Aziz Yıldırım 15 Şubat 1998 günü devaldığı başkanlığında bugün itibarıyla 6060. gününü yaşıyor. Bu 16 Mart 1934 ile 15 Ekim 1950 yılları arasında kesintisiz 16 yıl başkanlık yapan ve stadyuma ismi verilmiş Şükrü Saraçoğlu'nun başkanlık süresinden artık daha fazla bir zamana karşılık geliyor.
Aziz Yıldırım tipik bir Türkiye gerçeğidir. Çok sevenleriyle birlikte belki de ülkemizin en çok nefret edilen kişileri arasında adı sayılabilir.
Örneğin Aziz Yıldırım, İngiltere'deki bir kulübün başkanı olsa ve Fenerbahçe'de yaptıklarını burada tekrarlamış olsa bugün "Aziz Yıldırım'ın bir an önce başkanlığı bırakması ve bir kenara çekilmesi" gerektiği yönünde fetva veren medyamızın çok değerli gazeteci, yorumcu ve köşe yazarları muhtemelen bize ballandıra ballandıra bir "Aziz Yıldırım Modelini" anlatıyor olacaklardı.
Çünkü Türkiye'nin ikinci Aziz Yıldırım'ı yok. Böyle bir kişilik spor dünyasında bulunmuyor.
Biz genellikle sahip olamadıklarımızı dışarıdaki örneklerle idealleştiririz.
Örneğin Türkiye'de bir karşılamayı yorumlayacağız değil mi? O maçın kendi yerelindeki kurgusuyla değil de Hollanda, Almanya, İspanya özelindeki benzerleriyle kıyaslayarak veya denkleştirmeye
Galatasaray 8,5 milyon Euro bedelle 31 yaşında Pandev ve 9,5 milyon bedelle 28 yaşında Dzamaili isimli iki futbolcu alıyor. Ancak bakıyorsunuz ki 21 yaşında 2,5 milyon değere sahip Najar kadar futbol oynayamıyorlar.
İki sezon önce kadro kalitesi ve uyumu açısında oturmuş bir takım görüntüsü olan Galatasaray'a Başkan Ünal Aysal Drogba ve Sneijder'i transfer edip, geçen sezonun hemen başında da Fatih Terim'i gönderip Mancini'yi getirdi.
Mancini tutmadı; yerine Prandelli geldi.
Dün bakıyorsunuz Selçuk İnan oyundan çıkarken ıslıklanıyor; Burak da öyle; oysa bu adamlar Galatasaray'ın omurgasındaydı ve oynuyorlardı.
Burak Yılmaz'ın nasıl oynayabileceğini Şenol Güneş Türkiye'ye gösterdi. Burak Yılmaz nasıl oynayamayacağını da Beşiktaş, Manisaspor ve Fenerbahçe tecrübelerinde gördük izledik.
Profesyonel futbolcu her pozisyonda oynamalıdır! Burak Yılmaz da profesyonel o da oynamalıdır. Oynuyor işte... Puan bir şekilde Burak Yılmaz'ın karakterinden kaynaklanan gol vuruşuyla geliyor.
Selçuk İnan, iki sezon öncesine kadar bu kadar etkiliyken ne oldu da taraftarın istemediği, sevimsiz bir oyuncu haline geldi?
Peki Pandev ile Dzamili kim? Aydın Yılmaz'dan farkları nedir, i
Son dört yılın gerilimli atmosferine oranla çok daha sakin bir ortamda geçen karşılaşmada sanki her iki takım da oyunu başladığı gibi bitirme gayretindeydiler.
Fenerbahçe eğer kendi dinamitleriyle içeriden bir patlatma yapmazsa yıllara sari oturmuş, ne istediğini bilen ve oynayan kadro yapısı ve istikrarıyla bu sezonun bana göre en rahat takımıdır. Zaten Halilhodzic de teşhisi koymuş Fenerbahçe'yi Türkiye'nin en iyi takımı olarak ilan etmiş.
Hepimizin bildiği gibi Fenerbahçe Alex gittikten sonra 10 numarasız eşit sorumlulukların dağıtıldığı ve oyunu bütün alanda oynayan bir takım oldu.
Bu oyun Caner'in belki de içindeki gizli cevheri açığa çıkardı; geçen sezonun büyüleyici performansını o ortaya koydu.
Caner-Gökhan'la Fenerbahçe belki sadece Türkiye'de değil Avrupa'da çok önemli işler yapabilecek alternatif çizgi oyunu oynadı.
Ancak bu aynı zamanda rakiplerin de işini kolaylaştıracak bir şeydir çünkü eğer tek taraflı oynamaya başlar ve devam ederseniz bunun da çözümü üretilir. Dün Trabzonspor kanatlardan gelişi kapatınca aynen İzlanda'nın yaptığı gibi Fenerbahçe'nin hücum üretkenliği bir anda dibe vurdu.
Topa daha fazla sahip ve oynarken ceza sahasına
Fatih Terim Milli Takım'daki üçüncü dönemini reform yapmaya karar verdiğini söylerek başlatmıştı. Süper Ligin teknik patronlarını topladığı bir buluşmasında bir taraftan bunu söylerken diğer taraftan da herkesi taşın altına el koymaya çağırıyordu.
Dün maçtan sonra oyunculara yüklendi, kafasında Burak Yılmaz'ın kaçırdığı gol vardı, kırmızı kart oyunu dengelemeyi zorlaştırmıştı, sonra dahası rüzgar ilk yarı İzlanda'ya yardım ederken ikinci yarı bir anda durmuştu.
Oysa Fatih Terim ikinci yarı bütün hesaplarını rüzgarı arkasına alarak oynamak üzerine kurmuştu.
İlk yarı İzlanda rüzgarın da yardımıyla nasıl da kalemize fırtına gibi esiyordu?
Olay çözülmüştü.
Evet, herkes elini taşın altına koyacak; Fatih Terim'e yardımcı olacaktı. Ama olmuyor işte, kimse onun istediklerini yapmıyor.
Mutlaka başka bir şeyler olmalı!
Başka bir şey olduğuna herkes hemfikir ancak fikirler Fatih Terim'inkilerle uyuşmuyor.
Mola sonrasında topu eline alıp orta sahaya yakın bir yerde zamanı doldurmaya çalışan Emir son topu kendisinin kullanacağının sinyalini vermişti.
Maç boyunca en uygun pozisyonda dahi atış sorumluluğunu üzerine almaktan ısrarla kaçınmış, her seferinde topu bir başka arkadaşına teslim etmiş olan Emir acaba ne yapacaktı?
Kafalardaki soru buydu.
Saha içinde ve dışındaki arkadaşlarıyla birlikte Türkiye'nin genel karakterini çok iyi bilen Avustralyalılar da merak içinde kaderlerini elinde tutan bu gencin son topu kullanmasını bekliyorlardı.
Ve kader anı!
Emir kendi takım arkadaşlarının oturduğu bench tarafına doğru yöneldi.
"Acaba içeri kat edip basket faul alabilir mi? Hem böylece zamanı daha da eritmiş olur?"
Ergin Ataman diyor ki; "ABD'yi yenemeyeceğimizi biliyorduk."
Dinlediğimde neye yoracağımı bilemediğim bir açıklamaydı. Zaten sorunumuz ABD'yi yenememek ki?
Şu soruyu sormaya hakkımız var mı?
"Ukrayna veya Finlandiya'yı hatta Dominik Cumhuriyeti'ni yeneceğimizi biliyor muyuz?"
Karşılaşma sonrasında maçı anlatan Murat Kosova bile isyan halindeydi, artık kalplerin dayanmadığını itiraf ediyordu.
"Yeter çocuklar!"
Gerçek de bu.
Milli Takımlar düzeyinde, ister basketbol ister futbol olsun aslında ne oturmuş bir formasyonumuz, taktik kurgumuz var, nasıl oynayacağımızı maça çıkana kadar muhtemelen ne koçun kendisi ne de oyuncular bile bilmiyor.
TFF veya yayıncı kuruluş önümüzdeki hafta maçlar oynanmadan önce taraftarlar arasında bir anket yapsa ve şu soruyu sorup cevabını arasa sonuç şaşırtıcı olur mu?
***
Soru - Avrupa'da hangi ligi takip etmeyi tercih ediyorsunuz?
a. Türkiye Süper Lig
b. İngiltere Premier Lig
c. İspanya La Liga
d. Almanya Bundesliga
e. İtalya Serie A
İlk yarıyı beş sayı önde kapatınca insan ister istemez hayal kuruyor. Aynısını 2002 Dünya Kupası'nda ilk maçta Brezilya karşısında da yapmıştık. Hasan Şaş'ın devre bitimine doğru attığı golle 1-0 önde ilk yarıyı.
Sonrası...
Eğer 2002'den devam edersek devamı iyi gelmiş, turnuvada oynanabilecek bütün maçlara çıkarak üçüncü bitirmiştik.
Umarım İspanya serüveni de benzer olur.
Dün gece kaç kişi maç öncesinde senaryoyu bu şekilde düşünmüştü?
Finlandiya'ya karşı gösteri maçı kıvamında oynamış bir ABD takımına değil ilk devre, ilk çeyrekte ne kadar kafa tutabilirdik ki?
Ancak oldu.
59-59 skoru gördük. ABD oradan maçı aldı götürdü bir daha da yanına bile yaklaştırmadı.