Öncelikle sezon başından bu yana neredeyse hiçbir yerde görülemeyen futbol atmosferinden söz ederek başlayalım. Bursaspor taraftarı, İstanbul’da, Trabzon’da olmadığı kadar takımına destek olmak için tribünleri doldurmuştu; özlenen görüntüler vardı maç öncesinde.
Ancak aynı taraftar kitlesini Volkan Demirel’e yapılan protestolar ve özellikle de Mehmet Topal’ın bir pozisyon sonrasında geçirdiği sakatlığında “oh, oh” çekmesiyle Türkiye’deki futbol izleyicisinin futbolla olan ilişkisini de bize göstermiş oldu.
Bursaspor taraftarının daha önce Volkan Demirel ile nasıl bir ilişkisi, diyaloğu olmuştu?
Hele Mehmet Topal; bu ülkede bazı futbolcular profilleri gereği sevimsizleşebiliyorlar, peki Mehmet Topal öyle biri mi? Mehmet Topal’ın bugün herhangi bir rakip taraftar için nasıl bir antipatisi olabilir ki?
Mesele elbette sadece Bursaspor taraftarı değil; bu tamamıyla bize dair bir olgu ve maalesef buradan futbolla ilgili güzel şeyler yeşermez.
Diego ve Alper Potuk…
Bu iki futbolcu için sezon başından bu yana daha farklı oynamaları gerektiği yönünde sürekli yazıp, çiziyor, konuşuyoruz.
Bu iki oyuncu eğer Selçuk Şahin’in etkisiyle veya karakteriyle sahada oynayacaklarsa o z
Bir haftadan bu yana gündemi işgal eden Volkan Demirel olayının içinde savcılık tarafından tedbirli olarak “akreditasyonsuz stada girdiği gerekçesiyle” Hasan Çetinkaya’nın spor müsabakalarından men etme cezası dün “sessizce” kaldırıldı.
Neden ceza verilmişti?
Pazartesi günü medyaya yansıyan görüntülerin içinde Volkan’ın TT Arena’dan çıkışında yaşanan olayların aktörlerinden biri olarak ön plana çıkarılmıştı.
Soru şöyle kuruluyordu büyük manşetler halinde;
“Hasan Çetinkaya’nın TT Arena’da ne işi var?”
Medyanın bu sorusu savcılık makamının da ilgisini çekmiş ki ertesi gün apar topar Hasan Çetinkaya’ya ilgili yasa gereği spor müsabakalarını seyirden menle cezalandırmıştı.
Beş gün sonra Hasan Çetinkaya muhtemelen TFF’den bir yazı alıp mahkemeye sundu ve ceza kaldırıldı.
TFF’nin mahkemeye yazdığı resmi yazıda ne yazıyordu peki?
Fikir birliği edilmişçesine konuyu Volkan Demirel üzerinden konuşmaya, değerlendirmeye devam ediyoruz.
Çünkü paradigma bu.
Bu değerler dizesiyle düşünmeye alışmışız; aklımıza hem ilk gelen bu hem de bir adım ötesini soramıyoruz.
Bu şekilde değerlendirmeyi ilk defa mı yapıyoruz?
Hayır!
Son mu?
Hayır!
Bu bizim işimize yarayacak mı?
Giderek tuhaflaşıyoruz; meseleleri işimize geldiği gibi yorumlamak bir alışkanlıktan öte kişilik özelliği haline geldi.
Milli maç öncesinde, sırasında ve sonrasında konuşmamız gereken çok şey var.
Önce küfürden başlayalım mı?
Konuyu küfür merkezinde konuşmamız gerekirken, küfür edilen kişinin bunu hak edip etmediğine kadar indirdik.
Biz bu muyuz?
Adalet terazimizi buna göre mi kuracağız vicdanımızda?
Çocuğumuza doğruları öğretirken, küfür etmemesi gerektiğini mi yoksa bazı kişilerin her türlü hakareti hak ettiğini bu nedenle bunlara küfür edebileceğini mi anlatacağız?
Bu konu yarın başka detaylara ulaştığında örneğin Suç ve Ceza'daki Raskolnikov'un yaşadığı paradoksa dönüştüğünde nasıl çözeceğiz?
Askerlikte rütbeye saygı, hiyerarşik yapılanmaya öncelik ilk sıradadır. Bir ast, üstünü daima selamlamak mecburiyetindedir. Selam kişiye değil o kişinin üzerinde taşıdığı rütbeye verilir.
Aynı şekilde bütün organizasyon yapılanmalarında görev ve yetkiye göre kişinin taşıdığı unvana göre bir hiyerarşi düzeni vardır.
Devletten örnek vermek gerekirse, cumhurbaşkanı, başbakanı sevmeyebilirsiniz. Ancak onların temsil ettiği göreve saygı duymak diplomasidir.
Milli forma da bir kişinin uluslararası platformda ülkesini temsil edeceği en üst seviyedir. Belki de o an ülke hiyerarşisinde en üst seviyede milli formayı taşıyanlar gelmektedir.
Teknik direktörü, futbolcusu, idarecisi bu kapsamdadır.
Eleştirebilirsiniz ancak saygı duymak hele görevini yaparken ona yardımcı olmak bir görev değil, bu ülkeye ait olmanın getirdiği bir duygu, sevginin parçasıdır.
Maalesef son yıllarda özellikle futbolda bu sevgi, duygu yok oldu. Onun yerini kin, nefret ve sevgisiz ortam aldı.
Bu bir dibe vuruştur.
Diğer temsilcilerimize göre Fenerbahçe Ülker çok daha zor bir grupta bulunuyor ve mücadele ediyor. Barcelona, Panathinaikos, Armani Euroleague’in daimi çeyrek finalistleri hatta yarı finalistleri olarak kabul ediliyorlar.
Fenerbahçe Ülker bu üçlüden birini yendi, birine geçen hafta talihsiz bir şekilde yenildi, diğerine açık farkla…
Dün gece de Almanya’da Bayern Münih’i geçerek bir üst tur için kendisine avantaj sağlamış oldu.
Peki, Fenerbahçe Ülker’in bu oyun yapısı bir üst tur için yeter mi?
Açıkçası bir galibiyetin çok fazla öne çıkan bir basketbolcuyla kazanılması her zaman dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Goudelock, Euroleague’de bir maçta en fazla üç sayılık isabet bulan basketbolcu payesiyle Fenerbahçe Ülker’e maçı getiren oyuncu oldu.
10/13’lük isabet yüzdesi gerçekten göz alıcı bir sonuçtur. Kuşkusuz attığınız sürece sorun yok; ancak mesele kaçırmanızla başlıyor zaten. Panathinaikos karşılaşmasının yenilgisini elbette böyle bir şeye bağlamak mümkün değil ancak kırılma anlarında kaçan üçlüklerde hep Goudelock’ın ismini hatırlıyoruz ister istemez.
Gerçi Panathinaikos ve Barcelona maçlarını da yediği olağanüstü üçlük isabet yüzdeleriyle kaybeden bir Fen
Karşılaşma öncesinde Brezilya ile oynamak için veya Brezilya’yı ülkemize getirmek için para verdiğimizden haberim yoktu. Bazı kaynaklara göre 2 milyon dolar, kimilerine göre 3 milyon Euro para ödemişiz.
Neden bu parayı ödedik, diye düşünürken maç sonunda futbolumuzun 20 yıldır değişmez patronu, imparatoru, üstelik içinde bulunduğumuz durumu en iyi bilen ve bunu değiştirmeye en kudretli kişi olan Fatih Terim’den şu açıklamaları dinliyoruz.
“Bir defa böyle bir gerçekleri görmekten ve biz başta olmak üzere böyle bir durumla karşı karşıya kalmaktan dolayı mutluyum. Brezilya’nın ne kadar kaliteli bir takım olduğunu gördük. Yoksa abartılar; ‘O uçuyor, bu kaçıyor’ şeklinde devam edecek. O yüzden bugün milat olur inşallah. Bu tip maçlar eğer milat olursa, gerçekleri ifade etmemiz gereken şeyler de olacaktır. Yapacağımız programlar ve projeler için önemli bir veri olur bize bugünkü maç. Bu yüzden bu bizi ilgilendiren bir durum.”
Nereye koyacağını bilemediğimiz bir düşünce dünyası yönetiyor bu milli takımı, bunu anlayabiliyorum.
Gerçeklerle yüzleşmek için Brezilya ile karşılaşmamız gerekiyor. Brezilya’nın ne kadar kaliteli bir takım olduğunu aslında bizim hiçbir kalitemizin
Fenerbahçe bu hafta da kendisine gündem yaratmayı becerdi. Aslında Türkiye’de bu gerçek hiç değişmedi, değişmeyecek; Fenerbahçe sporun merkezinde olmayı sürdürecektir.
Futbolun sadece futbol olmadığını fark edeli epey zaman geçti sanırım. Ancak bu farkındalığın tabana eşit şekilde yayılması biraz daha zaman alacaktır.
Yalçın Doğan bu durum tespitini yaptığında 1980’li yılların sonlarına doğru geliniyordu.
Kuşkusuz öncesinde Cumhuriyet’ten bile öncesine dayanan bir tarihi misyon söz konusuydu. Yalçın Doğan’ın “Fenerbahçe Cumhuriyeti” tespitine bir katkı olarak da görülecek şekilde geçen sene buna “Fenerbahçe İdeolojisini” de ekledik.
Fenerbahçe bu ülkenin temeline işlemiş çok derin bir nüfuziyettir.
1980 Darbesi öncesinde sol kesim tarafından nefret edilen bir kulüptü. Devletle eşdeğer tutulurdu ve daha çok da başkanlarının ve yöneticilerinin MHP ideolojisine yakınlığı ile bilinirdi.
80 Darbesi’nden sonra seri başkanlık yapan Tahsin Kaya, Metin Aşık, Güven Sazak isimleri darbe kadrosunun inşaat yaptırdığı müteahhitler olarak göze çarpıyordu.
Güven Sazak isminin Gün Sazak ile birlikte hatırlanması da bütün bunları tamamlıyordu.