Uzay Gökerman

Uzay Gökerman

uzaygokerman@yahoo.com

Tüm Yazıları

Eylül 2012'de Milli Takımımızın grup eleme karşılaşması için Hollanda'da oynadığı karşılaşmayı Amsterdam'da izlemiştim. Beni en çok etkileyen şey Hollandalıların bir örnek giydikleri geleneksel portakal renkli milli takım formaları olmuştu. Brezilyalılar da stadyumlarda benzer görüntüler veriyorlar. Bu bir sahiplenme, taraftarlık kültürü meselesidir.

Yaşanan Heysel Faciası tüm Avrupa'da futbol-taraftar ilişkisinin düzenlenmesi bakımından belirleyici olmuştur. Klasik anlamda yerinde duramayan, hoplayıp, zıplayıp bağırıp, çığıran, taşkınlık çıkaran, taraftar görüntüsü yerini aynen bir tiyatro izleyen sanat izleyicisine bırakmıştır. Kuşkusuz bunu her stadyuma genelleyemeyiz ancak konsept ve projeksiyon buraya doğru hızla kayıyor.

Haberin Devamı

Aslına bakılırsa klasik taraftar profilinden başka, karşılaşmayı para verdiği "rahat" koltuğunda oturarak, çok da bağırmadan, belki bütün teknik detaylarına da hakim olmak amacıyla izlemek isteyen bir taraftar yapısı maddi koşulların bir sonucu kendiliğinden ortaya çıktı.

Bu yapı klasik taraftar anlayışıyla taban tabana zıt olduğundan eskilerin tepkisini çekiyor.

Peki...

Konuya başka bir açıdan yaklaşalım.

Dünyanın neresine giderseniz gidin, klasik anlamda kulüp, dernek diye adlandırdığımız kurumlar kimlerin yönetimindedir?

İngiltere'de aristokrasi ve sonra da burjuvazinin bir araya gelerek kurdukları yapılardı.

Geçmişte de böyleydi, bugün de değişmedi.

Üstyapısal anlamda bu işle yönetici ve sporcu ölçeğinde uğraşanların tamamı geldikleri sınıfsal taban ne olursa olsun burjuvalaşır.

Liverpool hala işçi mahallelerinden kendisine futbolcu sağlıyor, Fransa'da gettolar bu konuda çok önemli bir kaynak ancak A Takıma kadar yükselen oyuncu artık başka bir ekonomik kategoriye geçiyor.

Evet, futbol 20. yüzyılın ortalarına kadar yoksul işçi sınıfının izlemekten zevk aldığı ve takip ettiği bir spor olayıydı. Ancak yüzyılın son çeyreğinde giderek orta sınıfa ve onun da Avrupa'da artan gelir düzeyiyle başka bir şeye dönüştü.

Egemen unsurlar futbolu kitleleri kontrol altına alacakları bir unsur olarak kullanacaklarını keşfedince bir süre bu yoldan yürümeyi tercih ettiler. İspanya'da faşist Franco bunu 3F'nin içinde dile fetirmekten çekinmemiştir.

Haberin Devamı

Ancak ne zaman futbol bir endüstri olarak para kazanılan bir şeye dönüştü o zaman piyasanın diğer ekonomik yapısal bileşenlerinin yönetildiği şekilde görülüp, yaklaşılmaya başlandı.

3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe taraftarı Türkiye'nin eksenini yerinden oynattı. Ekmek kavgası için kafası önde dolaşan insanlar Fenerbahçe için bir araya gelip düzene kafa tutmaya başlayınca ülkedeki bütün alarm zilleri çalmaya başladı.

Gezi olaylarında Çarşı'nın ön plana çıkan görüntüsü de az bir şey değildir.

Türkiye'de sınıfsal örgütlenmeler ve muhalif unsurlar bu kadar güçsüzken, futbolun kitleleri bilinçlendiren bir şeye dönüşmesi kabul edilecek bir şey olamazdı!.

Sanmayın sadece Türkiye özelinde konuşuyoruz, Avrupa'da da farklı bir şey değil bu.

3 Temmuz direnişinin o büyülü ortamından sonra her şeyin eskiye dönmesinden büyük bir hayal kırıklığı yaşayan insanlarımızın kaçırdıkları şey buydu.

Haberin Devamı

Futboldan, taraftardan bir devrim beklentisi gerçekçi değildir. Bunun üzerinden hayatı algılamak, tavır ve duruşunu belirlemek, öncesinde durduğun yerin ve dünyanın farkına varmamak demektir.

3 Temmuz sürecinde Aziz Yıldırım'ın bir devrim liderine dönüşeceği beklendi. Kuşkusuz o sürecin kendisi başlı başına çok büyük bir halk hareketiydi ancak mücadelenin amacı da, çizgisi de, sınırları da belliydi.

Futbol kulüpleri zaten yönetenlerin egemenliklerini cisimleştirdikleri düzene ve sisteme ait üstyapısal kurumlardır. Onlara dönerek kullanılamaz. Buradan sosyal bir patlama, muhalif bir duruş beklentisi fazlasıyla ütopiktir. Zaten özünde Fenerbahçe için bir araya gelmiş ancak farklı görüş, düşünce ve inanç, sınıfsal karaktere sahip insanları başka bir hedefe yönlendiremezsiniz.

Bir ateistle dini inançları güçlü iki kişinin birbirlerine sarılacaklarını göreceğiniz tek yer Şükrü Saraçoğlu'dur. Stadyumun dışında başka bir hayat ve gerçek vardır.

Ortak küme Fenerbahçe'dir.

6222 sayılı yasayla yönetenler Fenerbahçe'ye de şekil verebilir miyiz, sorusunu sorup altından kalkamayacakları bir işe kalkıştı ve karşılığını gördü.

Bu 1. Dünya Savaşında İtilaf Güçlerinin Çanakkale Boğazı'na dayanması gibi bir şeydi. Osmanlı bütün güçsüzlüğüne rağmen dünyaya şunu gösterdi Çanakkale geçilmez!

Sporun böylesine endüstriyel bir zenginliğe ulaşmasıyla birlikte sistem unsurlarından bazı paydaşların elbette kulüplere sahip olma arzusu da üst seviyelere ulaşacaktır.

Bunu da anlamak gerekiyor.

Aynı zamanda taraftar dediğimiz kitlenin de bu endüstrinin rasyonel bir unsuru haline getirilmesi de kaçınılmazdır.

Öyle ya da böyle bugün uygulamaya sokulmaya çalışılan şeyin geri planında ne yapılmak istendiğini izlemek gerekiyor.

"Ben müşteriyim, parasını veriyorum, istediğim yerde istediğim protestoyu yaparım!"

"Yapamazsın!"

Sen istediğin kadar bunun için mazeret üret, kafa yor, sebep ara, yapamazsın, yapamayacaksın.

Çünkü klasik anlamda taraftar yapısı tamamen değiştirilecek, belli bir standarda oturtulacaktır.

UEFA'nın Şampiyonlar Ligi stadyum standartları kimin için dizayn ediliyor, bale izleyenler için mi?

20 yıldır bu standartları bir türlü hayata geçiremedik.

Kimsenin aklına gelmeyecek bir şekilde içeride maç izleyen yokken dışarıdan paraşütle fişek indirdik, belki de tarihte olmayan bir şeyi başardık, seyircisiz maçtan seyircisiz oynama cezası aldık.

Ancak sınırlar sabit. Varılacak hedef önceden belirlenmiştir.

FFP dediğimiz şey ne için icad edildi? Kulüpler kendi kendilerine parayı yönetemiyorlar, bunlara yardım edelim miydi amaçlanan şey?

Puzzle'ın bütün parçaları belki dağınık haldeyken bir şey ifade etmiyor ancak bir araya geldiğinde resim çıkıyor.

Artık yeni bir milenyumda yaşıyoruz ve bir önceki yüzyılda öğrendiğimiz, bildiğimiz her şey değişiyor, başkalaşıyor.

En önemli temel mesele her şeyi kontrol edebilir hale getirmektir.

Ne yiyor, izliyor, nelerden hoşlanıyor, kiminle birlikte, ne düşünüyor, nasıl yaşıyor, hangi takımı tutuyor, nerede tatil yapıyor, nasıl tepkiler gösteriyor?

Hem bilecek, hem de kontrol altına alacak, yeri gelecek bunu belirleyecek ve hatta değiştirecek.

Bu sadece bir spor olayı değildir; maddi hayatın, gerçeğin bir uzantısıdır.

İki gün önce Genç Fenerbahçelilerin salona alınmamasının hesabını bugün Aziz Yıldırm'a çıkarmak isteyenler bir buzdağının görünen çok gösterişli bir tepesine bakmaktadır.

Herşeyin Aziz Yıldırım'la başlayıp biteceğini düşünenler sadece kendi düşünce ufuklarını sınırlandırmıyorlar, gerçeğin bütün özünü de görmekten uzaklaşıyorlar.

Çünkü Aziz Yıldırım sonrası sadece sistemin çok daha kolay entegre olabileceği bir yönetim kurulu olacaktır.

http://twitter.com/uzaygokerman