Türkiye’de futbol izlerken ve yorumlarken bir şey her zaman göz ardı edilir; lig 34 haftadan oluşan çok uzun soluklu bir maratondur ve bunun her aşaması farklı strateji, plan, programla hareket edilerek başarıya ulaşılır.
Kuşkusuz, bir takımı değerlendirirken ya da geleceğe dair projeksiyon ya da yorum yaparken bunu göz önünde bulundurduğunuzda maçları birer final yani bir son olarak görmek yerine etap şeklinde yaklaşım sergileyebilirsiniz.
Ancak bunu yapmak için sabır gerekir.
Sabır da ülkemizde en az yetişen bir özelliktir.
Geçtiğimiz sekiz hafta boyunca Fenerbahçe’yi yorumlayan ve değerlendiren büyük çoğunluk hep bir Yanal-Kartal kıyaslamasının merkezinden hareket etti.
Aykut Kocaman-Ersun Yanal-İsmail Kartal süreci takım kurgusu, yapısı ve kadrosu açısından devamlılık gösteren istikrarlı bir yapıdır.
Bir takımın teknik direktörü değiştiğinde orada her şeyin alt üst olması içeriğinde başka sorunlar olduğunun da işaretidir.
Geçen sene Ersun Yanal Aykut Kocaman’ın üç yılda inşa ettiği bir yapının üzerine küçük bir dokunuşla büyük bir başarı elde etti. Ancak o yapı zaten vardı.
Bu sene İsmail Kartal’ın işi hem daha kolay hem daha zor…
Çünkü ortada zaten işleyen bir sistem var. Amerika’nın yeniden keşfedilmesi gerekmiyor.
Ancak ortada başka bir şey daha var; Ersun Yanal’ın Nisan ayı bitmeden bu takımı uzak ara şampiyonluğa ulaştırması…
Şimdi bunu en azından tekrar etmek gerekiyor.
Sekiz haftalık periyotta Fenerbahçe zaman zaman büyük hayal kırıklıkları gösterdi. Bu da ister istemez “işleyen sistemi niye bozdun?” şeklinde özellikle yönetime bir eleştiri olarak yansıdı.
Bu eleştirinin boyutu stadyumda ağır hakarete dönüşünce ortaya dün akşam yaşanan kombine faciası çıktı.
Bu durum her bakımdan ülkemizdeki az bulunur sabır özelliğinin ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.
Tam doğrusunu öğrenememiş olsak da fiili durumdan hareketle; eğer Fenerbahçe yönetimi bir grup taraftarın kombinesini iptal etmeyi bir maç ertelemiş olsa futbol takımının dün sergilediği futboldan sonra oluşacak ortamla belki de aradaki buzlar ermiş olacaktı.
Bu konuyla ilgili yorumumu Değiştirilmek istenen ve amaçlanan yeni taraftar modeli üzerine başlıklı yazımda okuyabilirsiniz.
Fenerbahçe dün gerçekten ezici bir oyun sergiledi.
Bu futbolun belirtilerini Galatasaray maçında da hissetmiştik; bu nedenle kırmızı kart gören Alves’e tepkimiz çok ağır ve sert olmuştu.
Geçen hafta Beşiktaş karşısında sahanın tam hâkimi bir Fenerbahçe vardı ve haklı bir galibiyet almıştı.
Ve Rizespor maçındaki Fenerbahçe gerçeği eğer futbolcular yaptığı işin öneminin, değerinin ve ciddiyetinin farkındalarsa geçen sezon bıraktığı yerden devam eden bir takımın habercisi niteliğindedir.
Ciddiyetten özellikle söz etmek gerekiyor; Emenike’nin ikinci yarı performansı, yardımlaşması, oyunu arkadaşları için açması, hazırlaması bakımından çok önem arz ediyor.
Hasan Ali Kaldırım’ın içinden Caner çıkan performansını da geçemeyiz kuşkusuz.
Diego’nun orta sahada Alper’le birlikte dikine oynama arzusu belki de Mehmet Özdilek’in bütün planlarını alt üst etmiş olabilir.
Fenerbahçe’nin oyunu 9. Hafta sonunda oturmuş gözüküyor. Ancak tam zamanlı bir istikrara dönüşmesi yine de ikinci yarının ilk beş altı haftasına kadar sürecektir. Özellikle kadrodaki sakatlanmalar ve cezalılar olduğu sürece…
Hakem konusunda da birkaç şey söyleyelim.
Geçen hafta ve önceki onlarca yıl olduğu gibi kamuoyunda yaratılmaya çalışılan hakemler Fenerbahçe’ye çalışıyor algısının etkisini dün akşam İlker Meral’de çok net gördük.
Penaltı vereceği takım Fenerbahçe olduğu için bundan korkan, kaçınan bir hakem olabilir mi?
Türkiye hakemlerinin Sadık Deda’dan öğreneği çok şey vardır.
1 Şubat 1987 günü oynanmış bir Fenerbahçe-Eskişehirspor maçında dört penaltı kararı verebilme yürekliliği göstermiştir. Kuşkusuz bu maçın sonrasında yine infaz edilmeye çalışılmış olabilir ancak o gördüğünü çalmaktan kaçınmamıştır.
İlker Meral yerine dünkü maçı bir başkası yönetse vermesi gereken penaltıların kaçını çalabilirdi?
Tahmin etmek çok zor değil, ancak bugün yine aynı şeyi konuşuyor olurduk.
http://twitter.com/uzaygokerman