyu dinci bir rejimin getirilmesi olayından beri, son yıllarda hiç bir ülkenin iç işlerine bu denli karışıldığı görülmedi. Mısır ordusu da devamlı kışkırtılıyor.
Bilindiği gibi, rafa kaldırıldığı iddia edilen “Büyük Ortadoğu Projesi”, son günlerde karışıklık yaşayan Tunus, Cezayir, Mısır gibi ülkeleri de kapsıyor. Amerikan yorumcuları, rejimlerin değişme sırasının Ürdün ve Suriye’ye de geldiğini söylüyorlar.
Bölgedeki kargaşa bize de yarar
Avrupa’daki ekonomik çöküntü, ekonomimizi şimdilik kötü etkiliyor. Sıkıntı içindeki Avrupa ülkelerine olan ihracatımız ve bu ülkelerden bize gelecek yatırım azalıyor. Üstelik, euro’nun dolar karşısındaki değeri artıyor. Bu ülkelerden gelecek turist sayısında da azalış söz konusu olacak.
Ancak, Orta Doğu’daki karışıklık, istikrarlı Türkiye’nin konumunu gittikçe güçlendiriyor:
* Karışıklık içindeki ülkelere gidecek tüm kalıcı yabancı yatırımlar Türkiye’ye gelecek. Kalıcı doğrudan
Ekonomik buhranlar, arkalarından politik istikrarsızlıkları getirir. Dünyada, politik istikrarsızlıklar da giderek artıyor. Siyasi gözlemciler ve büyük bankaların ekonomi araştırmacıları Tunus’ta başlayan siyasi çalkantının Ortadoğu’ya kadar uzayacağı görüşünde birleşiyorlar. ABD’de de büyük bir olasılıkla, Obama yönetimi değişecek. Avrupa Birliği’nde euro sisteminden kopmalar olması olasılığı var.
Buna bağlı olarak, Avrupa’da, bir veya iki ülkenin borçlarını ödeyemez duruma düşebileceği konuşuluyor. Üstelik, Avrupa Birliği’nin sıkıntıları ekonomi ile de sınırlı değil. Birlik üyelerinin iç ve dış politikaları birbiriyle örtüşmüyor; ağır bürokrasi, karar alımını zorlaştırıyor. Öte yandan, demografik sıkıntılar had safhada. Hoşgörü ve işbirliği üzerine kurulu olan Avrupa Birliği stratejisi çökme ile karşı karşıya.
ECB devam etmezse
Avrupa Merkez Bankası (ECB), sıkıntıdaki ülkelerin bonoları karşılığında para basmaya devam etmezse, Almanya gibi krizden nispeten az etkilenen ülkeler, tembel ekonomileri taşımak zorunda kalacak. ECB’nın piyasaya likidite sürmesi halinde ise, hem enflasyon artacak, hem de euro’nun değeri düşecek. ECB, geçen yıl temmuz ayına kadar piyasaya 76.4
Merkez Bankası’nın aldığı son kararlar, ekonomik belirsizliği artırıyor; beklenti yönetimini zorlaştırıyor. Faiz indirimi kararları, ekonomiyi canlandırmak için alınır. Bir taraftan faiz indirirken, bir taraftan piyasadan para çekilmesi, tutarsız bir para politikası uygulandığı izlenimi veriyor. Faizlerin ve kanuni karşılıkların sık sık değiştirilmesi istikrarı bozuyor; insanların önlerini görmelerini zorlaştırıyor. Enflasyon beklentileri yukarı doğru revize edilirken faizlerin düşürülmesi, Merkez Bankası’nın ekonomiyi ‘negatif faiz’e alıştırmaya çalıştığı görüntüsünü veriyor.
Merkez Bankası kararlarının iki temel nedeninden birisi, sıcak para girişini dizginlemek. Ancak, küresel krizle boğuşan ülkelerin piyasaya sürdükleri likidite o denli yüksek ki, sıcak para artık küçük faiz değişikliklerine olan duyarlılığını kaybetti. Bu nedenle, Merkez Bankamızın artık faizle oynamayı bir kenara bırakması gerekiyor. Zaten, yakın bir gelecekte kaçınılmaz olarak faizlerin yeniden yükseltilmesi gündeme gelir. O zaman, bu faiz indiriminin ve suni olarak yaratılan belirsizliğin nedeni sorgulanmaya başlanır. İstikrarsız para politikasının yabancı yatırımı kaçırma olasılığına bilerek göz
Önceki yazımda, karşılaştırma yapmadan en iyisini bulamayacağınızı anlatmaya çalışmıştım. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK)’nun nihayet, bankaların müşterilerinden aldığı masrafları yayınlamaya başladığından bahsetmiştim.
Her türlü ürünün özelliklerini karşılaştırmak ve tüketiciye ulaştırmak, tüketiciyi korumanın en iyi yoludur. Karşılaştırma yaptıktan sonra da, bir rapor hazırlamak ve not vermek gerekiyor. Yalnız ürünler için değil, ticari kuruluş ve kişiler için de “kredi raporu” hazırlanması ve “not” verilmesi gerekli.
Üretilen kredi raporları ve notlar, ticari kuruluş veya kişilerin borç ödeme güçlerini ve borçlarını zamanında ödeme alışkanlıklarını gösteriyor. Temel olarak, kuruluşun ya da kişinin borcuna olan sadakati ve bunun zaman içindeki değişimi izleniyor.
Notunuz arttıkça, alınan veya alınacak işletme, gayrimenkul, oto v.s. kredilerine veya kredi kartları borçlarına ödediğiniz faiz oranı düşüyor. Notlara göre değişen kredi faiz oranlarında, büyük farklılıklar var.
Notlar, 300-850 arasında değişen 6 kademede veriliyor. Örneğin, notunuz 720-850 arasında ise en iyi faiz oranlarından yararlanabiliyorsunuz. 675’in altındaki notlar büyüyen bir mali
Türk ekonomisindeki en önemli eksiklerden birisi, ürünler ve bu ürünleri sunanlar arasında karşılaştırma yapılmaması. Hatta, bazen buna izin bile verilmemesi. Nihayet geçen hafta, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), şikayetler üzerine de olsa, bankaların müşterilerinden aldığı masrafları karşılaştırmalı olarak yayınlamaya karar verdi. Bazı bankalar, cari hesaplarına para yatıranlardan bile 25 TL masraf alıyorlardı. Bu çok geç kalmış bir uygulama. Benzer karşılaştırma uygulamasının kredi kartları, kredi maliyeti ve tüm diğer ürünler konusunda da yapılması lazım. Ayrıca, bankalarla birlikte borsa aracı kurumlarının da sisteme dahil edilmesi gerek.
Bırakın banka ücret ve ürünlerini, otomobil, buzdolabı, televizyon alacak olsanız da, bu malları karşılaştırabilen bir sistemimiz yok. Herkes, yatırımcıyı ve tüketiciyi korumak gerektiği düşüncesinde. Ancak, korumanın nasıl yapılacağı bilinmiyor. En iyi korumanın karşılaştırma sayesinde gerçekleşebileceği konusunda geliştirilmiş bir fikir yok. Gelişmiş ülkelerde bu işleri yapan tüketici konseyleri, dergiler, internet siteleri var. Örneğin, bir elektrik düğmesi, kablosu vs... gibi çok küçük bir ürün alırken bile piyasadaki
Stephen Weir’in, “Tarihin En Kötü Kararları (History’s Worst Decisions)” adlı kitabında ilginç saptamalar var:
- 26 Aralık 2004’te Tayland, Srilanka ve Hindistan’ı vuran tsunamide 230 bin kişi öldü. Bu ülkelerin hükümetlerinin hepsi de, nükleer silahlara sahip olmanın maliyeti 30 milyon doları aşmayan “Tsunami Erken İkaz İstasyonları” kurmaktan daha önemli olduğunu düşünüyorlardı. Oysa, Endonezya sahillerine yakın bir yerdeki depremin yarattığı tsunaminin bu ülkelere ulaşması yaklaşık 2 saat sürüyordu ve önlem alınabilirdi. Amerika’nın Hint Okyanusu Diego Garcia’daki üssü, durumdan haberdar olmuş, fakat noel nedeniyle ikazı ulaştıracak telefon bulamamıştı.
- Hatırlarsınız, 2000 yılına girilirken, bilgisayarların 99’dan 00’a geçmeleri sırasında tamamen durabileceklerini öngören sanal bir risk yaratılmıştı. Riskin giderilmesi için, 100 milyar doların üstünde para harcandı. Ama, söylenilen hiçbir şey doğru çıkmadı.
- 1998 yılında, Bangladeş’in % 70’ini kaplayan sel felaketi 1000’den fazla kişinin ölümüne neden olmuştu. Bilim adamları bu felakete, çay üreticisi British India Company’nin sebep olduğunu buldular. Şirket, Assam ve Darjeeling çaylarının üretilmesi için
William H. McNeill, “Dünya Tarihi” isimli kitabında, geleneksel İslam eğitim ve davranışının, Batı’nın ders programlarının okutulduğu okullarla bir arada varlığını sürdürse bile, onlardan etkilenmediğini söylüyor. 1850-1945 yılları arasındaki dönemde dünyaca ünlü hiç bir Müslüman’ın yetişmemesinin nedenini, Müslümanların çoğunun İslam düşünce ve ilkelerini Batıdan aldıkları bilgi ve becerinin temelinde yatan düşüncelerle karşılaştırıp, karıştırmadan kafalarında ayrı bir yerde tutmalarına bağlıyor. Bu durumda, kaçınılmaz olarak İslam ve Batı kültürü arasında bir senteze ulaşılamıyor. Sonunda, bir kamplaşma, tarafların birbirine yabancılaşması; ‘hangisi doğru’ tartışmasının gittikçe büyümesi durumuyla karşılaşılıyor.
Sayın Başbakan’ın ‘heykel’le ilgili yaklaşımı da, ‘Kuru (sigara) yasaklandı şimdi sıra yaşta’ dedikten sonra, içki yasaklanmasına gitmesi de bu ikilemin bir tezahürü. Yine, Atatürk’ün aşk hayatı yazılırken hiç seslerini çıkarmayanların, Kanuni’nin özel hayatından bahsedilmesi sırasında öfkelenmesi de aynı ikilem nedeniyle ortaya çıkıyor. Sanki birisi tarihi kişi, öteki değil.
Bu sürece rağmen, ‘kapitalist öğreti’nin ekonomik kuralları, hepimiz Müslüman olduğumuz
Federal Reserve Bank of St. Louis’in “Adjusted Monetary Base” rakamlarına göre, ABD Merkez Bankası (FED) kurulduğundan beri, bastığı para kadar miktardaki parayı 2010 yılında bastı. Tedavüldeki banknotlar, madeni paralar ve banka rezervlerinden oluşan ‘Parasal Taban’ 1.700 milyar doları aştı. FED’in bu davranışı 2011’de başta Avrupa Merkez Bankası olmak üzere diğer merkez bankalarının da para basmasına neden olacak.
Robert T. Kiyosaki, “Conspiracy of the Rich” isimli kitabında, 1913 yılında kurulan FED’in, ne federal, ne Amerikan, ne de hükümet kuruluşu olduğunu; adında “rezerv” kelimesi geçmesine rağmen, hiçbir rezervinin bulunmadığını ve aslında bir banka da olmadığını iddia ediyor. Aslında, Federal Reserve System halkın değil, zenginlerin varlığını korumak için oluşturuldu ve şimdiki parasal genişleme zenginlerin paralarını kurtarmak amacıyla yapılıyor. FED, dünyanın en zengin Amerikalı ve Avrupalı aileleri tarafından kuruldu. Nasıl OPEC petrol konusunda bir kartelse, FED de para konusunda bir kartel.
Kiyosaki’ye göre, parayı tasarruf etmektense, akıllı biçimde harcamak günümüzde bize daha fazla avantaj sağlıyor. Yine Kiyosaki, “paranı değişik enstrümanlara yatırıp riski