ABD’nin beklenen hava harekâtı sonrasında unsurlarının ve kamplarının bir bölümünü kaybettiği açıklanan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, Birleşik Devletler ve Avrupa ülkelerini hedef tahtasının en başına koydu.
IŞİD’in ABD ve Avrupa ülkelerinde terör eylemleri gerçekleştireceğini açıklaması, 2000’li yılların başında ortaya çıkan Usame Bin Ladin’in liderliğindeki El Kaide’nin sürecini hatırlatıyor.
Çatı örgüt El Kaide’nin yerel birçok uzantısının, bulundukları bölge ve ülkelerde pek çok terör eylemine imza atması dünya kamuoyunda kapanması zor yaralar açtı.
Usame Bin Ladin’in ABD operasyonuyla Pakistan’da öldürüldüğünün açıklanmasının ardından yarı sessizliğe bürünen örgütün, henüz önemli bir faaliyeti gözlenmiyor. Ancak terör uzmanları, ‘uyku’ düzenine geçen örgütün faaliyetlerini halen devam ettirdiğine inanıyor.
ABD ve Avrupa’da IŞİD tehdidi
Bugün IŞİD’in Irak ve Suriye topraklarındaki faaliyetleri çerçevesinde açıkladığı eylem tehditleri, örgütün hedefinin artık sadece alan hakimiyeti olmadığını, özellikle ABD ve Avrupa’nın büyük kentlerindeki toplumsal yaşama yönelik terör eylemleri olduğunu açıkça ortaya koyması bakımından önemlidir.
Esaret sona erdi, IŞİD’in elinde 101 gün geçiren 49 rehinenin 46’sı 10 saatlik “umuda yolculuk” sonrasında Türkiye’ye ayak bastı.
Devletin iki önemli kurumu; Milli İstihbarat Teşkilatı ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eşgüdüm içinde yürüttüğü süreç; IŞİD’in elinden alınan rehinelerin sağ-salim aileleriyle kucaklamasıyla sonuçlandı.
Kurtarma operasyonunun ayrıntılarının bir bölümü kamuoyuna yansıdı, geride kalan ayrıntılar da önümüzdeki günlerde gündeme yansıyacaktır.
İki gündür operasyonla ilgili yansıyan bilgilere bakıldığında; MİT’in sınır ötesinden gelen sinyal bilgilerini çok iyi değerlendirdiği anlaşılıyor.
MİT ve hükümet bu teknik takip ve operasyon sürecini gayet iyi yönetti.
Gelişmelerle ilgili bilgi kirliliği yaşanmaması, sürecin bozulmasına engel oldu. Bu noktada, Başbakan Davutoğlu’nun medyaya karşı “sağlıklı ve samimi bilgilendirme yapılması” yönündeki tutumunun da büyük etkisi var.
Sinyal bilgileriyle rehinelerin yerlerinin sürekli takip altında olduğu ortaya çıktı.
Suriye’de muhaliflerin, Esad yönetimine karşı başlattıkları mücadele dört yılı geride bırakırken, Türkiye’nin güney sınırlarındaki hareketlilik her geçen gün artıyor.
İlk dönemlerde Esad ve muhalifler arasında başlayan çatışmalardaki figürler bölgenin “cazibesi” nedeniyle farklı boyutlara ulaştı.
Önce PKK’nın Suriye’deki gücü PYD, ardından da kimler tarafından oluşturulduğu henüz tam olarak belirlenemeyen IŞİD, pastadan pay kapma mücadelesi başlattı.
Haziranda; Suriye sınır boyunda yaşananları yerinde görmüştüm. Geçen hafta ise, IŞİD’ın Irak harekatıyla oluşan defacto durum sonrasında Irak sınırının Mardin-Habur bölümü ile Kuzey Irak’ın Türkiye sınırına en yakın yerleşim birimi Zaho’yu dolaştım.
Bölgedeki son durumu; IŞİD’in, Türkiye sınırları içinde Mardin’den daha doğuya geçemediği, ancak Kuzey Irak’ta Zaho’ya yönelik tehdidinin devam ettiği şeklinde özetlemek mümkün.
Bölge üçe bölünmüş
Denizler-deki av yasağının 1 Eylül’de sona ermesiyle, balıkçı tezgâhları taze balıklarla dolmaya başladı.
Balık mevsimi açılmışken; Karadeniz’in şirin bir sahil kentinde yaşanan ve Emniyet Genel Müdürlüğü kulislerinde kulaktan kulağa yayılan olayları okurla paylaşalım:
17 ve 25 Aralık sürecinin ardından, çok sayıda kentin emniyet müdürü merkeze çekildi.
Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), merkeze çekilen bu emniyet müdürlerinin geçmişte yaptıkları iş ve işlemleri denetlemek, suç tespit edilmesi halinde ceza verilmesini sağlamak amacıyla hemen her kentte müfettiş görevlendirmesi yapıyor.
Bu kapsamda; EGM’ce görevlendirilen iki polis başmüfettişi, benzer biçimde merkeze çekilen emniyet müdürünün çalışmalarını denetlemek için bir süre önce Karadeniz kıyısındaki şirin sahil kentimize gittiler.
Emniyet Müdürlüğü binasında çalışmalarını yürüten müfettişler, kentteki polisevinde kaldılar. Aynı zamanda akşam yemeklerini de polisevinde yiyen müfettişlerden birinin dikkatini restoran bölümündeki büyük buzdolabındaki lüferler çekti.
17 ve 25 Aralık süreci sonrasında başlayan “yasadışı telefon dinleme” iddialarına yönelik yürütülen adli ve idari soruşturmalar, ülke gündemindeki yerini korumaya devam ediyor.
Bu çerçevede, İçişleri Bakanlığı Mülkiye başmüfettişlerinin yasadışı telefon dinlemelerine yönelik hazırladığı raporlar, önemli bilgileri içeriyor. Emniyet İstihbarat Dairesi’ndeki telefon dinleme ve takip işlemlerine ait log kayıtlarının silinmesiyle ilgili müfettişlerin saptamalarına geçen hafta ayrıntılı olarak yer vermiştim. Bu hafta yine aynı konudan devam ederek, İstanbul’da dinlenen telefon sayılarını paylaşalım.
İstanbul’da halen devam eden müfettiş soruşturmalarında kullanılmak amacıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi, önemli bir veriyi günışığına çıkardı.
IMEI’ye göre dinlendi
Emniyet İstihbarat Dairesi’nin merkez ve taşra teşkilatlarında Teknik Operasyon Birimi olarak tanımlanan (S) bürosunca, İstanbul özelinde geriye dönük yapılan telefon dinleme işlemlerindeki incelemelerde; polisin teknik takip ve dinleme yapmak amacıyla 2008-2013 yılları arasında tam 65 bin 405 kez telefon dinleme kararı aldığı ortaya çıkartıldı.
İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesi (S) Bürosu
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından gündemin ilk sırasında hâlâ siyaset var. Ancak telefon dinleme iddialarına yönelik adli ve idari soruşturmalarla ilgili gelişmeler güncelliğini koruyor. İstanbul’un ardından İzmir’de de yasadışı telefon dinleme iddialarına yönelik adli soruşturma çerçevesinde polisler gözaltına alındı.
Süreç gösteriyor ki; artık soruşturma yürütülen tüm kentlerde sırayla benzer gözaltılar yaşanacak.
Emniyet İstihbarat Dairesi’nin başına Engin Dinç’in geçmesiyle birlikte ülke genelindeki emniyet istihbarat birimlerinde başlatılan incelemeler, 17 ve 25 Aralık sürecinin yarattığı rüzgârın etkisiyle bugüne ulaştı.
Dinç’in talebi doğrultusunda, doğrudan Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar’a bağlı olarak yurt genelinde telefon dinleme ve takibi çalışmalarını yürüten İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndaki soruşturmaların en önemli bölümünü log (işlem kütük) kayıtlarının silinmesi oluşturuyor.
Ortaya atılan telefon dinleme iddialarının içeriği fazlasıyla vahim. Ancak, telefonları dinlenen mağdurların kimlikleri üzerinden yapılan “magazinleştirmeler”, elde edilen gerçek delillerin ne yazık ki farklı boyutta gündeme gelmesine yol açıyor.
Bu çerçevede; EGM
Suriye ve Irak sınırındaki kentlerimiz hareketli günler yaşıyor.
Gerek, IŞİD’in Suriye ve Irak’taki saldırıları; gerekse, Suriye’de halen devam eden iç savaş, binlerce insanın Türkiye’ye akın etmesine neden oldu.
Son rakamlara göre Türkiye’deki Suriyeli sayısı 1 milyon 200 bin dolayında. Neredeyse, Kayseri ya da Samsun’un nüfusu kadar Suriyeli Türkiye’de barınıyor.
Sayının bu kadar artması ve Suriyelilerin, sınır kentlerindeki kampların dışına çıkarak diğer kentlere yayılması “kamu güvenliği” sorununu da beraberinde getirdi.
Suriyeli mültecilere yönelik her gün başka bir kentten saldırı haberleri gelmeye başladı.
Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis derken, Kayseri, Ankara ve Kahramanmaraş’ta yaşanan gerginlikler dikkat çekici boyuta ulaştı.
Bu gerginliklerin büyük bölümünün gerekçesi, “misafirlerin” yerel sosyal yaşama uyumda yaşadıkları sorunlar.
Türkiye’de yasadışı telefon dinleme olaylarını patladığı her dönemde bitmeyen bir tartışma gündeme gelir.
Telefon dinlemelerini destekleyenler, “dinlemenin asli delil” olduğunda ısrar ederken; karşı taraf ise, “telefon dinlemelerinin yan delil” olduğu yönünde diğer gruba karşı çıkar.
İstanbul’daki 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının ardından, emniyetin istihbarat ünitelerinde ortaya çıkan yasadışı telefon dinleme iddialarının yarattığı kaos ortamı ne yazık ki halen devam ediyor.
Yasadışı telefon dinlemesi yaptığı iddia edilen polislerle ilgili adli ve idari soruşturmalar hız kesmeden devam ederken, bir yandan da yeni göreve gelen kadrolar, eldeki mevcut olanaklarla suç ve suçlulara karşı yoğun mücadele yürütüyor.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; yeni oluşan süreçte adli makamlar; polise, eskisi kadar kolay biçimde telefon dinleme onayı vermiyor.
İstanbul örneği