William H. McNeill, “Dünya Tarihi” isimli kitabında, geleneksel İslam eğitim ve davranışının, Batı’nın ders programlarının okutulduğu okullarla bir arada varlığını sürdürse bile, onlardan etkilenmediğini söylüyor. 1850-1945 yılları arasındaki dönemde dünyaca ünlü hiç bir Müslüman’ın yetişmemesinin nedenini, Müslümanların çoğunun İslam düşünce ve ilkelerini Batıdan aldıkları bilgi ve becerinin temelinde yatan düşüncelerle karşılaştırıp, karıştırmadan kafalarında ayrı bir yerde tutmalarına bağlıyor. Bu durumda, kaçınılmaz olarak İslam ve Batı kültürü arasında bir senteze ulaşılamıyor. Sonunda, bir kamplaşma, tarafların birbirine yabancılaşması; ‘hangisi doğru’ tartışmasının gittikçe büyümesi durumuyla karşılaşılıyor.
Sayın Başbakan’ın ‘heykel’le ilgili yaklaşımı da, ‘Kuru (sigara) yasaklandı şimdi sıra yaşta’ dedikten sonra, içki yasaklanmasına gitmesi de bu ikilemin bir tezahürü. Yine, Atatürk’ün aşk hayatı yazılırken hiç seslerini çıkarmayanların, Kanuni’nin özel hayatından bahsedilmesi sırasında öfkelenmesi de aynı ikilem nedeniyle ortaya çıkıyor. Sanki birisi tarihi kişi, öteki değil.
Bu sürece rağmen, ‘kapitalist öğreti’nin ekonomik kuralları, hepimiz Müslüman olduğumuz halde, kendilerini İslami kesimin adamı gibi görenleri de temelden etkiledi. Reklam sayesinde insanları bir malı almaya ikna etmek gibi, halkı belli bir adaya oy vermeye yönlendirmek için ‘kapitalist öğreti’nin prensipleri uygulandı. Buyrukları irdelemeden kabul ederek ölüme gönderilebilen askerlerin eğitiminde de aynı yöntemin izleri var.
Neyse ki, yabancı ve ‘gavur’ düşmanlığı yerine, yabancıları ülkeye davet edip, vergilendirmenin daha kârlı olduğunu öğrenebildik. Bağımlı veya boyun eğdirilmiş kitleler de, kendi dışındakilere ve yabancılara hoşgörülü davranabildiler. Daha önce, ‘şerefsiz sömürücüler’ olarak gördükleri kimselere bile hoşgörü göstermeyi öğrendiler. Hatta, yabancılarca aldatılmaya alıştılar.
Gelecek İslam’da
Büyük kapitalist ülke ve uluslar arası şirket yöneticileri, güçlerinin devam etmesi için, batı kültürü ile İslam kültürünün bir sentezinin ortaya çıkması; en azından tarafların birbirine hoşgörülü davranması gerektiğini biliyorlar. Çünkü dünyamızda, Müslüman nüfus ve dolayısıyla da Müslüman kitlelerin alım gücü çok süratle artıyor.
Son sentezde muhtemelen AK Parti, işte bu kutsal ‘görev’i üstlenmiş durumda. Bu sürecin sonunda, süreç iyi yönetilirse Türkiye, Batı ile olan bağlarını ciddi biçimde güçlendirmiş ilk İslam devleti olacak. ‘Ilımlı İslam’ demekle, ‘ehlileştirilmiş İslam’ demek istiyorlar. İşte Merkel’in de, Sarkozy’nin de okuyamadığı ve anlayamadığı bu.
Tayyip Bey, üzerindeki misyonu başarı ile uyguluyor. Türkiye’nin bu ‘kutsal görev’in yerine getirilmesine ve Tayyip Bey’e hala ihtiyacı var. Çünkü, yapılması gerekenler bitmedi. Son sentezin meyvelerini vermesi zaman alıyor. Bu nedenle, önümüzdeki seçimi de AK Parti kazanacak. Gelişmiş ülke olmak istiyorsak, kazanmalı da.