Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’deki kirli oyunu ve tezgâhı malum. Küstahça, provokatif, gerilimi artırıcı, saldırgan söylem ve eylemler içinde bulunuyor. Ama bir yandan da sanki Türkiye’nin Yunanistan’a karşı bir hamlesi varmış gibi ifadeler kullanarak ‘Yunanistan mağdur, Türkiye saldırgan’ algısı oluşturmaya çalışıyor. Aynı durum ve ikiyüzlülük düzensiz göç, sığınmacılar politikası için de geçerli. Orada da lafa geldi mi insan hakları savunucusu havası veriyor ancak bunun sahadaki görüntüsü ise tam tersi. Ülkesine gelmek isteyen, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu düzensiz göçmenleri Ege’de insanlık dışı uygulamalarla Türk kara sularına itiyor. Hem de uzunca bir süredir ve hak, hukuk, kural falan takmadan. Mesela deniz hukuku diyor ki denizde zor durumda olan insanları alacaksın, sahile getireceksin, indireceksin, denize bırakmayacaksın. Ama Yunanistan ne yapıyor? Bırak yardımı, denizdekileri sahile taşımayı falan insanlara silah doğrultarak geri dönmeye zorluyor ya da bulundukları botları delerek veya motorlarını alarak onları karanlık sularda çaresiz bırakıyor. Açıkçası, insan haklarını ve uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak karadan kapısına dayanan göçmenleri döven, soyan, öldüren Yunanistan, denizde de bebekleri, kadınları acımasızca ölüme terk ediyor. Bu anlamda da bir, üç, beş değil, yüzlerce örnek var. Hem de dehşet verici görüntüleriyle. Bunun sonuncusunu da daha yeni izledik. Buna dönük olarak da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “İnsan haklarından bahsediliyor ancak Yunan Sahil Güvenliği’nin savunmasız insanların botlarını denizin ortasında delmeye teşebbüs etmeleri, ateş etmeleri büyük bir insanlık suçu, vicdansızlıktır” şeklindeki sözleri Yunanistan’ın gerçek yüzünü çok net olarak ortaya koydu. Dahası, dünyanın gözü önünde alenen sergilenen bu utanç verici durumun sistematik bir uygulama olduğunu da. Çünkü buna Ege’deki göçmen trafiğinin pik yaptığı 2015 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nın özel izniyle bindiğimiz Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ait botta yaşadıklarımızla biz de tanık (18 Kasım 2015 tarihli yazımız) olmuştuk. Ayvacık sahilinden Midilli’ye doğru yola çıkan yamalı lastik botlardaki sığınmacıları Türk Sahil Güvenlik botları geri döndürmek amacıyla çabalarken, Yunan Sahil Güvenlik botu burnumuzun dibinde kendi kara sularından gelişmeleri izliyor, geçen olursa da zorla geri, daha doğrusu ölüme itiyordu. Sığınmacılar arasındaki kadınların bağırmaları, çocukların, bebeklerin ağlamaları falan da umurlarında bile değildi. Dalgalarla boğuşan insanlar içinde bulunduğum Türk Sahil Güvenlik botuna alınırken de komutanın sözleri şu olmuştu:
“Bunların çoğu ilk kez deniz gören insanlar. Aralarında çocuk, kadın, sakat bir sürü profilde insan var. Hepsinin üzerlerindeki can yelekleri kaliteli olsa dahi ki değil ya da en iyi yüzme bilenin bile denizde garantisi olmaz. Yapacağınız yanlış bir hareket onların içinden birkaçının ölümüne neden olabilir.”
Yani bir yanda insanlık suçu, vicdansızlık, diğer yanda merhamet, insanlık dersi örnekleri vardı. Dolayısıyla, ölümle-yaşam çizgisi arasındaki bu gel-giti izlerken de Yunanistan’ın yaptığı kabul edilemez, vicdansızlık ama Türkiye’nin bu konudaki çabası ve fedakârlığını görmemek daha da büyük vicdansızlık diye düşünmüştüm. Ki aynısı bugün için de geçerli. Hatta daha da ileri bir durum söz konusu. Çünkü o gün ve bugün hâlâ hem Yunanistan’ın vicdansızlığını hem de Türkiye’nin fedakârlığını görmeyenlerin aslında doğrudan bu vicdansızlıklara göz yumma pozisyonunda ya da aynı kafada oldukları çok açık ve net ortada. Şimdilerde Belarus’ta AB’nin Doğu Avrupa hududundaki Polonya sınırında veya daha önceleri Macaristan, Bulgaristan, İtalya ve birçok diğer AB ülkeleri sınırlarında yaşananlar ile savaştan kaçanları durdurmak için sınırlara çekilen duvar ve tel örgüler de bunun kanıtı. Yani Yunanistan ya da AB ülkeleri hepsi söze geldi mi insan hakları savunucusu rolünü üstleniyor, başkalarına ahkâm kesiyor ama gerçekte çözüm üretmek ya da yükü paylaşmaktan ziyade, yeter ki benim rahatım, huzurum bozulmasın havasındalar. Hatta kapılarına dayananları durdurmak için de milyonlarca euro ve yüksek teknoloji kullanılarak ‘Frontex’ adıyla, Avrupa Sınır Koruma Polisi kurdular. Yaptıkları insanlık dışı uygulamalarla da adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Kısacası, Yunanistan ya da diğer AB ülkelerinin insanlık suçu ve vicdansızlık anlamında yok aslında birbirlerinden farkları.