Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de aşılananların sayısı artıyor ama bir yanda da koronavirüs yeni varyantlarıyla etkisini sürdürüyor. Yani vaka ve ölüm sayılarında beklenen hedefler yakalanmış değil, aksine, ciddi anlamda artış dahi oldu. Dahası, Delta varyantından daha bulaşıcı yeni bir mutant durumu söz konusu. Bu bağlamda da “Mart ayına kadar Avrupa'da 700 bin kişi daha ölebilir” diye DSÖ kaynaklı uyarılar var. Bu gelişmeler nedeniyle de Avrupa'nın birçok ülkesinde kısıtlamalar yeniden devrede. Ülkemizde ise günlük vaka sayısı hâlâ 20 binin, ölenlerin sayısı ise 200’ün üzerinde. Açıkçası, dünyada da bizde de görüntü hiç iç açıcı değil. Ancak bu tedirgin edici tabloya karşın bir de Japonya'da yaşanan vaka sayısındaki ani düşüş, hele de bunun virüsün kendi kendine etkisini yok ettiği iddiaları "SARS gibi biter mi?" tartışmasını başlattı. Ve kafalar da hepten karıştı. Dolayısıyla, yeni varyant tehdidi, virüsün intihar olasılığı, kısıtlamalar ve zorunlu aşı
Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’deki kirli oyunu ve tezgâhı malum. Küstahça, provokatif, gerilimi artırıcı, saldırgan söylem ve eylemler içinde bulunuyor. Ama bir yandan da sanki Türkiye’nin Yunanistan’a karşı bir hamlesi varmış gibi ifadeler kullanarak ‘Yunanistan mağdur, Türkiye saldırgan’ algısı oluşturmaya çalışıyor. Aynı durum ve ikiyüzlülük düzensiz göç, sığınmacılar politikası için de geçerli. Orada da lafa geldi mi insan hakları savunucusu havası veriyor ancak bunun sahadaki görüntüsü ise tam tersi. Ülkesine gelmek isteyen, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu düzensiz göçmenleri Ege’de insanlık dışı uygulamalarla Türk kara sularına itiyor. Hem de uzunca bir süredir ve hak, hukuk, kural falan takmadan. Mesela deniz hukuku diyor ki denizde zor durumda olan insanları alacaksın, sahile getireceksin, indireceksin, denize bırakmayacaksın. Ama Yunanistan ne yapıyor? Bırak yardımı, denizdekileri sahile taşımayı falan insanlara silah doğrultarak geri dönmeye zorluyor ya da
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışına odaklı kısır tartışmalar devam ediyor. Kolay da bitmez çünkü tartışma kendi içinde de boyut değiştirdi. Başlarda hangi kesimle, kiminle, nasıl hesaplaşılacağına dönük netlik olmadığı için farklı öngörüler ve merakla birlikte Kılıçdaroğlu’nun gündem yaratarak siyaseten doğru bir hamle yaptığına ilişkin tespitler ağırlıktaydı. “Gündemi artık AKP değil CHP belirliyor. Kılıçdaroğlu bir şey söylüyor, gündem oluyor ve takılıyorlar peşine” deniliyordu. Tabii “Kılıçdaroğlu’nun taktiği siyaseten doğru ama içini doldurması gerekir” diye temkinli yaklaşanlar da vardı. Özellikle de CHP içerisinden. Dolayısıyla o cenahtan endişe içerikli mesajlar dışında da pek fazla ses çıkmadı. Ama Kılıçdaroğlu’nun yelpazesi oldukça geniş helalleşme listesini açıklamasıyla, daha doğrusu geçmişteki bütün yanlışlardan, suçlardan partisinin sorumluymuş gibi bir hava yaratmasından sonra CHP
Koronavirüs salgınının ilk merkezi olan Avrupa bir kez daha pandeminin merkez üssü haline gelirken, ülkemizde de tablo hiç açıcı değil. Günlük vaka sayısı 20 binin, ölenlerin sayısı ise 200’ün üzerinde. Dolayısıyla, bazı Avrupa ülkelerinde uygulanan “aşı olmayana karantina” ve tartışılan “zorunlu aşıya” kadar pek çok yeni önlemin bizde de gündeme alınmasında yarar var. Şöyle ki; Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 18 yaş üstü nüfusta iki doz aşı yapılma oranı yüzde 80’i geçti ama koronavirüsle mücadelede bırakın kitlesel bağışıklık duvarını yakalamayı, çok az kaldı bile diyemiyoruz. Niyesi de iki doz Sinovac yaptıranın üç ay sonra, iki doz BioNTech yaptıranın da yaklaşık 6-7 ay sonra antikorlarının düşüşe geçmesi, aşının etkisini kaybetmesi. Yani bir yandan da bağışıklık kaybediliyor. O yüzden de uzun zamandan beri özellikle iki doz Sinovac olanlara 3. doz ya da hatırlatma dozu yaptırın deniliyor. Aynı çağrı kısa bir süre önce iki doz BioNTech olmuş ve
Belarus’ta yaklaşık 20 bin göçmen, AB’nin Doğu Avrupa hududundaki Polonya sınırlarını zorluyor. Polonya, göçmen akınına karşı Belarus sınırına jiletli tel çit döşerken, 12 bin askerden oluşan etten bir duvar da ördü. Sınırı geçmeye çalışanlara çok sert müdahaleler yapıldı. Şimdiye dek en az 11 göçmen yapılan müdahalelerde öldü. O nedenle de Belarus, Polonya’yı göçmenlere insani muamelede bulunmamakla suçluyor. Polonya’da Belarus’un göçmenleri siyasi araç olarak kullandığını savunuyor. Bölgeden yansıyan son gelişme ise göçmenlerden bazılarının Polonya güvenlik güçlerinin müdahalesi sonrası sınır noktasından ayrıldığı şeklinde. Ancak sınırda bekleyişini sürdürenler de var. Yani Belarus-Polonya sınırında tansiyon hayli oynak. Buna dönük siyasi gelişmeler de iki ülke sınırlarını fazlasıyla aşmış durumda. Dolayısıyla, Polonya-Belarus krizini bir yanıyla AB-Rusya krizi, hatta AB’den çok, doğrudan ABD-Rusya krizi olarak değerlendirmek
ABD’nin Türkiye ile olan ilişkilerinde son yıllarda sarf ettiği her söz ve attığı adım tam anlamıyla yalandan burnu uzayan Pinokyo serisi gibi. Özellikle de PKK/PYD/YPG ya da SDG odaklı Suriye politikası. Çünkü alenen terör örgütüne, teröristlere destek veriyor, koruyup kolluyor ama söze geldi mi de bunun DEAŞ’a karşı mücadelede zorunlu bir birliktelik olduğu havası veriyor. Hatta teröristlerin elebaşlarının bile itiraf ettiği PKK ile YPG/SDG arasındaki organik bağı, yok gibi göstermeye çalışıyor. Yani yersen durumu...Evet ABD’nin eskilerde de PKK’yla ilişkisi vardı, biliniyordu ama daha bir gizliydi, dolayısıyla yalanlar da bu kadar pervasızca değildi. Ki bunun son örneği de ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü John Kirby’nin SDG ismini kullanan terör örgütü YPG/PKK elebaşı Ferhat Abdi Şahin’in, ABD’nin kendilerine Türkiye’nin muhtemel operasyonuna karşı teminat verdiği iddiasına karşılık verdiği şu yanıttı:
“Suriye’de SDG ile ortaklığımız sadece DEAŞ ile mücadeleye dayalı. DEAŞ ile
Koronavirüsle mücadelede en etkin yöntemin aşı olduğu örnekleriyle kanıtlanmış durumda. Aşı olan ülkelerde, yerlerde bulaş düşüyor. Tabii aşılama hızı ve oranıyla bağlantılı olarak. Çünkü özellikle sürekli mutasyona uğrayan virüsü yenmek için aşılamanın mutasyon hızını geçmesi ve toplumun büyük çoğunluğunun en kısa sürede aşı olması şart. Yoksa günlük vaka ve ölüm sayılarının hepten düşmesini beklemek hayal. Dolayısıyla, her yetkili de “Aşı olun” diye uyarıyor. Ama aşı karşıtları ya da kararsızları hâlâ önemli bir sorun. Hem sayısal oranları hem de olmaya niyetlenenlerin kafalarını bulandırma anlamında. Dahası, bir de aşı takvimine uymayanlar var. Yani ilk doz aşısını olup da devamını getirmeyenler, daha doğrusu uyarıları takmayanlar. Bunların sayılarını da Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Twitter hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda, “Yaklaşık 8.6 milyon kişi zamanı gelmiş olan 2. veya 3. doz aşısını yaptırmadı” diye daha yeni duyurdu. Dolayısıyla, hem önemli bir çoğunluğun hâlâ aşı
30 yıl sonra yine Karabağ’dayız... Kan ve gözyaşı diyarında zafer coşkusu... Ermeniler kaçarken her yeri yakıp yıkmış... Karabağ yeniden inşa ediliyor, artık havaalanı bile var. Bir zamanlar sivillerin üzerine bombaların yağdığı Fuzuli’ye uçakla gittim... Şuşa’nın sokaklarında askerler gururla dolaşıyor.
İşgal altındaki topraklarını kurtaran Azerbaycan haklı olarak zaferin gururu ve coşkusunu yaşıyor. Ne kadar sevinseler az. Çünkü Ermenistan’ın her türlü hukuksuzluğu, alçaklığı karşısında 30 yıl boyunca hak, hukuk, adalet beklentisi içindeydiler. Yani hakları olanı alabilmek için sabrettiler. Ama işgal altındaki Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu defalarca tescil eden BM ve oluşturduğu çözüm grupları sadece oyalamakla yetindi, hatta dalga geçer gibi davrandı. Sonunda da Azerbaycan hakkı olanı kanıyla, canıyla sahada söke söke geri aldı. “Karabağ Azerbaycan’dır” diyerek noktayı koydu. Hem de yine Ermenistan’ın sivillere yönelik alçakça füze saldırıları ve kirli oyununa, Rusya’yı da