Günübirliğine Bodrum’dan feribotla İstanköy (Kos) Adası’na geçmişiz ve bir meydanda avare avare dolaşıyoruz.
Birden bisikletli ve çok sevimli bir yaratık bana doğru geliyor. Yemyeşil gözlerini gözlerimin içine dikmiş. “Büyük ikramiye bize mi çıktı”, derken, yanımda durup elime “Pocket Kos” adlı bir kitapçık tutuşturuyor. Bedava olduğu için sevinemiyorum, kendi kendime gelin güvey olduğum için üzülüyorum.
El insaf diyorum, ama
Kitaba göz attığımda hayal kırıklığım öfkeye dönüşüyor. Girişte kısa bir tarihçe var. Bizimle ilgili olarak, İngilizce, aşağı yukarı şunları söylemişler: “Malta şövalyeleri 1523’de Osmanlı’ya yenildi ve adanın Osmanlı’nın eline geçmesiyle tarihin karanlık dönemi başladı. Osmanlı Hıristiyan geleneklerini ve Yunan kültür ve ananelerini yeryüzünden silmeye çalıştı. Bizi ezdi. Gaddarca yönetti... Ama sonunda 1821 yılında Türklerden kurtulduk”.
Önce “el insaf” diyorum.
Ama sonra düşünüyorum.
At binenin kılıç kuşananın derler.
Adam acımasızca tarihi çarpıtıyor, ama sonuçta kendi çıkarı için kendi propagandasını çok ustaca yapıyor. Broşürü bisikletle dağıtan kısa şortlu “Matmazel Despina” insanın yüreğini hoplatıyor ve adada “shopping”, “wining-dining”, “nightlife”, falan derken saf turistlerin kafasında bir de “gaddar Türk” imajı beliriyor.
Öğrenecek çok şey var
Öte yandan bize gelen turistten çok fazlası Yunanistan’a akıyor. Bizler de Yunan Adaları’nda gezip eğleniyoruz. Kızmak yerine acaba onlardan öğreneceklerimiz yok mu?
Bence çok şey var turistik alanla ilgili olarak. Neler mi?
Önce fiyatlar. Her gazete yazıyor. Örneğin bir haberde Avrupalı turistlerde Türkiye’de kazıklanırım korkusunun hakim olduğu, bu nedenle geldikleri “her şey dahil” tatil köylerinden dışarı çıkmadıkları yazıyor. Yunan Adaları’nda çok zengin bir mönüye sahip sofrada, kişi başı 25-30 euro ödeyen turist, buna benzer kalite bir yemeğe Türkiye’de adam başı 70-100 euro ödüyormuş.
Fiyatların dışında daha ince ve turistin canını sıkan faktörler var. Örneğin Türkbükü ve Bitez’deki beach club’larda Türk kahvesi fiyatı 6 ile 9 YTL arası değişiyor. Ama kahve ile bir bardak soğuk su bile çok görülüyor insana. Bunu ayrıca ısmarlayacaksınız. Yunanlılar ise kahveye 1 ila 2 euro alırken yanında bir bardak su ve bir kurabiye ikram ediyorlar. Ayrıca öğle yemeğinde bir “Greek salata” ve bir bira içip 5 euro harcayıp lokantadan çıkarsanız garson size gülümsüyor ve “gene bekleriz” diyor. Ya bizde?
Tabii para her şey değil
MEKÂN da önemli. Bizim sahil kentleri, irili ufaklı gelişigüzel serpiştirilmiş yapılarıyla insana rahatsızlık veriyor. Buna karşılık 3 hafta önce gittiğim Midilli’nin Molivos bölgesi daha ayak basar basmaz insanın gönlünü ferahlatıyor. Taştan evler birbirinden farklı ama nefis bir ahenk var. Doğa ile mimari birbirini tamamlıyor. 30 sene önceki Bodrum gibi.
Mekân kadar önemlisi de MUHABBET. Bizdeki kalabalık insanları birleştiren bir kalabalık değil. Tersine kalabalık içinde insan kendini yalnız hissediyor. Orada ise daha muhabbeti kolaylaştırıcı bir hava esiyor.
Nedeni basit. Eskiden bizde meydanlar, kahveler ve pazar yerleri gibi mekânlarda insanlar birbirleriyle muhabbet eder, bir yandan kurulmuş ilişkileri canlı tutarken diğer yandan da yeni ilişkiler kurarlardı.
Şehir planlaması olmadığından artık bizde meydan falan pek kalmadı (Beyazıt Meydanı’na meydan diyebilir miyiz şimdi?). Turistik yerlerde pazar yerleri de turistik oldu. Kahveler de cafe oldu ve herif bir an önce yesin defolsun da yerine başkası gelsin havası içindeler.
Oralar ise farklı. Meydan kültürü hâlâ devam ediyor. Küçücük İstanköy’de bile kaç tane sevimli meydan var, insanların birbirleriyle kaynaşacağı. Cafe’ler de sanki Paris’teki gibi. Garsonlar tertemiz, üniformalı, çoğu güler yüzlü genç kızlar. İstersen 5 saat otur. İnsanlar birbirleriyle hemen kaynaşıyor.
En büyük farkımız kültür
Bizde de EĞLENCE var, onlarda da, ama stil farklı. Bizde artık eğlence tamamen bize dişarıdan sunulan bir şeye dönüştü. Avrupa’da pek adı bilinmeyen şarkıcılar, DJ’ler falan Bodrum’a gelip küçük bir servet kazanıyorlar. Buna karşılık Yunan Adaları’nda pek öyle bir talep yok. İnsanlar genellikle, bizim küçüklükte yaptığımız gibi, kendi eğlencelerini kendileri yaratıyorlar. Çok daha spontane ve bir servet harcamadan, tatmin edici bir şekilde. Turist de bundan hoşlanıyor ve bunu kendisine sağlayan insanlara sempati duyuyor.
Aramızdaki en büyük fark da KÜLTÜR. Kültür demek geçmişi, yani bu topraklarda yaşamış uygarlıkları ve kültürleri merak edip geçmişi günümüze harmanlamayı becermek demek. Sanki Yunanlılar bu işi bizden daha iyi beceriyor gibi. Örnegin Midilli’de gezerken Alkaios ve Sappho gibi şairlerin ruhunun yaşamakta olduğunu düşünüyorsunuz.
Ancak Bodrum’da “Deniz mavi mavi yanıyordu...” diyen Halikarnas Balıkçısı’nın büstünü dikmişler.
Büste bakın, sanki şunları mırıldanıyor Cevat Şakir: “Deniz kızıl kızıl yanıyor...”