Ne yazık ki ülkemizde üretilen güzel şarapların pek çoğu birçok şarap içilen lokantanın sadece tek bir üreticinin şaraplarını listede bulundurmasından dolayı dağıtım sorunları ile karşılaşıyor. Umarız bu durum giderek değişir ve hem tüketiciler hem de şarap sektörü kazançlı çıkar bu durumdan. İşte size bu yaz denediğim küçük üreticilerin şaraplarından bazı tavsiyeler:
Umurbey Chardonnay ve Sauvignon Blanc
Tekirdağ bölgesinde üretim yapan ve dışarıdan üzüm almayan bir üretici. 2007 Chardonnay ve 2006 Sauvignon Blanc şaraplarını denedim ve özellikle ikincisini kuvvetle tavsiye ederim. Ülkemizde üretilen ve daha yüksek fiyata satılan Sauvignon’ların pek çoğundan daha aromatik, damakta daha yoğun ve bitimi daha uzun bir şarap bu. Asiditesi mükemmel olduğu için birkaç sene de yıllanabilir.
Bu düzeyde olmasa da 2007 Chardonnay Tekirdağ teruarında bu üzümün geleceğinin Ege bölgesine göre daha parlak olabileceğini vurguluyor. 2007 Chardonnay benim tanımlamam ile dürüstçe yapılmış, teruarı yansıtan, canlı ve diri ama fazla derinlği olmayan bir şarap. Umurbey’in şarap kültürünün pek gelişmiş olmadığı ülkelere özgü bir trende de yüz vermemesi takdire şayan. Yani göz boyamak için
Yemekten önce masaya 14 çeşit meze geldi.İtalya’nın Andria kentindeki Antichi Sapori’de gerçek bir yemek şöleni yaşanıyor. Hele bir tiramisu var ki insanın gözünden yaş getirtecek kadar başarılı
İtalyanlar “Osteria” deyince “ristorante” yani restoran kelimesinin tam karşıtını düşünüyorlar. Ristorante daha çok lüks ve rafine bir mutfak çağrışımı yapıyor. Osteria ise son derece basit, yazılı mönüsü bile olmayan ve şefin gönlünden ne koparsa o gün o yemeklerin yendiği bir lokanta demek oluyor.
Ancak osteria tipi yerlerin yemek açısından ciddi olmadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. “Ummadık taş baş yarar” misali bazen hiç tahmin etmediğiniz yer ve zamanlarda inanılmaz yemekler yiyorsunuz bu Osteria tipi lokantalarda.
Örneğin Andria’daki Antichi Sapori.
Andria İtalya’nın Puglia bölgesinde küçük bir kent. İtalya bir çizme ise Puglia tam ökçe oluyor. Puglia’nın simgesi olan Castel del Monte adlı oktagonal (sekiz köşeli) şato, Andria’yı ziyaret etmenin başlıca nedeni.
Aynı zamanda hem filozof hem de hatırı sayılır bir bilim adamı olan Norman Kralı Frederick II’nin yaptırdığı tepe üstündeki şatoyu ziyaret ettikten ve burada güneşin batışını doya doya seyrettikten sonra
Puglia’dan bahsediyorum. Ya da çizmenin ökçesinden. Puglia henüz daha yabancı turistlerin dikkatini çeken, onların radar ekranında olan bir köşesi değil İtalya’nın.
Buna karşılık İtalya’nın kuzeyinden buraya akın akın turist geliyor.
Özellikle de yazar-çizer takımı, sanatçılar, akademisyenler buraya özel ilgi gösteriyor.
Geçen ay ben Puglia’da bir konferans için bir hafta bulundum ve okuyucularıma tavsiye edeceğim üç ayrı yer ve birkaç lokanta seçtim.
1.PESCHICI
Puglia’nın kuzeyinde ve Adriyatik kıyısındaki bu kasaba sarp bir yamaç üstüne kurulu ve bembeyaz evler bana biraz eski Bodrum’u hatırlattı. Bizim kaldığımız Elisa oteli son derece basit ama sevimli ve konforlu. Her yaz Nicole Kidman da buraya geliyormuş ama maalesef bana denk gelmedi. Otelin önü kumsal ve iki kişi için ödediğiniz 110 euro yarım pansiyon ve plaj masrafınızı da kapsıyor. Otelde yemekler fena değil ama Peschici’de birinci sınıf bir balık lokantası var. Adı Porta di Basso... Telefonu 0884 915 364. Burada deniz son terece temiz olduğu için lezzetli midyeler bile korkmadan yenebilir ama buraya giderseniz önünüze gelen taze balık tepsisinden bir deniz levreği seçmenizi ve onu tuzda yaptırmanızı tavsiye
Kapri’nin sadece yemekleri değil, manzarası da harika.“400 avrodan aşağı günahını bile satmayanların” adası Kapri’ye yolu düşenler lezzetli yemekler ve güzel şaraplar tadabilir
Bu sene Kapri Adası da ekonomik krizin etkilerini hissediyor gibi. Lokantalarda yer bulmak daha kolay. Oteller tam kapasite çalışmıyor.
Belki böylesi daha iyi. Çünkü Kapri’ye günübirlik gelen ve dar ve yokuşlu yollarda soluk soluğa eli bayraklı rehberlerinin arkasından koşuşturan kalabalıklar akşamları kayboluyor. Kapri de size kalıyor. Adanın tüm güzelliklerini doya doya içinize çekiyorsunuz.
İngiliz ve Amerikan grupları gezdiren rehberler hep aynı esprileri yapıyorlar. Daha çok adanın ne kadar pahalı olduğuna ve otellerdeki fiyatlara dair espriler. Örneğin “Falanca otelde 250 avroya da kalınabilir” diyor rehber. Ama sonra ekliyor: “Köpeğinizin gecelik fiyatı bu!”
Kayısı renkli pantolon konusunda şanssızım
İtalyan modasının son ürünlerini teşhir eden dükkanlar genellikle ateş pahası. Öte yandan gerçekten zevkli vitrinler ve güzel şeyler var. Bizim Türklerin gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Bir vitrinde ipek-kaşmir karışımı, erkek için bir tişört görüyorum. Birden arkamdan Türkçe bir ses:
İspanya’nın kuzeybatısındakı Galisya bölgesinin adı geçer geçmez benim ağzım sulanır. İki nedenle.
Birincisi şu: burası kabuklu deniz ürünleri açısından belki de dünyada bir numaradır. Atlantik kıyısında ve Portekiz’in kuzeyindeki Galisya’da deniz özellikle kayalık, temiz ve derindir. Bu denizden çıkan deniz tarağının lezzetini bir yiyen bir daha unutmaz. Kaya istakozu ve böcekleri emsalsiz, iri deniz kerevitleri adeta tatlımsı ve balıkları lezzetlidir. Bir de burada “percebes” gibi denizin derinliklerinde kayalarda yaşayan ve görünüşü iri keçiboynuzunu andıran dünyanın en nadide ve çıkarması büyük ustalık ve cesaret isteyen bir tabiat harikası kabuklu deniz ürünü bulunur.
Ben bu percebesin hastasıyım. Madrid ve Barselona gibi şehirleri ziyaret ettiğimde mutlaka bir Galisya lokantasına gider ve 250 gram ısmarlarım.
Tabii ki yanında bir Albarino ile. Yörenin beyaz şarabı.
Galisya’yı bu kadar sevmemin ikinci nedeni de bu.
Bu üzümden enfes beyaz şaraplar yapılır. Galisya’nın teruarı bu
Benim kötü bir huyum var. İsterseniz hastalık deyin. Umarım kimseye bulaşmaz. İyi şarap içmeden akşam yemeklerinden zevk alamıyorum. Sadece iyi olması yeterli değil şarabın. Yediklerim ile uyumlu olmalı. Maalesef bu iki şart ülkemizde nadiren bir araya geliyor. Gelince de izlenimlerimi aktarmak istiyorum.
Özellikle de içtiğim şaraplar ülkemizde bulunan ve fiyatları sizi evinizi ipotek ettirmeye zorlamayan cinsten olursa.
Sevilen adlı İzmirli bir şarap üreticisi var. Bağlarının çoğu İzmir’de ama Denizli’nin Güney ilçesinde de bağları var. Özellikle bu ikincisinden iyi şaraplar yapıyor ve çıtayı devamlı yükseltiyorlar.
Geçenlerde Sevilen’in birçok şarabını Zuma’da deneme şansım oldu.
Zuma’ya bir yıl önce gitmiş ve oldukça beğenmiştim. Bu sefer şarapları değerlendirdiğim için ayrı bir değerlendirme yapmadım ama önceki olumlu kanım pekişti.
Somonla flört ediyor
Sevilen şarapları için de daha önce olumlu görüşler bildirmiştim. İzmir’deki bağlarından dünya çapında şarap
Tanıdığım çok insan var, hafta sonları kafa dinlemek içim Bodrum’a uçuyorlar.
Daha fazla yorulup geri geliyorlar.
Ben onların yerinde olsam Muğla’ya uçarım. Karabağ yaylasındaki Süpüroğlu lokantasında bir öğle yemeği için.
Gitmeden önce de telefon eder ve özellikle bir oğlak büryan yani kapağı çamurla sıvanmış kuyuda pişen oğlak ısmarlarım.
Burası sadece bir lokanta değil. Aynı zamanda bir çiflik. Bugünlerde moda olduğu için organik tarım, doğal beslenme gibi kavramlar artık klişe haline geldi. Ama gelin görün ki ürün kalitesi giderek bozuluyor, doğallıktan giderek uzaklaşıyoruz. Tahminim o ki genetiği değiştirilmiş tohumlar giderek bizim tarım ürünlerimizde de bir kanser gibi yayılacak ve söylemesi ayıp, çocuklarımızın ahlakını ne kadar koruyabiliyorsak ülkemizdeki tohum çeşitliliğini de o kadar koruyabileceğiz.
Tabii ki akıntıya karşı kürek çeken cesur insanlar da var ülkemizde.
Maalesef bunların pek azı lokantacı. Lokantacı olsalar da pek azının ülkemizdeki malzeme tedariki
Gönül ister ki bir gün beş yıldız üstüne altı yıldız vereceğim bir balık lokantası ülkemizde de var olsun.
O gün gelir mi? Kim görür? Kim görmez? Bilinmez. Ama şimdilik ben sadece başka ülkelerde dört dörtlük balık lokantalarına rastlıyorum.
En son keşfim ise İtalya’nın Campania bölgesinde, Amalfi kıyısında, Sorrento ile Napoli arasında Vico Equense adlı kasabanın kıyısında bulunan Torre Del Saracino lokantası.
Buranın şefi ve sahibi Gennaro Esposito Michelin iki yıldızlı bir şef ve benim takdir ettiğim İtalyan yemek rehberi Gambero Rosso’da yemek kalitesi açısından tüm İtalya’da verilen en yüksek ikinci puanı alıyor.
Geçen haftaki “Efes’te İtalyan Şöleni” yazımda Gennaro Esposito’nun ülkemize geldiğini ve Efes Harabeleri’nde 300 kişilik davetli grubuna bir yemek düzenlediğini belirtmiştim. Ben bu geceye İstanbul İtalyan Mutfak Akademisi’nin davetlisi olarak katıldım.
Şölenin habercisi karides
Bu geceden tam bir hafta önce de, şansa bakın ki, Gennaro’nun kendi lokantasında bir öğle