30 yıl sonra yine Karabağ’dayız... Kan ve gözyaşı diyarında zafer coşkusu... Ermeniler kaçarken her yeri yakıp yıkmış... Karabağ yeniden inşa ediliyor, artık havaalanı bile var. Bir zamanlar sivillerin üzerine bombaların yağdığı Fuzuli’ye uçakla gittim... Şuşa’nın sokaklarında askerler gururla dolaşıyor.
İşgal altındaki topraklarını kurtaran Azerbaycan haklı olarak zaferin gururu ve coşkusunu yaşıyor. Ne kadar sevinseler az. Çünkü Ermenistan’ın her türlü hukuksuzluğu, alçaklığı karşısında 30 yıl boyunca hak, hukuk, adalet beklentisi içindeydiler. Yani hakları olanı alabilmek için sabrettiler. Ama işgal altındaki Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu defalarca tescil eden BM ve oluşturduğu çözüm grupları sadece oyalamakla yetindi, hatta dalga geçer gibi davrandı. Sonunda da Azerbaycan hakkı olanı kanıyla, canıyla sahada söke söke geri aldı. “Karabağ Azerbaycan’dır” diyerek noktayı koydu. Hem de yine Ermenistan’ın sivillere yönelik alçakça füze saldırıları ve kirli oyununa, Rusya’yı da çekmek için kurguladığı sinsi planlarına rağmen. Dolayısıyla, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarıyla birlikte yaptığı Bakü-Fuzuli-Şuşa turunda 30 yıl önce Azerbaycan toprağı Karabağ’daki gelişmeleri yakından takip eden bir gazeteci olarak ben de başkent Bakü ve ülke genelinde günlerdir süren sokaktaki coşkuyu, birlik, beraberliği, asker-sivil herkesin vatan topraklarını koruma kararlılığını izlerken duygulandım, mutlu oldum. O arada da eskileri, Ermenistan’ın 1992 Şubat’ındaki Hocalı katliamından başlayarak yaptığı alçaklıkları ve devreye soktuğu Dağlık Karabağ’ı işgal planını ve o kara günleri anımsadım.
Karabağ ve çevresi bir yılda modern projelerin şantiye alanına dönüştü. Siviller için yeniden inşa ediliyor. Bölge yasaklı olduğu için sadece askerler var. Milliyet yazarı Tunca Bengin, şehri gezerken karşılaştığı Azerbaycan askerlerine 30 yıl önceki haberlerini gösterdi.
***
Azerbaycan o zaman da topraklarını savunma konusunda kararlıydı ama koşullar ve şartlar bugünden çok farklıydı. Özellikle de ülkenin içinde bulunduğu siyasi istikrarsızlık nedeniyle. Başkent Bakü’de darbeler oluyor, bunu fırsat bilen Ermeni çeteciler de Rusya’nın yönlendirmesi ve desteğiyle Azeri yerleşim yerlerine saldırıyordu. O karanlık günlerde dolaştığım Agdam, Laçin, Fuzuli, Cebrayil, Gubatlı, Şuşa ve diğer yerleşim yerlerinde insanlar yoğun roket, havan saldırıları ve Ermeni çetecilerin estirdiği terör havası nedeniyle tam bir panik içindeydi. Evleri yakılan, kurşunlanan çaresiz insanlar dünyaya seslerini duyuramamaktan yakınıyorlardı. Azeri köylerini basan ve yakıp yıkan Ermeni çeteciler, yaşlı, kadın, çocuk bakmaksızın cinayetlerini sürdürüyorlardı. Bir şekilde canlarını kurtaranların anlattıkları da dehşet vericiydi. Tecavüz, işkence, kulak, parmak kesme, hatta kafa derisi yüzme gibi insanlık dışı her türlü iğrençlik, zorbalık vardı. O nedenle de herkes evini, toprağını terk ederek göçüyordu. Öncelikle kadın ve çocuklarını cepheden uzaklaştırıyorlar, onun için de ellerinde avuçlarında bulunan son paralarını da ateş hattından kaçmak için kamyonlara yatırıyorlardı. Araç bulamayanlar ise hayvanların sırtına yükleyebildiği eşyalarıyla bölgeden ayrılıyordu. Yol boyları, vadiler, tepeler köylülerin kendi olanaklarıyla yaptığı çadırlarla doluydu. Koyununu, keçisini, tavuğunu alan insanlar, birer ikişer gün dağlarda konaklayarak Azerbaycan içlerine doğru kaçıyorlardı. Yaşlı kadınlar gördükleri her Azeri askerine sarılıp “Bizi zulümden kurtarın, evimize dönelim” diyerek ağlıyordu. Askerler de onlara “Topraklarımızı alacağız” sözü veriyordu. Ama Rusya’nın desteğindeki Ermenistan’a karşı silah ve donanım yetersizliği had safhadaydı. Dahası, Ermenistan saflarında Rus ve başka ülkelerden gelen paralı askerler de vardı.
Hankenti’ne giden bağlantı yollarını kontrol eden noktalardaki Rus bayrağı ve nöbetteki Rus askerleri dikkat çekiyor.
***
O günlerdeki yokluklardan, kara tablodan geliyoruz bugünlere... Önce Bakü’den başlayalım; 30 yıl önce ilk kez geldiğim kent özellikle mimarisi, geniş caddeleriyle beni çok etkilemişti. Ama gündüzleri aydınlık, geceleri de son derece karanlık ve sessiz bir şehirdi. Özellikle de darbeli süreçteki, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı karartma gecelerinde. Caddeler, sokaklar kalabalıktı ama insanlardaki genel hava daha çok endişe ve tedirginlik içeriyordu. Karabağ’daki Ermeni işgaline ve zulmüne tepki had safhadaydı ama bir o kadar da çaresizlik ve umutsuzluk vardı. 30 yıl sonra geldiğim Bakü için öncelikle söyleyeceğim iki kelimeyle şu: Muhteşem, etkileyici. Çünkü kent öylesine gelişmiş, büyümüş ki şaşırdım. Özellikle de kentin asla bozulmayan mimari dokusu ve aksine, yeni yapılan binaların da onlara uydurularak tam bir ahenk sağlanması nedeniyle. Kentte yükselen kule ve gökdelenler de Bakü’ye ayrı bir hava katmıştı. Benim yıllar önce tanık olduğum kentteki gece karanlığı da gitmiş, onun yerine ışıl ışıl parlayan bir Bakü ortaya çıkmıştı. Ama beni asıl hayrete düşüren de tüm bunlarda Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in eşi, Azerbaycan First Lady’si Mihriban Aliyeva’nın özel ilgisi ve katkısının olmasıydı.
***
30 yıl sonra Karabağ’dayız... Hem de benim yıllar öncesinde ulaştığım sarp, çukurlarla dolu dağ yollarından değil, havadan uçakla Fuzuli Havaalanı’na iniyoruz. Yani 30 yıl önce kan ve gözyaşının hâkim olduğu, Ermeni zulmü nedeniyle sivil halkın terk ettiği kente. Hiç unutmuyorum, tepelerden yerleşim merkezinin üstüne bombalar yağıyordu. O günlerde MİLLİYET’te yayımlanan yazımın başlığı da şuydu: “Fuzuli de düşmek üzere”. Dolayısıyla, Fuzuli’nin tekrar Azerbaycan toprağı olduğunu görmek beni çok etkiledi. Hele de bizi getiren uçağın indiği Fuzuli Havaalanı’nın (pist ve modern terminal binaları) sekiz ay gibi kısa bir sürede tamamlandığını öğrendiğimde. İşte budur diyecektim ama yapılan o kadarla sınırlı değil, Ermeni işgalinden kurtarılan Zengilan ve Laçin’de de havaalanı yapımı devam ediyor. Gecikme nedeni de Ermenilerin döşediği mayınların temizlenmesi. Yakında da açılacaklar. Yani kısa bir süre sonra Karabağ’a havadan ulaşım noktası üçleniyor.
Karayoluyla Azerbaycan’ın kültür başkenti Şuşa’ya doğru yol alıyoruz. Öncelikle dikkatimi çeken düz zemini ve sarı çizgileriyle yeni yapılmış pırıl pırıl, asfalt yollar. Yani yollar eskisi gibi bozuk ve çukurlarla dolu değil. Sarp dağ yollarındaki virajlarda döne döne Şuşa’ya ilerlerken, yol boyunda sağlı sollu, Ermenilerin kaçarken yakıp yıktığı yerleşim yerlerini görüyorum. Taş üstünde taş bırakmamışlar. Yol boyunca dikkatimi çeken bir başka nokta da hâlâ Ermenilerin bulunduğu Hankenti’ne giden bağlantı yollarını kontrol eden noktalardaki Rus bayrağı ve nöbetteki Rus askerleri. Yaklaşık 1.5 saatlik yolculuk sonrası Şuşa’dayız... 30 yıl önce buraları terk ederken askerlere sarılıp “Bizi zulümden kurtarın, evimize dönelim” diye ağlayan yaşlı kadınları ve askerlerin onlara verdiği “Topraklarımızı kurtaracağız” sözlerini düşünüyorum. İşte şimdi o Şuşa’nın her yerinde, dağında, tepesinde Azerbaycan bayrakları dalgalanıyor, kentin sokaklarında Azerbaycan askerleri dolaşıyor. Kent merkezi ise tam anlamıyla bir şantiye görünümünde. Yakılan yıkılan her yer, kilise dahil restore ediliyor. En çok ilgimi çekenlerden biri de kentteki butik, modern oteller çünkü eskilerde sadece Konak Evi denilen, diğerlerinden biraz hallice bir bina vardı. Şuşa’nın sokaklarında gururla dolaşan Azerbaycan askerleriyle konuşuyorum. Hepsinin yüzü gülüyor. Onlara 30 yıl önceki kara günlerde de burada olduğumu anlatıyorum ve cep telefonumdan 30 yıl önce MİLLİYET’te yayımlanan yazılarımı ve o güne ait fotoğrafları gösteriyorum. “Gardaşım” diye sarılıyorlar, devamı da “Azerbaycan-Türkiye gardaş” şeklinde geliyor. Karabağ’da henüz asker dışında sivil tek bir insan yok. Çünkü henüz yasak bölge, mayınlar temizleniyor, bu arada da yıllar önce yerlerini, evlerini terk eden insanlar için akıllı köyler inşa ediliyor. Kısacası, Azerbaycan askerlerinin 24 saat kol gezdiği Karabağ’da sivillerin yıllar önce terk ettiği topraklarına, evlerine dönüş için harıl harıl bir faaliyet devam ediyor.
***
Özetle; Azerbaycan’ın bugünü dünün karanlık, yokluk, çaresizlik tablosundan çok farklı. Şimdi SİHA’lar, modern savunma ve taarruz sistemleriyle donanımlı kara, hava, deniz kuvvetleriyle daha da güçlenen bambaşka bir Azerbaycan ordusu var artık. Dahası, sadece askeri anlamda değil, yönetimi ve ekonomisiyle istikrar ülkesi Azerbaycan’da iktidarı, muhalefeti tüm siyasiler ve halk birlik, bütünlük içinde. Tek bir aykırı ses, hareket yok. Herkes ortak davalarının inancı ve kararlılığıyla birbirine kenetlenmiş durumda. Yani Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in tanımıyla Azerbaycan sımsıkı, demir yumruk gibi. Dolayısıyla da Azerbaycan mükemmel bir diplomasiyle, mükemmel bir siyasi manevrayla ve mükemmel bir askeri operasyonla işgal edilmiş topraklarını geri almanın haklı onurunu, gurunu yaşıyor. Can Azerbaycan, zaferlerin daim olsun, sonsuza dek hep yumruk gibi böyle sımsıkı kal...
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024