Avrupa Birliği’nin (AB) temel değerlerine göre, sığınmacılara karşı uluslararası yükümlülükler var. O nedenle de ülke sınırlarına gelen göçmenlerin yasa dışı şekilde sınır dışı edilmesi, özellikle de denizde yaşanan insanlık dışı geri itme olayları doğrudan temel Avrupa değerlerinin ihlali. Hatta bu konuda AB yetkililerince defalarca yinelenen ve kayda geçen resmi açıklamalar söz konusu. Mesela AB İçişleri Komiseri Ylva Johansson, daha iki hafta önce sığınmacıların yasa dışı bir şekilde geri itildiği iddialarına karşı Hırvatistan ve Yunanistan’ın soruşturma başlatmasını talep etti. “Bu haberlerin bazıları şoke edici ve çok endişe duyuyorum” dedi ve “Bu tür suçlamalar Avrupa Birliği olarak saygınlığımıza gerçekten zarar veriyor” ifadelerini kullandı. Yine aynı konuda birçok uluslararası STK’nın yaptığı tespitler ve suç duyuruları da dur durak bilmiyor. Ama bunlara rağmen de görüntü değişmiyor. Geri itmeler ve ölümler devam ediyor. Çünkü özellikle Yunanistan hak, hukuk, kural
1981 yılının başında MİLLİYET ailesine katıldığımda Sami Kohen’in 27 yıldır gazetede olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Çünkü mesleğe 1976’da Ankara’da adım atmış, stajyerlik dâhil ilk beş yılda üç ayrı yerde çalışmış biri olarak ben doğmadan üç yıl önce geldiği MİLLİYET’te benim o anki yaşımdan daha fazla nasıl ve neden kaldığına anlam verememiştim... Sonra yıllar su gibi akıp geçti Sami Abi 68 yıl kesintisiz aynı gazetede çalışmak gibi bir rekora ulaştı, biz de 40 yılı aşan bir zamanı geride bıraktık. Dolayısıyla Sami Kohen gibi bir ustayla, dünya markasıyla çok uzun bir süre aynı çatı altında çalışma, aynı havayı soluma fırsatına sahip olduk. O’nun MİLLİYET’e olan sevdasına ve meşalesinin altındaki müthiş çalışma azmine de yakından tanıklık ettik. Ve bugüne kadar yenilenen her yıldaki gazetemizin yaş günlerinde de Sami Abi’nin “Ben Milliyet’im” diye başlayıp devamında getirdiği “Bir gazetecinin bu kadar yıl bir gazetede çalışması çok az görülmüş
Yazının başlığında “komşu” dedik ama bu iyi değil kötü anlamında. Çünkü sınırdaş Yunanistan’ın kafası hep “şer” odaklı... Evet söze geldi mi ara sıra “Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri ve iş birliği arayışı” gibisinden laflar ediyorlar ama hepsi hikâye, gerçek niyetleri tam zıddı yönde. Tavırları ve yaptıkları da bunu çok net ortaya koyuyor zaten. Mesela sürekli olarak kara, deniz ve hava sahalarını genişletmek için Türkiye’nin tüm hasımlarıyla dostluk kurmayı kendi milli görüş ve ülküsü haline getirdi ve bunu pervasızca uyguladı. Bu bağlamda da Doğu Akdeniz ve Ege’deki bazı adaları anlaşmalara aykırı olarak silahlandırma, haksız kıta sahanlığı ya da kara suyu saçmalıklarının yanı sıra Türkiye’yi sıkıntıya, zora sokmak adına aynen Suriye gibi insanlığa karşı suç işleyen terör örgütleri ASALA, PKK, DHKP-C, MLKP’yi ülkesinde barındırdı, kamplarda teröristleri himaye etti, eğitti. Yani alçaklıkta sınır tanımadı. 1990’lı yılların sonlarında Türkiye&rs
Kovid-19 varyantları salgınla mücadelede yeni güçlükler ve belirsizlikler yaratırken, virüsün kökeni konusundaki kafa karışıklığı da devam ediyor. Yani salgın duyulduğu andan itibaren, internette ve sosyal medyada başlayan virüsün insan yapımı, hatta biyolojik silah olduğuna dönük komplo teorileri hâlâ var ve tartışılıyor. Çünkü bilim insanları ağırlıkla “Virüsün yapısını bildiğimiz için, yüzde 90 insan yapımı olmadığını söyleyebiliriz” görüşünde olmasına rağmen yine bazı bilim insanlarınca dile getirilen karşı tezler de bulunuyor. Özellikle daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız “Yenilen yarasadan bulaştı deniliyor ama koronavirüs yemek yoluyla değil solunumla bulaşıyor” ya da “Dünyadaki her coğrafyada, her iklimde, meteorolojik şartta virüs nasıl etkili oluyor?” gibi gerekçeler bağlamında. O nedenle, dünyayı kasıp kavuran koronavirüsün doğal mı yoksa insan yapımı mı olduğuna dönük kafalarda tam anlamıyla bir gel-git durumu da söz konusu. Nitekim Dü
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla Suriye’nin kuzeyinde terörden arındırılan bölgelere terör örgütü YPG/PKK’nın artan saldırıları nedeniyle yeni bir harekât olasılığı, hatta sinyalleri konuşulurken İdlib’de de durum hiç iç açıcı değil. Orada da kısa süre önce Soçi’de gerçekleşen görüşmeye rağmen Rusya destekli Esad güçlerinin sivil halka yönelik saldırıları hız kesmeden devam ediyor. Hatta yeni bir kimyasal saldırı hazırlığı iddiaları dahi söz konusu. Tabii bunlar da Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgası olasılığı anlamına geliyor. Bu arada bölge genelinde YPG/PKK hareketliliğinin yanı sıra, uyuyan DAEŞ hücrelerinin uyandırıldığına dönük istihbari bilgi ve veriler de var. Yani sadece bir taraftan değil ABD, Rusya ve rejim hep beraber Suriye’nin kuzeyinde hem İdlib meselesini hem de Türkiye’nin kontrolündeki güvenli bölgelerdeki düzeni, istikrarı bozmaya yönelik faaliyet içindeler şu anda. Niyetleri de malum. TSK kontrol&u
Joe Biden’in kongreye verdiği mektubundaki “Türkiye’nin Suriye’de YPG/PKK’ya yönelik operasyonları IŞİD’le mücadeleye zarar veriyor” sözleri saçmalığın ötesinde kuklacı ABD’nin terörist kuklalarıyla olan ilişkisini de çok net ortaya koyan bir durum aslında. Çünkü suçlama yapayım derken, kendi yediği haltların engellenmesinden kaynaklanan bir rahatsızlık durumu söz konusu. Şöyle ki; ABD’nin Suriye’deki varlık gerekçesi neydi? DAEŞ’i yok etmek. Ama ABD ne yaptı? Teröristlerle mücadele adı altında bir başka terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandırıp eğitti, dahası alan açtı, açıyor. Yani ABD Ortadoğu’daki jandarması İsrail’in yanı sıra kendisine göbekten bağlı bir PKK/PYD/YPG garnizon devletçiği yaratmak üzerine kurguladığı kirli tezgâhı için DAEŞ’i bahane etti, kullandı. Örneğin 2014-2015’te Tel Abyad ile Ayn el Arab (Kobani) DAEŞ’ten kurtarma bahanesiyle PKK /PYD/YPG’ye teslim edildi. 2016-2017’deki Fırat Kalkanı
Yunanistan tarih boyunca olduğu gibi yine Avrupalı devletlerin arkasına sığınarak sahte kabadayılık yapıyor. Bu kirli oyunda da Türkiye’nin doğrudan ya da dolaylı olarak dâhil olduğu her konuda karşı cephede pozisyon alan Fransa başı çekiyor. Yani Türkiye’nin oluruyla NATO’nun askeri kanadına dönen sözde müttefik iki ülke yekten hasmane tutum içinde. Aralarında yaptıkları ve NATO’da rahatsızlık yarattığı bilinen son savunma paktı da bunun açık kanıtı. Çünkü Yunanistan, arkasına sığındığı ülkelerin kışkırtmasıyla sürekli silahlanırken bir yandan da hem doğu Akdeniz hem de Ege Adaları üzerinden tahriklerine devam ediyor. Hem de uluslararası hukuku yok saymaya devam ederek. Mesela silahsızlandırılma koşuluyla Yunanistan’a bırakılan, yani egemenliği olmayan, sadece kullanma hakkı verilen adalarda bugün Yunan ordusunun tümen ve tugayları var. Silahların namluları da NATO üyesi Türkiye’ye çevrilmiş durumda. Ve Yunanistan hiç utanmadan, sıkılmadan bir de bu adalara kıta sahanlığı, kara suyu çiziyor. Dahası, o adalarda ve
Siyasette erken seçim tartışması gündemden düşmüyor. Muhalefet partileri ısrarla var iddiasında, hatta şimdilerde bu “derhal seçim” noktasına taşındı. AKP ve MHP ise seçimler zamanında diyor. Hem de sertleşen bir üslupla. Dolayısıyla, bu konu artık tartışmadan öte, tam anlamıyla siyasi atışma havasında. Yine gündemden hiç düşmeyen bir başka nokta da sistem tartışması. Çünkü Millet İttifakı parlamenter sisteme, yani eskiye dönüşü hedefliyor. O nedenle Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı kadar sistem değişikliği olur mu ya da nasıl olur sorularına yanıt aranan ekranlardaki tartışma programları da Brezilya dizilerini aratmıyor. Bu bağlamda en sık dillendirilenlerin başında da “Millet İttifakı’nın en büyük seçim vaadi parlamenter sisteme geçmek olacak” tezi var ve bunun da seçmeni ikna açısından yeterli olacağı savunuluyor. Ki bunu ittifak bileşenlerinin temsilcileri de ısrarla vurguluyor. Ama bir yanda da “Seçmen sadece bu vaatle ikna olur mu?” tartışması sürüyor. Tabii