Takım sporlarında en önemli unsur adı üzerinde “takımdır.”
Takımın önüne hiçbir şartta başka koşul geçemez.
Kuşkusuz evrensel bir tanım yapmıyorum, kişisel düşüncemi paylaşıyorum.
Peşinden sporcu gelir.
Takım ile sporcunun özdeş hale geldiği, birbirinin yerine de geçip, anıldığı zaman orada başka bir anlam, değer çıkıyor ortaya.
Burada sporcunun kişisel özellikleri, ne kadar popüler veya değerli olduğundan başka bir ölçüt vardır.
Bazı oyuncular vardır, kendileri için oynarlar.
Bazı zamanlar gelir takım oyuncusu sivrilir, yıldız hale gelir, zaman içinde takımın önüne geçer. Böyle zamanlarda sporcu bıçak sırtındadır. Yapacağı seçim geleceğini belirler.
İlkokulda öğrendiğim ilk atasözlerinden biriydi; bir kırlangıçla yaz gelmez.
Takım sporlarında da teknik direktör değişimi ile bir takımın genel görüntüsünü bir ayda değiştirmek mümkün değildir.
Ersun Yanal’ın İstanbul’daki gösterişli Galatasaray galibiyeti Galatasaray’ın içinde bulunduğu “derin krizin” en önemli sonuçlarından biriydi. O gün sarı kırmızılı ekibin rakibi Fenerbahçe olmuş olsaydı kuşkusuz sonucun böyle olması daha zordu.
Futbolun “derinliğini” yeterince bilenler için bu durum çok anlaşılırdır.
Sorun Fatih Terim’e anlatsın Milan’da takım içinde yaşadığı gerçekleri.
Ne Halilhodzic’in ne Prandelli’nin bu kadar başarısız olması, ne Ersun Yanal ne de Hamza Hamzaoğlu’nun bir anda başarısı rasyonel değildir.
Nedenseldir!
Dün İsmail Kartal’ın Fenerbahçe’si için de benzer yorumları yaptık.
Fenerbahçe son iki sezondur ileride üç kişilik hücum hattı kurarak 4-3-3 şeklinde sahaya diziliyordu. Bu şablonda savunmanın iki kanadından gelen destek fazlasıyla önem taşıyordu. Özellikle Caner Erkin’in pozisyonu ve görevi kritikti.
Fenerbahçe ayrıca agresif oyun anlayışıyla rakiplerinin üzerinde ekstra baskı oluşturuyordu.
Futbolcuların form durumu, sonuç alma noktasında bitirici vuruş becerisinin yüksek oluşu, maçın son anında dahi oyunun kaderine etki edebiliyordu.
Bu sezon Fenerbahçe’de işler yolunda gitmiyor. Hatta her şey tam tersine dönmüşe benziyor.
Futbolu kişiler üzerinden düşünen ve tek bir isimle mucizeler yaratıp onunla yok eden zihnin dünyasına göre bunun nedeni çok basit.
Aziz Yıldırım işleyen düzeni bozmuş, Ersun Yanal’ı gönderip, yerine basiretsiz İsmail Kartal’ı getirmişti.
Kısaca şöyle oluyor:
Dün akşam maç bittikten sonra aklıma gelen ilk düşünce şu oldu.
“Obradoviç ilk defa evine bu kadar rahat ve huzurlu gidecek, güzel bir uyku çekecektir!”
Geçen sezonun nasıl bir eziyete dönüştüğünü hatırladığımızda özellikle dün akşamki zafer çok daha anlamlı ve değerli hale geliyor.
Yunanistan’daki ilk maçta Slaughter ve Fotsis’in yağmur sağanağına benzeyen üç sayılık atışlarıyla 18 sayılık gösterişli bir fark yakalayan Panathinaikos ister istemez bizi de Fenerbahçe Ülker’in geçen sezon kaldığı yerden devam edeceği hissiyatına büründürmüştü.
Dişine göre rakipleri yenecek ancak neredeyse Final Four’un ev sahibi olan ekipler karşısında çaresizliğini sürdürecekti.
Ancak bu sezon öyle bir kadro kurdu ki Obradoviç, bu hissiyat ve algıyı ortadan kaldırdı.
Bayern Münih ile başlayan seride benim en fazla önem verdiğim karşılaşma elbette rövanşını daha büyük farkla kazanmasını beklediğim Panathinaikos eşleşmesiydi.
Soru şu:
73’de Demba Ba, 77’de Sosa, 86’da Gökhan Töre oyundan çıkar mı?
Yerlerine giren oyuncular kim?
Mustafa, Oğuzhan ve Necip…
Bir tarafta kazandıran oyuncular var, diğer tarafta son birkaç senedir maçları koparmayı başaramayanlar…
Öyle mi?
Gerçek bu; son üç sezondur Beşiktaş 1, 2, 3 fark yetmedi bu şekilde çok maçı avucunun içinden vermedi mi?
Ne konuştuk o zaman diliminde; Beşiktaş’ın lider oyuncusu yok, Beşiktaş’ın maçları çevirecek ve tutacak oyuncusu yok, Beşiktaş kazanmasını öğrenmesi gerekiyor.
Fenerbahçe üst üste ikinci beraberliğini ve aslında kaybetmesi gereken birer puanı aldı. Milli maç arasına kadar her şey iyi giderken bir anda ne oldu da Fenerbahçe için işler tersine döndü ve bu puan kayıpları başladı?
Bursaspor ve Eskişehirspor ligimizin benzer karakterlerine sahip iki takımı; başlarındaki teknik adamlar Şenol Güneş ve Ertuğrul Sağlam ortalamanın oldukça üzerinde kişiler; aralarından biri şampiyonluk yaşamış.
Kuşkusuz hem takımlarına hâkimler hem de ne oynatacaklarına...
Rakiplerini iyi analiz edebiliyorlar.
Zaten bu ülkede en çok ilgi çeken ve maçları en fazla izlenen, nasıl oynayacağı ya da oynadığı bir iki takım var; bunun başında da Fenerbahçe geliyor.
Bir teknik adam için aslında en kolay şey takımını Fenerbahçe’ye karşı hazırlamak olmalıdır.
Bu durumda geriye Fenerbahçe teknik direktörünün neler yapabileceği önem kazanıyor.
Haftalar önce şöyle bir başlık atmıştım.
Önce Trabzonspor’dan Halilhodzic sonra da Prandelli’nin Galatasaray’dan gönderilmesiyle Türkiye’de yabancı teknik direktörler döneminin kapandığını düşünüyorum.
Bu iyi bir şey mi?
Bu aslında bize dair bir şeydir.
Yapısal özelliğimiz gereği her türlü yeniliği anonim hale getirip, uyarlama özelliğimiz vardır.
“Unutursam Fısılda” isimli filmin en önemli sahnelerinden biri kendi müzik ve şarkılarını yazan genç müzisyenlerin yapımcı ile karşılaştıkları andır. Sofrada yabancı müziklere Türkçe söz yazarak aranjman haline getiren Fecri Ebcioğlu’nu andıran bir aranjör ile genç müzisyenler arasında geçen diyalog çarpıcı ifadeler taşır.
Gençler kendi müziklerini savunurken, aranjör “bu işi kaynağından almak gerektiğini” savunur ve “bizim müzik yapamayacağımızı” söyler.
Sonra genç kadın kahramanımız yanında getirdiği bandı koyarak yaptıkları bize ait olan o müziği çalar ve yapımcıyla birlikte salondaki herkesi etkiler.
1960 ve 70’li yıllarda müzik batıdan aranje ediliyordu. Sonra o yıllarda batıyı taklit ederek bizden müzisyenler çıktı ortaya.
Dallas’tan sonra ekranlarda onun kadar olmasa da popüler bir diğer dizi Hanedan’daki bir sahneyi hiç unutamam.
Batmak üzere olan zengin bir aile ilginç bir şekilde çok daha yüksek bir lüks içinde yaşamaya başlamıştır. Aralarında geçen bir diyalog şu anlam içeriyordu.
Kahramanlardan biri soruyordu;
“Bu kadar sıkıntı varken neden bu şatafat ve gösterişin seviyesi düşmüyor?”
“Aksine daha fazla harcamalıyız ki batıyor olduğumuz dışarıdan hissedilmesin!”
Son birkaç senedir Galatasaray’ı her düşündüğümde bu sözleri hatırlarım.
Futbolumuz bütün noktalarından su alıyor bu kesin, Galatasaray’ı diğerlerinden ne kadar ayırabiliriz sorusu soran kişilere cevap vermede zorlanabiliriz de; ancak sanırım son 15 yılda Galatasaray’ın durumu diğerlerinden yukarıdaki diyalogda geçen sözlerde şekil bulduğu üzere biraz ayrışıyor.
2000’de UEFA Kupası kazanmış Galatasaray aslında ekonomik ve teknolojik olarak son günlerini yaşıyor görüntüsü içindeydi.