Son zamanlarda ülkemizde yediğim en iyi İtalyan yemeğini Four Seasons Hotel Istanbul at the Bosphorus’un restoranı Aqua’da yedim. Evet, burası kendisini bir İtalyan lokantası olarak tanıtmıyor. Ama başaşçı Fabio Brambilla bir İtalyan ve uzun süre Milano’da otellerde çalışmış. Düzenlediği mönü ezbere düzenlenmiş bir İtalyan mönüsü değil. Türkiye’de var olan malzemelere adapte edilmiş, burada mümkün olan İtalyan mutfağı. Doğru olan da bu.
Biz, pek alışılmamış bir şeyi yapıyoruz. Bir arkadaş grubu olarak şaraplarımızı kendimiz getiriyor, bunlara uygun yemekler seçiyoruz. Lokanta seçtiklerimizi yarımşar porsiyon olarak hazırlamayı ve fiyatlandırmayı buna göre yapmayı kabul ediyor.
Four Seasons’ın enfes bahçesinde “ördek prosciutto” ile başlıyoruz geceye. Prosciutto’lar burada hazırlanmış, küçük kaşıklarda ve rulo halinde üzerinde azıcık balzamik sirkeyle sunuluyor. Yanında Taittinger Rose şampanyayla çok uyumlu tabii.
Ardından Bordeaux’nun kırmızı şaraplarıyla ünlü Mouton
Hemen adlarını vereyim eski favorilerin: Bodrum içinde Körfez, Gemibaşı ve Berk. Gümüşlük’te Siesta. Gündoğan’da İnci Hanım’ın mantısı ve gözlemesi. Bodrum’da geçirdiğim bir hafta boyunca eski göz ağrılarımı tekrar ziyaret ettim tabii.
Hiçbiri de hayal kırıklığı yaratmadı.
Gökhan Kafeterya’da gerçek ev mantısı
Bodrum’a eşimle gidip İnci Hanım’ın mantısını yememek mümkün değil çünkü pazarlığı bir ay önceden başlıyor. Herhalde dünya yüzünde bizim hanım kadar mantı meraklısı başka Amerikalı yoktur. İzin versem beş tabak falan yiyebilir.
Gündoğan’da, otogarın karsısındaki, Gökhan Kafeterya’da (oğullarının adı) İnci Hanım, gerçek ev mantısı yapıyor. Sipariş üzerine hazırlıyor. Bir gün önceden telefon etmek en iyisi. Sosyetik yerlerde yapılan mantılar önceden hazırlanmış ve dondurulmuş. Aynı anda da çok miktar kaynatıyorlar ve hamur çok yumuşuyor. İnci Hanım’da ise gerçek Akdenizli kanı var. “Al dente” pişiriyor. Yoğurdu,
Karımla aşkımız bitti, ben İstanbul’a aşığım artık” demiş Mövenpick Hotel Istanbul başaşçısı Maximilian Thomae birkaç hafta önceki Milliyet Cumartesi’deki söyleşisinde.
Kendisi daha 41 yaşında. Ona bir tavsiyem var. Bir dahaki sefere yeni aşkını alıp Bodrum Mövenpick’e götürsün.
Nereden mi biliyorum? Ben iki gün davetli olarak kaldım bu otelde ve kendimi ikinci balayında gibi hissettim.
Enfes bir konum. Doğayla uyumlu ve abartılmamış bir dekor. Dört dörtlük bir spa.
Genç -ya da içi genç- aşıklar için en önemlisi de otelin işletme anlayışı. Bir ihtiyacınız olduğu zaman hemen karşılanıyor. Ama aşırı bir ilgiyle sizi bunaltmıyorlar. Yalnız kalmak istediğiniz zaman buna saygı gösteriliyor. Öte yandan, otelin üst düzey iki sorumlusu, Evren Tolgay hanım ve Fahir Eren bey, birçok beş yıldızlı oteldeki durumun aksine, otelin müşterileriyle iyi bir ev sahibinin misafirleriyle ilgilendiği gibi ilgileniyorlar. Yapmacıksız, içten ve demokratik yani bütün müşterilere gösterilen bir ilgi.
Benim
Kazasker’deki bu mütevazı lokantayı iki sene evvel okuyucularıma şiddetle tavsiye etmiştim. Efsunlu denebilecek bir odun kömürlü taş fırınları ve lokantanın başında etli ekmeğin ve gerçek kuzu tandırın nasıl yapılacağını bilen ustaları var.
Fırın küreği ile sıcak sıcak önünüze gelen Konya etli ekmek benim için dünyanın en lezzetli pizza ya da lahmacunundan daha leziz. “Üstüne tereyağı mı sürüyorsunuz?” diye sordum. Değilmiş. Kullanılan etin kalitesinden geliyor o koku.
Izgara domates, sivri biber ve tatlı beyaz soğanla sunulan tandır kuzunun incik, kaburga ve kol kısmından. Elimde top ve tüfek olsa, bizdeki kuzu tandırın porsiyonunu 40 YTL’ye satan ve tandır yaptığını iddia eden lüks lokanta sahiplerini bir sabah evlerinden toplar ve buradaki tandırı zorla onlara yediririm. Gerçeke tandır lezzetinin ne olduğunu herkes görür ve titreyip kendine döner.
Tam yağlı koyun yoğurdu Konya’dan geliyor. O da enfes.
Yemek sonu yer kalırsa künefe de hiç fena değil.
Lokantanın tek kusuru var. Eğer bu yemekleri özlemişseniz, o kadar
Geçen hafta Bodrum’da yemeğe çok meraklı bir İtalyan ile tanıştım. New York’ta tanınmış bir İtalyan lokantasının sahibi imiş. Bana Türk mutfağının en iyi örneklerini İstanbul’da nerede bulabileceğini sordu. “İçkisiz olabilir mi?” dedim. Şaşırdı. Rafine bir Avrupalı için şarapsız bir akşam yemeği ancak hastanede, o da mecburiyetten yenir. “O zaman” dedim, “Güzel bir mekan da istiyorsan Akaretler’e kadar uzan, bir de Beylerbeyi’ne. Konyalı ve Borsa lokantalarını dene. Klasik Türk mutfağını çağdaş bir yorumla sunan iki lokanta bunlar.”
Gerçekten de ben kendi yabancı misafirlerimi gözüm kapalı götürürüm bu yerlere. Her yemek mükemmel olduğu için mi? Hayır. Ama belli bir düzeyi tutturdukları, alışılagelmiş formülleri değiştirmeye cesaret ettikleri, malzeme kalitesine önem verdikleri ve gerek servis gerek de mekan açısından klas yerler oldukları için.
1897 Konyalı ve Cafe Piruhi Akaretler’de. Dekorasyonu son derece zevkli ama bu sıcak günlerde insanı asıl cezbeden ferah
Mavi yolculuğa çıkılır mı yoksa varılır mı? Arkadaşım Bülent Korman’a göre çok önemli bir ayırım yapmak lazım. Parası olan herkes iyi kötü bir tekne satın alıp ya da bir grupla tekne kiralayıp mavi yolculuk denen 5-10 günlük yolculuklara çıkabilir Akdeniz’de (tabii en iyisi teknesi olan ve seni davet edecek arkadaşın olması).
Bu yolculuğa çıkmak. Ama bir de yolculuğa “varmak” var. Mavi yolculuğa varmak, doğru anladıysam, belli bir bilinç düzeyine erişmek demek.
Ne tip bir bilinç mi? İlk mavi yolcular denen rahmetli Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir, Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu gibi değerli düşünürlerin bir parçası olmakla övündükleri Akdeniz uygarlığının olumsuz (IMMORTAL anlamında noktalarla) gücünün bilincine varıp bu uygarlığın nüvesinde olan özgünlük, özgürlük ve dayanışma ruhunu benimsemek. Sonra da bu bilinci teknedeki günlük yaşama yansıtmak.
Bu anlamda mavi yolculuk hiç bitmeyen bir
Günübirliğine Bodrum’dan feribotla İstanköy (Kos) Adası’na geçmişiz ve bir meydanda avare avare dolaşıyoruz.
Birden bisikletli ve çok sevimli bir yaratık bana doğru geliyor. Yemyeşil gözlerini gözlerimin içine dikmiş. “Büyük ikramiye bize mi çıktı”, derken, yanımda durup elime “Pocket Kos” adlı bir kitapçık tutuşturuyor. Bedava olduğu için sevinemiyorum, kendi kendime gelin güvey olduğum için üzülüyorum.
El insaf diyorum, ama
Kitaba göz attığımda hayal kırıklığım öfkeye dönüşüyor. Girişte kısa bir tarihçe var. Bizimle ilgili olarak, İngilizce, aşağı yukarı şunları söylemişler: “Malta şövalyeleri 1523’de Osmanlı’ya yenildi ve adanın Osmanlı’nın eline geçmesiyle tarihin karanlık dönemi başladı. Osmanlı Hıristiyan geleneklerini ve Yunan kültür ve ananelerini yeryüzünden silmeye çalıştı. Bizi ezdi. Gaddarca yönetti... Ama sonunda 1821 yılında Türklerden kurtulduk”.
Önce&n
Hep ben konuşacak değilim ya.
Bu sefer de başkaları konuştu.
Gelişigüzel, değişik insanlara yaklaştım. Hepsine aynı soruları sordum: Niye buradasın? Ne aradın ne buldun?
İşte size Bodrum’dan insan manzaraları:
19 yaşında. Lokantada komi bir genç:
BEN NEREYE AİTİM ABİ?