Belarus’ta yaklaşık 20 bin göçmen, AB’nin Doğu Avrupa hududundaki Polonya sınırlarını zorluyor. Polonya, göçmen akınına karşı Belarus sınırına jiletli tel çit döşerken, 12 bin askerden oluşan etten bir duvar da ördü. Sınırı geçmeye çalışanlara çok sert müdahaleler yapıldı. Şimdiye dek en az 11 göçmen yapılan müdahalelerde öldü. O nedenle de Belarus, Polonya’yı göçmenlere insani muamelede bulunmamakla suçluyor. Polonya’da Belarus’un göçmenleri siyasi araç olarak kullandığını savunuyor. Bölgeden yansıyan son gelişme ise göçmenlerden bazılarının Polonya güvenlik güçlerinin müdahalesi sonrası sınır noktasından ayrıldığı şeklinde. Ancak sınırda bekleyişini sürdürenler de var. Yani Belarus-Polonya sınırında tansiyon hayli oynak. Buna dönük siyasi gelişmeler de iki ülke sınırlarını fazlasıyla aşmış durumda. Dolayısıyla, Polonya-Belarus krizini bir yanıyla AB-Rusya krizi, hatta AB’den çok, doğrudan ABD-Rusya krizi olarak değerlendirmek mümkün. Nitekim bu anlamda ülkeler arası karşılıklı mesajlar ve suçlamalar havada uçuşuyor. Yani olayın asıl ön planda olması gereken insani boyutu yine arka planda. Hem sığınmacıların soğuk hava koşulları ve yetersiz beslenmeleri nedeniyle yaşadığı dram hem de uygulanmayan uluslararası hak, hukuk normları anlamında. Çünkü nedenleri öyle ya da böyle, şimdilerde Belarus-Polonya sınırında yaşananlar AB’nin ikiyüzlülüğünü ve bencilliğini de çok net ortaya koyan bir durum aslında. Şöyle ki Ortadoğu’ya, Afrika’ya, Asya’ya sözüm ona “özgürlük, demokrasi ve insan hakları” getirmek için müdahale eden, ayar vermeye kalkan Avrupa bir yandan da ABD ile birlikte ülkeleri yaşanmaz hale getiriyor. Can korkusu ve daha iyi bir yaşam için insanlar yola düşünce de “Sakın bana gelme” diye panikleyip duvarlarla engel olmaya çalışıyor. Halihazırda birçok AB ülkesinde savaştan kaçanları durdurmak için sınırlara duvar ve tel örgüler inşa edilmiş durumda. Kapıya dayananları durdurmak için de milyonlarca euro ve yüksek teknoloji kullanılarak ‘Frontex’ adıyla, Avrupa Sınır Koruma Polisi kuruldu. Yani söze geldi mi insan hakları savunucusu rolünü üstlenen Avrupa gerçekte çözüm üretmek ya da yükü paylaşmaktan ziyade, yeter ki benim rahatım, huzurum bozulmasın havasında. Ki aynı tavrını bugün dünyada göç yükünü en fazla üstlenen Türkiye’ye de gösterdi, defalarca yükü paylaşma sözü vermesine ve bu konudaki anlaşmalara rağmen asla gereğini yapmadı. Ama ne zamanki İdlib ya da Afganistan kaynaklı Türkiye üzerinden kendisine yönelik yeni bir göç tehdidi algılanırsa anında bunları hatırlıyor ve daha bir çözüm odaklı söylemler, görüşmeler yapıyor, hatta kesenin ağzını açmaya dönük mesajlar veriyor. Açıkçası, ikiyüzlü ve yersen durumuyla konuyu geçiştiriyor. O nedenle de şimdilerde Doğu Avrupa sınırlarına sadece 20 bin kişinin dayanmasıyla panikleyen AB’nin Türkiye’nin sığınmacılar ve göç konusundaki fedakârlıklarını, önemini kavrayarak yük paylaşımı konusunda artık elini taşın altına koymasının özellikle kendi yararına olduğunu anlaması şart. Niyesini İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır (eski BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Dış İlişkiler Sözcüsü) anlatıyor:
“İdlib’den bir göç dalgası olsa, kapılara dayansa ya da Afganistan’dan büyük göç yaşanmadı şu ana kadar ama ilkbaharda falan Taliban’ın uygulamalarına paralel olarak olma ihtimali var. On binlerce kişi Türkiye sınırına yüklenirse, Türkiye ‘Ben 4-5 milyon insanı barındırıyorum, artık bunları alacak kapasitem yok’ diyecek, diyor da zaten. Nitekim duvarını da ördü. ‘Ben almıyorum’ dediği zaman AB hangi yüzle Türkiye’ye al bunları koru diyebilecek? Bunlar Türkiye’nin batı sınırına da yaslanırsa AB işin içinden çıkamaz, dolayısıyla zıtlaşma değil uzlaşma lazım. Uzlaşma da yine uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yük paylaşımı, sorunların paylaşımı, daha çok insanı da AB ülkelerine nasıl yerleştiririm şeklinde olmalı. Türkiye, Belarus gibi sınır ülkeler bunu tehdit aracı olarak kullanmamalı ama AB’nin de daha iş birlikçi olması ve çözüm üretmesi lazım. O çözümler de BM’nin çağrıları doğrultusunda uluslararası hukuk çerçevesinde yapılmalı. Mesela Belarus sınırındaki sığınmacılara bir kere insani yardım yapılmalı, daha önemlisi, mülteci hukuku açısından AB’nin bu insanların geldiği ülkelere bakarak aralarında sığınma talebi olup olmadığını, bu talebin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığını kontrol edip olanları içeri alması gerekiyor. Yapılması gereken, uluslararası hukuk açısından bu ve BM de bunun çağrısında bulundu.”
Özetle; Belarus krizi söze geldi mi hak hukuk diyen AB için tam anlamıyla bir samimiyet testi. Dahası, gerçekleri bir kez daha görme ve çözüm üretme konusunun doğrudan kendi güvenliğiyle ilgili olduğunu anlama konusunda bir fırsat. Yoksa duvar dikme, sınıra asker-polis yığma falan hikâye. Hele de sınırlarına binler değil milyonlarca insan yığıldığında. Onun için de AB’nin bu yaşananlardan ders alarak çözüm odaklı davranmasında yarar var. Tabii kendilerini gerçekten güvende hissetmek istiyorlarsa.