Türkiye’de futbol izlerken ve yorumlarken bir şey her zaman göz ardı edilir; lig 34 haftadan oluşan çok uzun soluklu bir maratondur ve bunun her aşaması farklı strateji, plan, programla hareket edilerek başarıya ulaşılır.
Kuşkusuz, bir takımı değerlendirirken ya da geleceğe dair projeksiyon ya da yorum yaparken bunu göz önünde bulundurduğunuzda maçları birer final yani bir son olarak görmek yerine etap şeklinde yaklaşım sergileyebilirsiniz.
Ancak bunu yapmak için sabır gerekir.
Sabır da ülkemizde en az yetişen bir özelliktir.
Geçtiğimiz sekiz hafta boyunca Fenerbahçe’yi yorumlayan ve değerlendiren büyük çoğunluk hep bir Yanal-Kartal kıyaslamasının merkezinden hareket etti.
Aykut Kocaman-Ersun Yanal-İsmail Kartal süreci takım kurgusu, yapısı ve kadrosu açısından devamlılık gösteren istikrarlı bir yapıdır.
Bir takımın teknik direktörü değiştiğinde orada her şeyin alt üst olması içeriğinde başka sorunlar olduğunun da işaretidir.
Geçen sene Ersun Yanal Aykut Kocaman’ın üç yılda inşa ettiği bir yapının üzerine küçük bir dokunuşla büyük bir başarı elde etti. Ancak o yapı zaten vardı.
Adet olduğu üzere yine bir Fenerbahçe yenilgisi sonrasında kaybeden taraf olan takım yöneticisi, teknik adamı, futbolcusu ve nihayetinde de taraftarı isyanlarda…
Tribünlerden yükselen ses; Aziz Yıldırım şike yapsana!
Oysa Aziz Yıldırım’ın suçlandığı operasyonda Beşiktaşlı yöneticiler de var; üstelik ceza da alıyorlar. Fenerbahçe’nin aldığı bütün cezaların benzeri Avrupa’da Beşiktaş için de uygulanıyor.
Ortada önemli bir hukuk sorunu var.
Beşiktaş’tan yükselen ses; “bizi meze yaptılar.”
Nasıl meze yaptılar, aynı yöntemlerle Beşiktaş da suçlanıyor, eğer ortada bir şaibe varsa, haksız bir şampiyonluk varsa, Beşiktaş da buradan bir kupa kazanmışsa bunun mezesi olmaz.
Zaten Beşiktaş da kupasını süreç tamamlanana kadar iade etmedi mi?
Türkiye’de 2010-11 sezonunun Süper Kupası nerede? Neden oynanmadı?
“…Fenerbahçe ve Galatasaray ’la aramızda şöyle bir fark vardı: Onlarda şampiyonlara özgü bir düşünce yapısı var. Mesela Fenerbahçe’de Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Caner Erkin, Mehmet Topal, Emre Belözoğlu gibi oyuncular birçok lig şampiyonluğu yaşadı. Dirk Kuyt, Bruno Alves, Raul Meireles de kariyeri boyunca bir sürü kupa kaldırdı. Galatasaray’da da Fernando Muslera, Didier Drogba, Selçuk İnan, Burak Yılmaz gibi isimler vardı. Futbolda saha içinde gelişim gösterebilirsiniz ama en önemli gelişme bir şeyler kazandığınızda meydana gelir. Bu yüzden Feyenoord’u elediğinizde, Arsenal ve Tottenham’a karşı öyle bir futbol oynadığınızda, hatta Soma için düzenlenen turnuvada Chelsea’yi yendiğinizde seviye atlarsınız. Mesela geçen sezonki maçta devreye 3-2 önde girdiğimiz için memnunduk, rehavete kapıldık ve ikinci yarıya kendi kendimize “Şu 45 dakika bir an önce geçse keşke!” diyerek çıktık. Ya da mesela Galatasaray maçında oyuncularım taç atışı ya da korner kazandığımıza bile seviniyordu! İşte bunu değiştirmeye çalışıyoruz ve bu sezon ciddi gelişim gösterdiğimizi düşünüyorum.” (*)
Bu açıklamalar Bilic’e aitti ve Cuma günü Radikal’de yayınlanan röportajında söylenmişti. Açıkçası
Eylül 2012'de Milli Takımımızın grup eleme karşılaşması için Hollanda'da oynadığı karşılaşmayı Amsterdam'da izlemiştim. Beni en çok etkileyen şey Hollandalıların bir örnek giydikleri geleneksel portakal renkli milli takım formaları olmuştu. Brezilyalılar da stadyumlarda benzer görüntüler veriyorlar. Bu bir sahiplenme, taraftarlık kültürü meselesidir.
Yaşanan Heysel Faciası tüm Avrupa'da futbol-taraftar ilişkisinin düzenlenmesi bakımından belirleyici olmuştur. Klasik anlamda yerinde duramayan, hoplayıp, zıplayıp bağırıp, çığıran, taşkınlık çıkaran, taraftar görüntüsü yerini aynen bir tiyatro izleyen sanat izleyicisine bırakmıştır. Kuşkusuz bunu her stadyuma genelleyemeyiz ancak konsept ve projeksiyon buraya doğru hızla kayıyor.
Aslına bakılırsa klasik taraftar profilinden başka, karşılaşmayı para verdiği "rahat" koltuğunda oturarak, çok da bağırmadan, belki bütün teknik detaylarına da hakim olmak amacıyla izlemek isteyen bir taraftar yapısı maddi koşulların bir sonucu kendiliğinden ortaya çıktı.
Bu yapı klasik taraftar anlayışıyla taban tabana zıt olduğundan eskilerin tepkisini çekiyor.
Peki...
Konuya başka bir açıdan yaklaşalım.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, klasik anlamda kulüp,
Galatasaray Dortmund karşısında oynadığı kadro;
Muslera, Tarık, Chedjou, Semih, Telles (Yasin), Melo, Selçuk, Hamit (Dzemaili), Sneijder, Pandev (Emre) Burak
Başakşehir maçı kadrosu;
Muslera, Veysel (Umut), Koray, Hakan, Tarık, Melo (Bruma) Dzemaili, Selçuk, Olcan, Sneijder, Burak
Kadroların arasında değişmeyen isimler beş futbolcudur. Tarık sahada joker gibi görev yapıyor. Hem solda hem sağda oynatabilmenin avantajını kullanıyor Prandelli.
Geçen sezon Mancini farklı mıydı?
Hayır değildi. Ancak Mancini İngiltere’de de aynı şekilde kadro mühendisliği üzerine çalışmalar yapmaya devam ediyordu.
Kadro istikrarının oluşmadığı takımlar her türlü skoru ve sonucu yaşayabilecek özelliktedir. Yeri geldiğinde tek bir oyuncunun bile forma giymemesinin sorun olduğu oturmuş takımların aksine her maça beş futbolcunun değişerek çıkmasından başka bir şey beklemek hayaldir.
Ligimizin herhalde en şanslı ve bir o kadar da avantajlı takımı Beşiktaş olsa gerekir; zaten deplasmanlardaki performansı da ortada, çünkü kendi taraftarının önünde maç oynayamıyor. Böylece olası saçma sapan taraftar tepkisinin etkisini yaşamıyor oyuncular.
Bu nedir? Anlaşılır gibi değil.
Fenerbahçe’nin dün akşam ıslıklanan, hatta yuhalanan oyuncuları çok değil daha beş ay önce ligi uzak ara şampiyon bitirmişti.
Teknik direktör olarak görev yapan kişi de yardımcı olarak kenarda duruyordu.
Ve bu takım şampiyon olmuştu.
Kısacası bu takım öyle üç dört beş senedir şampiyonluk hasreti falan yaşamıyor ki en ufak hatada, yenilgide sabır taşını çatlatsın?
Bu nasıl bir sabırsızlıktır ki böyle en küçük etkide çıt diye çatlayıveriyor; yumurta kabuğu mübarek!
Ya öğrenemiyoruz ya hafızamız bize yeterli hizmeti veremiyor.
Aziz Yıldırım 2001’de istifa ettiğinde henüz üç yıl başkanlık yapmış ve sadece bir şampiyonluk yaşamıştı. Şampiyon olduğu sezon bir kenara bırakılırsa; 1998-99 ve 99-2000 sezonlarında Fenerbahçe’nin başarılı olduğunu söylemek kolay değildir. Henüz yatırım anlamda kulübe görünür bir katkısı da yoktu.
Ancak istifasıyla birlikte Fenerbahçe taraftarı ayaklanmış, Haziran 2001’de yaptığı büyük baskıyla camiayı da harekete geçirerek Aziz Yıldırım’ın tekrar başkan seçilmesini sağlamıştır.
2005-06 sezonunda yaşanan Denizli Faciası daha az bir yıkım değildir. Aziz Yıldırım bir daha dönmemeye kararlı bir şekilde istifa ettiğinde Fenerbahçe yine o tarihe kadar görülmemiş bir direnç göstererek Aziz Yıldırım’ın tekrar göreve gelmesini sağlamıştır.
Her seçin döneminde Aziz Yıldırım’ın rakibi olan başkan adaylarını desteklemeyi adet edinmiş Ali Şen’in bile o günlerdeki kulis faaliyetlerinin ne kadar yoğun olduğunu hatırlamakta yarar vardır.
3 Temmuz malum…
Fenerbahçe taraftarının bu sene başında “Adalete Fener Yak” talebiyle Bağdat Caddesi’nde her yaştan 500.000 gibi büyük bir güçle yürümesi sadece sportif bir olay değil, Cumhuriyet tarihinin çok önemli toplumsal tepkisidir.
1
Üniversitede çok sevdiğimiz hocamızın avukat eşinin yaşanması muhtemel bir trafik kaza tecrübesi sonrasında şoförü ile ilgili yaptığı yorum şu olmuştu.
“Onu, eğer hayatta kalmayı başarabilirsek, yaptığı hatalı sollama için hemen işten atardım; ancak hatalı sollamayla karşı karşıya kaldığımız tırdan kurtulmak için diğer şeridin banketine geçerek bizi kurtardığından bu manevra yeteneği, becerisinden ötürü de tekrar işe alırdım!”
Yıllar önce dinlediğim bu maceranın dün akşam maç sonrasında aklıma gelmesine çok şaşırdım doğrusu.
Maçtaki Sneijder performansı başka ne şekilde anlatılabilirdi ki?
Onu sahada tutmanın nedeni nasıl açıklanabilirdi?
Maç Galatasaray’ın yenilgisiyle sonuçlanmış olsaydı; hesabı ödemek için fatura çıkarılacak oyuncuların arasında başta Olcan Adın, Selçuk İnan, Veysel, Burak olmak üzere Sneijder da yok muydu?
Ancak futbolun bir oyun olduğu gerçeğini her zaman aklımızda çıkarmamız gerekiyor. Bu oyun da diğerleri gibi yüksek beceri, yetenek ve akılla oynanıyor veya rakibe karşı üstünlük sağlanıyor.
Kadronuzda standart oyuncularınız varsa takım oyununu sahaya yansıtmanız, disiplinden hiç uzaklaşmamanız gerekiyor.