Endonezya’da önceki günkü 7.3’lük deprem sonrası yapılan tsunami uyarısı kaldırılana kadar geçen birkaç saatlik sürede ajanslardan gelen haberler hep 2004 ve 2018’de yaşanan felaketler üzerineydi. 2004’te 9.1 büyüklüğündeki depremin yol açtığı tsunami binlerce kilometre uzaklıktaki Afrika kıyılarına kadar ulaşmış ve felakette 220 bin insan hayatını kaybetmişti. Can kayıplarının 170 bini Endonezya’daydı. 2018’de de 7’den büyük birçok deprem kayıtlara geçmiş ve yaşanan tsunamide 4 bin 300 kişi ölmüştü. Neyse ki böyle felaketleri anımsatan olasılık bir iki saat sonra gelen açıklamalarla kalktı. Tabii şimdilik. Çünkü yeryüzünün en büyük su kütlesi Pasifik Okyanusu’nu boydan boya kat eden Pasifik Ateş Çemberi Fay Hattı’nın üzerinde yer alan Endonezya’da hem şiddetli depremler hem de volkan patlamaları sıklıkla yaşanıyor. Yani böyle bir tehdit her an yine olası. Dolayısıyla, Endonezya’daki gelişmeleri izlerken, İstanbul’u tehdit eden
Pek çok ülkede terör örgütü olarak tanımlanmasına rağmen geldiğimiz noktada PKK Avrupa’da özellikle de Almanya’da siyasal etkinlik alanını derinleştiriyor. Bu anlamda da terör örgütü PKK’lıların aleni ya da örtülü STK’lar, dernekler, vakıflar, yardım kuruluşları ve araştırma enstitüleriyle dirsek teması var. Aynı durum FETÖ, DHKP/C veya başka terör örgütü üyeleri için de geçerli. Dahası başta Almanya olmak üzere birçok AB ülkesi de Türkiye’nin birlik, beraberlik içeren toplum sözleşmesine aykırı faaliyet gösteren kişi, kurum, örgüt cemaat ve yapılara fonlarla finans desteği sağlıyor. Açıkçası etnik ve mezhep farklılıklarını tetikleyerek Türkiye’yi parçalamaya yönelik kirli bir tezgâh içindeler. Tıpkı ABD’nin yaptığı gibi. Yani ABD ile Almanya’nın PKK’ya bakışlarında hiçbir fark yok aslında. Ya da PKK’ya bakışta ABD neyse Almanya da o. Çünkü her ikisine göre de PKK resmen terör
New York Times’ın “Esad rejimine yakın isimler ülkeyi ‘narko-devlete’ dönüştürdü” iddiası Suriye bataklığının nasıl bir bela, tehdit olduğunu ortaya koyma açısından anlamlı ama şaşırtıcı değil. Çünkü ta baba Hafız Esad döneminden bu yana zaten adı terörle anılan, başta PKK tüm terör örgütlerine, teröristlere yataklık yapmakla, hatta ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından devlet destekli terörizme katılmakla suçlanan bir ülke Suriye. Son 10 yıldaki iç savaşta yaşananlar ve buna bağlı göç olayları da malum. Dahası, şimdilerde ABD’ye daha yakın ya da onun güdümünde devletçik kurma peşindeki terör örgütü PKK’nın uyuşturucu ağını, bağlantılarını ve uyuşturucu ticaretinden nasıl nemalandığını da bilmeyen yok. Bu durumda da Suriye rejimi ile terör örgütü PKK’nın uyuşturucu rantı bağlamında birbirleriyle kapışmaları da olası. Tabii aralarında bu konuda gizli bir anlaşma ya da ilişki falan yoksa. Nasıl PKK/YPG/PYD terör örgütü ABD’ye yakın
Siyasi polemikler ve erken seçim tartışmalarının pik yaptığı ülkemizde hayati önemdeki konular ancak anlık gelişmelerle gündeme geliyor. Ve o an için konuşulup geçiştiriliyor. Mesela İstanbul’da Anadolu yakasının birçok noktasında yoğunlaşan koku nedeniyle yaşanan son deprem korkusu ve tartışmaların bilim insanlarının açıklamalarıyla yine yatışması gibi. Yani şimdilik ve anlık rahatlama durumu çünkü yarın bir gün hissedilecek olası bir sallantı ya da bulutların dalgalanması, suların ısınması veya çekilmesi gibisinden gelişmelerle korku ve panik havası yine pik yapacak. Dolayısıyla da hep birlikte o bildik kısır deprem tartışmalarına odaklanacağız. “Bu sallantılar İstanbul’u tehdit eden fayı tetikler mi ya da gelişen doğa olayları o büyük depremin habercisi mi?” diye. Yani anlık rahatlamalar durumuna devam edeceğiz. Hem de İstanbul’da korkulan o depremin olacağını bile bile. O nedenle de hâlâ depreme hazırlıklı olmayı önemsemekten ziyade, depremin yeri, zamanı, büyüklüğü ya da bazı gelişmelerle ilgili depremi tetikleyici veya
Teröristbaşlarından Duran Kalkan’ın koruması Mazlum Jir Agiri kod adlı Emrah Adıgüzel ile Sarina Diljin kod adlı terörist Pervin Arslan’ın Kuzey Irak’ta paketlenmesi MİT’in, PKK’nın iliklerine kadar sızdığını ve bölgede ne denli etkili olduğunu, çok net ortaya koydu. Çünkü bu operasyon “derin” dünyaya göre; prestiji yüksek bir istihbarat başarısı...Teröristlerin kendilerini güvende hissettikleri alanlara sızıyorsunuz, orada bir operasyon yapıyorsunuz, sonra da beraberinizdeki “paketlerle” Türkiye’ye geliyorsunuz. Üstelik de sadece terör örgütü PKK’yı değil, bölgede cirit atan teröristlerin hamisi CIA ve MOSSAD’ı, MI6’yı da atlatarak. Yani öyle gizli, seri hareket ediyorsunuz ki hiç kimsenin haberi olmuyor. Dolayısıyla hem bu operasyon hem de hız kesmeden devam eden nokta vuruşlardaki hedef tespitleri, tarifleri Türkiye’nin istihbarat olarak çok önemli bir yerde olduğunu gösteriyor. Tabii bu da teröristbaşları Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan ba
Geçen akşam Kadıköy-Hasanpaşa’daki Müze Gazhane’de Genel Yönetmenliğini Coşkun Aral, yönetmenliğini Murat Toy, yapımcılığını da Müge Aral’ın yaptığı mülteciler üzerine kurgulu “Hayat Yeniden” adlı belgeselin galasındaydık. Dolayısıyla, sıkça tartışılan, hatta artık hem iktidar hem muhalefet açısından iç politika malzemesi haline gelen Suriyeliler ve göçmen yükü konusunun bir başka boyutunu da görme fırsatı bulduk. Bu arada da belgeselin fikir babalarından ve göç-göçmen konusunun en yetkin isimlerinden Türk-Alman Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Erdoğan ile ülkemizdeki Suriyelilerin geleceği üzerine sohbet ettik. Çünkü çekimleri Berlin, Madrid, Atina, Gaziantep, Kilis ve İstanbul’da gerçekleştirilen belgesel mülteci olarak doğmamış ama hayatlarını başka ülkelerde yeniden kurmak zorunda kalmış dört insanın hikâyesini, yani bulundukları topluma uyum örneklerini içeriyordu. Bu bağlamda da mültecilerin içinde bulunduğu zor
Dünya salgından kurtulmak için aşılanıyor, virüs ise hayatta kalmak için sürekli şekil değiştiriyor. Aşılar da bu değişime uygun şekilde güncellenme yarışı içinde. Yani aşı ile virüs arasında amansız bir mücadele söz konusu. Dolayısıyla, sürekli değişime uğrayan virüsü yenmek için aşılamanın mutasyon hızını geçmesi ve dünya genelinde nüfusun büyük çoğunluğunun en kısa sürede aşı olması şart. Kısacası, aşının yaygınlığı ve zamanlaması kritik önemde. Peki bu yeterince anlaşıldı ya da ciddiye alındı diyebilir miyiz? Elbette ki hayır. Çünkü hâlâ aşıya ulaşamayan ya da az miktarda edinebilen çok sayıda ülke var. Bunu gidermenin tek yolu da aşı paylaşımı. Ancak bu gerçeğe rağmen zengin ülkelerin düşük gelirli ülkelere aşı desteği sözünü tutmadıkları da ortada. Nitekim bu konuda DSÖ’nün defalarca uyarısı oldu. Hatta “Delta”dan iki kat daha bulaşıcı denilen “Omicron” varyantının aşılanma oranı yüzde 1-5 arasında değişen Afrika kıtasından
Siyasette erken seçim tartışması gündemden düşmüyor. Muhalefet partileri ısrarla var iddiasında ve zorluyor AKP ile MHP ise seçimler zamanında diyor. Hem de sertleşen bir üslupla. Hatta ana muhalefet partisi CHP önümüzdeki Cumartesi’den başlayarak meydanlara çıkmaya, yani miting sürecine başlıyor bile. Dolayısıyla, bu konu artık tartışmadan öte, tam anlamıyla siyasi atışmaya ya da gerilime dönüşmüş durumda. Bu arada da muhalefet cenahındaki olası adaylara dönük kamuoyu araştırmaları ve özellikle çatı adaylığında öne çıkan isimler bağlamında hangisi daha avantajlı gibisinden ekran polemikleri yaşanıyor. Bazı isimler üzerine sanki adaymış gibi yapılan kamuoyu yoklamaları dahi söz konusu. Tabii her partinin ilk turda kendi adaylarıyla yarışma formülü de farklı polemik konusu olmaya devam ediyor. İttifaklar bağlamında olası seçim sonuçlarına dönük kamuoyu araştırmaları ise herkese, her kesime mavi boncuk veren cinsten. Kafa kafaya çekişme diyen de var, her iki tarafın aleyhine ve lehine oranlar açıklayan da.