Yasadışı telefon dinlemelerine yönelik Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan adli soruşturmanın adresi, Türkiye’de telefon dinleme iş ve işlemlerinin tek elden yürütüldüğü Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) oldu.
Hükümetin, yasadışı telefon dinlemelerini önlemek amacıyla kurduğu TİB’in, gelinen noktada “gerçek bir yasadışı telefon dinleme üssü” olduğu ortaya çıkarıldı.
Kurumda kullanılan bin 300 dolayındaki “server”ın yaptığı milyarlarca işlemin ve binlerce kilometreyi bulan “kablolama”ların ucunu bulamayan uzmanların verdiği raporlar doğrultusunda TİB’in “sırlarıyla gömülmesi” kararının hükümetçe tartışıldığını Milliyet kamuoyuna duyurmuştu.
Bu idari yaklaşımın yanı sıra Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen adli soruşturma çerçevesinde eski TİB çalışanlarına yönelik önemli bir operasyon için düğmeye basıldı.
Çelik kasadaki imajlar
Operasyon dosyasında yer alan en önemli belgelerden birisi hiç kuşku yok ki bilirkişilerin hazırladığı özel değerlendirme raporu oldu.
Sekiz kişilik bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda özellikle devletin üst düzey isimlerinin kullandığı 1. nesil ve 2. nesil kriptolu cep telefonlarının dinlenmesiyle ilgili
Avrupa’nın “11 Eylül’ü” olarak adlandırılan Charlie Hebdo saldırısının yankıları henüz devam ediyor.
Fransa ve Almanya başta olmak üzere Kıta Avrupası’nda yer alan ülkeler, saldırıyla birlikte bulundukları konumu hem siyasi, hem de ülke güvenliği ve istihbarat faaliyetleri açısından yeniden değerlendirmeye başladılar.
Özellikle 12 kişinin yaşamını yitirdiği saldırının yaşandığı Fransa, Magrip ülkeleri üzerindeki etkin istihbarat faaliyetlerine karşın kendisine daha uzak bir ülkeden; Yemen’den gelen bir talimat ve ekiple “radikal dinci terör eylemi”yle yüzleşti.
Charlie Hebdo saldırısı; Paris’in dünyanın elektronik sistemlerle en iyi korunan kentlerinden birisi, Fransa’nın da halen dünyanın en etkin istihbarat servislerinden birisine sahip olmasına karşın, artık hiç bir ülkenin “küresel terör eylemlerine karşı korunaklı olmadığını” gösteren acı
bir örnek oldu.
İsimler ABD büyükelçiliğinden
ABD’nin 11 Eylül’den sonra oluşturduğu birbirinden farklı
Ülke gündemi, her ne kadar sürekli başka gelişmelere odaklansa da yasadışı telefon dinlemeleri konusunda yaşananlar uzunca bir süre daha Türkiye gündeminin “baş köşesindeki” yerini koruyacak.
Doğrusu; okurların, kimi zaman bu konuları okumaktan mutlu olmadıklarını söylemek mümkün.
Ancak şimdilerde yasadışı telefon dinlemelerinden zarar görenlerin sayısı az olmakla birlikte yakın gelecekte bu tür faaliyetlerden mağdur olacak birey sayısında patlamalar yaşanmasını öngörmek hiç de zor değil.
17 Aralık süreciyle birlikte özellikle emniyet teşkilatının merkeze alındığı yasadışı dinleme faaliyetlerine yönelik başlatılan araştırmalar ve soruşturmalarda yavaş yavaş sonuçlar alınmaya başlandı.
Yeni operasyonlar yolda
Yapılan operasyonların ardından, kısa süre içinde Ankara başta olmak üzere Antalya, Eskişehir, Bursa, Diyarbakır, Hakkari, Sivas, Van, Şırnak’ta da yasadışı telefon dinlemelerine yönelik savcılık soruşturmalarıyla birlikte polisler gözaltına alınacak.
Yasadışı dinleme ve takiplerle ilgili Telekomüni-kasyon İletişim Başkanlığı (TİB), özel yetkili mahkemeler ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nde başlatılan inceleme ve araştırmalar 2009’a ait kayıtların bulunmasıyla yeni boyut kazandı.
Hükümetin, “darbe” olarak tanımladığı 17 ve 25 Aralık sürecinin hemen ardından başlatılan yasadışı dinleme ve takip işlemlerinin incelenmesinde kayıtların silinmesi nedeniyle müfettişler, ilk aşamada 2010’a kadar geriye gidebilmişti.
Ancak, gerek TİB ve Emniyet İstihbarat’taki kayıtların bir bölümü, gerekse dinleme kararlarına imza atan özel yetkili savcılıklar ile ağır ceza mahkemeleri kayıtlarından elde edilen yeni bilgilerle 2009 ve öncesine ait “kayıp olan” sürecin ipuçları da gün yüzüne çıkıyor.
Bu ipuçlarının gün yüzüne çıkmasıyla Türkiye, usulsüz yasadışı dinlemelerle her geçen gün daha da ağırlaşan biçimde yüzleşmeye başladı.
Ülke genelinde telefon dinlemelerinin merkez üssü olarak kurulan ve uzun süre bu amaçla faaliyet yürüten TİB’de yaşanan gelişmeler, 2014’ün son günlerinde Milliyet aracılığıyla kamuoyuna yansımıştı.
Hükümetin, kuruluşuna büyük önem verdiği ancak yıllar içinde adeta canavara dönüşen TİB’in “tüm sırlarıyla gömülmesi
Yasal değişik-likler, infaz hesaplarına yönelik düzenlemelerin de etkisiyle, Türkiye’nin genelinde faaliyet gösteren 34 organize suç örgütünün 22’sinin en önemli isimlerinin tahliye olduğunu biliyor musunuz?
Muhtemelen hayır.
İstanbul’da son yaşanan olaylara bir de bu gözle bakmak gerekir.
“Günümüzde organize suç örgütünü bir araya getiren temel faktör liderdir. Suç örgütü lideri ve çevresindeki kemikleşmiş yapı, örgüte katılımları sağlayan en önemli motivasyondur. Yıllarca cezaevinde kalan suç örgütü liderlerinin, tutuklu ya da hükümlü olarak bulundukları cezaevlerinde örgütlerini yönetebildikleri, eylemlerle ilgili emir verdikleri ve hatta kamu görevlilerini tehdit edebildikleri görülmüştür. Cezaevinden çıkan örgüt liderlerinin aynı yapıları süratle kurabildikleri, aynı yöntemlerle faaliyetlerine devam ettikleri yapılan tespitler arasındadır. Küreselleşmenin de sağlamış olduğu fırsatları çok iyi kullanan organize suç örgütleri değişik teknik, taktik ve metotlar kullanmaya, teknolojik gelişmelere bağlı olarak yeni faaliyet alanları bulmaya ve birbirleri ile iletişim kurmaya başlamıştır.”
Bu değerlendirmeler, Türkiye genelinde polis sorumluluk bölgesinde organize suç
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili yürüttüğü soruşturma, her geçen gün yeni boyut kazanıyor. Soruşturmanın “işin renginin değiştiği”ni gösteren emareler taşıması, özellikle cinayette ihmali olduğu öne sürülen polis müdürlerine olay hakkında yeni bilgileri hatırlatıyor.
Polis müdürlerinin verdikleri ifadeler, cinayetten hemen sonra başlatılan adli ve idari soruşturmalardaki ifadelerden kısmen farklı olunca soruşturmada “yeni boyut” kaçınılmaz oluyor.
Her ne kadar, yeni soruşturmada işin ciddiyetinin anlaşılmasıyla birlikte polis müdürleri doğrudan birbirlerini suçlamaya başladılarsa da, ifadelerin satır aralarında gerçekleri görmek mümkün.
Şöyle ki; yeni soruşturmada şu ana kadarki en önemli ifadeler; Dink cinayeti sırasında İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ile aynı dönemde Ankara’daki Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda dini motifli terör örgütleri olarak tanımlanan yasadışı sağ örgütlerle ilgilenen “C” Şube Müdürü olan Ali Fuat Yılmazer’in ifadeleri olarak görülebilir.
İyi okunamayan süreç
AK Parti’nin hükümet olmasının ardından 2003’te
Ankara Cum-huriyet Başsavcılığı’nca, Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) İstihbarat Dairesi’nde “usulsüz telefon dinleme” iddiasına yönelik başlatılan soruşturmada, daire bünyesinde “suç örgütü” kurulduğu iddia edildi.
Soruşturma savcısı Tekin Küçük’ün hazırladığı, dairede görev yapan ve aralarında daire başkanı Ömer Altıparmak’la birlikte 6 yardımcısı ve 3 şube müdürünün yeraldığı 18 sanıklı iddianame, “emniyet teşkilatındaki bir biriminde suç örgütü oluşturulduğu”nu iddia eden belki de ilk iddianame olarak tarihe geçti. (Bu noktada; Susurluk sürecini ayırmak gerekir. Zira; Susurluk sürecindeki örgüt yapısı daha farklı görünümdeydi.)
Bu iddianamenin birinci sırasında ise, dört yıla yakın süreyle Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı olarak görev yapan ve hakkında 207 yıl hapis cezası istenen Ömer Altıparmak yeraldı.
Savcı Küçük, hakkındaki idari soruşturmalar devam ederken emekli olmayı tercih eden Altıparmak hakkında “örgüt lideri” tanımlaması yapmaktan kaçınmadı.
İddianameyle ilgili ayrıntılar geçen hafta kamuoyuna yansıdı. Altıparmak ve oluşturduğu iddia edilen suç örgütünün, bazı kritik projelerde çalışan TÜBİTAK ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı personelinin yanısıra
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink suikastını soruşturan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, geçen hafta emekli emniyet müdürü Ali Fuat Yılmazer’in ifadesine başvurdu. Halen; usulsüz telefon dinlemelerine yönelik soruşturma kapsamında Silivri Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Yılmazer, Savcı Yusuf Hakkı Doğan’ın sorularını 16 sayfalık ifade ile yanıtladı. İfadenin bütününe bakıldığında kritik sorular yönelten savcı Doğan’ın dersini iyi çalıştığını söylemek mümkün.
Kritik soru
Yılmazer’in ifadesi bir kaç gündür medyada yer alıyor.
Savcı Doğan, Yılmazer’e, kanımca en kritik soruyu ifadenin en sonunda sormuş.
Bir dönem İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’e görevi bırakmasını sağlamak amacıyla baskı yapılıp yapılmadığı sorusunu yönelterek aslında Dink suikastında önemli bir açılımı sağlamaya çalışıyor.
Bu açılımı, 2003’den bugüne kadar olan süreci anımsatarak aralayalım: