17 ve 25 Aralık sürecinden sonra Türkiye’de birbiri ardına patlayan ‘yasadışı telefon dinlemesi’ iddiaları çerçevesinde İstanbul’da başlatılan adli soruşturma, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde iddiaların bir kez daha kamuoyu gündemine taşınmasını sağladı.
Yasadışı telefon dinleme iddiaları, yaşanacak olası yeni adli soruşturmalarla bir süre daha gündemde kendine yer bulacak.
1990’lı yılların ikinci yarısında ‘küçük’ belirtilerle kendisini göstermeye başlayan yasadışı telefon dinleme, 2000’li yılların başında teknolojinin gelişmesine paralel biçimde artarak hem ulusal, hem de evrensel boyutta insanoğlunu rahatsız etmeye başladı.
Yeni yüzyılın başlarında peşpeşe ortaya çıkan ‘telekulak’ iddiaları sonunda özellikle bu topraklarda yaşayan işadamından simitçiye, siyasetçiden bilim insanına, hakimlerden savcılara kadar ‘sokaktaki herkes’ telefonunun dinlendiği şüphesiyle yaşamaya başladı.
***
Gelişen teknolojinin yarattığı canavar biçiminde tanımlanabilecek olan yasadışı telefon dinlemelerinin önüne geçmek isteyen Ak Parti, 2005’te Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) temelini attı.
Elbette, TİB’in bugün geldiği son noktada, hükümet - cemaat arasındaki
Suriye’deki iç savaşla birlikte yaşanan otorite boşluğunda El Kaide’nin çatısı altında doğan Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) insanlıkla bağdaşmayan eylemleri tüm hızıyla sürüyor.
Uzmanların, ‘halen bölgenin en tehlikeli terör örgütü’ değerlendirmesini yaptığı radikal İslami terör örgütü IŞİD, Musul’u ele geçirdikten sonra Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu Kobani bölgesini hedefe aldı.
Bölgeden gelen haberlerde IŞİD’in büyük bir silahlı güçle Şanlıurfa’nın hemen karşısında yer alan, Suriye topraklarındaki Kobani’ye saldıracağı ve PYD unsurlarının bulunduğu yerleşim alanlarını kontrolü altına alacağı bilgileri yer alıyor.
IŞİD, son olarak Musul’da yaşayan Hristiyanlar’a “kenti terk et” çağrısı yapmaya başladı. Kentteki Süryani Katolik Metropolitlik Merkezi, örgüt elemanlarınca ateşe verildi. Tüm Hristiyanları din değiştirmeye zorlayan örgütün, Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’e ait köşkleri ‘işkence merkezi’ olarak kullanmaya başladığı bölgeden gelen haberler arasında.
IŞİD’in rehin aldığı Alevi, Şabak ve Ezidi Kürtlere işkenceler yaptığı, Müslümanlığı kabul etmeyenleri öldürdüğü iddia ediliyor.
Savaşın yarattığı belirsizlik ortamında El Kaide’nin bağrından çıkan
Asli görevi, toplum ve bireye hizmet etmek olan devlet yapısının, olumsuz koşullar yaşanması halinde savunma mekanizmasını ne şekilde çalıştırdığı, çatısı altındakileri, mağdura karşı nasıl koruduğu konusunda her gün dramatik örnekler yaşıyoruz.
Devletin, kendisini var eden toplum ve bireye yönelik “sevecenliğini!” gösterdiği iki örnek, geçen hafta Büyüteç’te yeralmıştı.
Örneklerden birisi, Van’ın Gürpınar ilçesine bağlı Yalınca köyü Çeli mezrasında 1.5 yaşındaki Muharrem Taş’ın geçen Şubat’ta yaşamını yitirmesi ve cenazesinin babasının sırtında kente getirilmesiyle ilgili Van Valiliği’nce verilen karar olmuştu.
Valilik, küçük Muharrem’in ölümüyle ilgili görevi ihmal gerekçesiyle yapılan soruşturmada, haklarında soruşturma yapılan devlet memurlarıyla ilgili “soruşturma izni verilmesine gerek olmadığı” görüşüne vardı. Tepki çeken bu karar yargı kararıyla kalktı ve soruşturma yolu açıldı.
Soruşturma izni vermeyen Vali Aydın Nezih Doğan’ın imzasını taşıyan bu kararın alınmasına esas olan “ön inceleme raporu”nda oldukça çarpıcı bilgilere yer veriliyor.
Türkiye’de, uzunca bir süredir sıradışı olayların yaşanması rutin hale geldi.
Ekonomik, siyasi ve sosyolojik yönden gelişmesini tamamlamış ülkelerde belki yılda bir kez görülebilecek olaylar, bu topraklarda neredeyse her gün gerçekleşiyor.
Medyada, ‘Türkiye’yi sarsan olay’ başlığıyla verilen haberlerin ömrü - olayların sayısı nedeniyle - en fazla bir gün sürüyor, kimi zaman, gün içinde birden fazla ‘Türkiye’yi sarsan olay’ kategorisinden olaylar yaşanıyor.
Elbette, bu olayların bir kısmı ‘gerçekten’ Türkiye’yi sarsarken; toplumda infial yaratıyor, bireylerde kapanması zor yaralar açıp, geride derin izlerini bırakıyor.
Son yıllarda bireyin ya da toplumun yaşadığı ‘Türkiye’yi sarsan olaylar’ın büyük bölümünde bir tarafın ‘devlet’ olması, diğer tarafın daha derin travmalar yaşamasına neden oluyor.
Bu türden olaylarda, toplumun kendisini yönetmesi amacıyla vücuda getirdiği ‘devlet’, taraf olduğu hemen her olayda topluma ve bireye karşı sürekli ‘baskın’ konumda yer alıyor.
Topluma ve bireye hizmet amacıyla oluşturulan devlet, mağdur tarafta birey veya toplumun yer alması halinde, ne yazık ki; tüm hukuk ve hakları adeta silindir gibi ezerek mağdurun daha da mağdur
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Hükümete karşı darbe girişimi” olarak tanımladığı 17 ve 25 Aralık sonrası emniyet teşkilatında başlayan yeniden yapılanma süreci halen tamamlanamadı.
Emniyet teşkilatı, hükümetçe Fethullah Gülen cemaatine yönelik bürokraside başlatılan tasfiye hareketi kapsamında en çok etkilenen kurumlar arasında başı çekiyor.
Aynı süreci yaşayan diğer devlet kurumlarının aksine henüz normalleşme aşamasına geçemeyen polis teşkilatı kulislerinde “kaynama” olanca hızıyla devam ediyor.
Kulislerden yansıyan bilgilere göre, Başbakan Erdoğan’ın tasfiye talimatı ve İçişleri Bakanlığı’na Erdoğan’ın sağ kolu Efkan Ala’nın getirilmesiyle birlikte hızlanan atama ve görevden almalar bugün daha farklı boyuta ulaşacak.
Zira, bugün 30 Haziran ve emniyet teşkilatının yürürlükteki mevzuatına göre rütbe terfi ile atamaların açıklanmasının son günü.
Geçmiş yıllarda 30 Haziran’dan önce açıklanan rütbe terfi ve atamalar, bu yıl yaşanan sancılı süreç nedeniyle çözümsüz hâl aldı.
Emniyet üst yönetimi, sadece 1. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi edenlerin dosyalarını değerlendirip sonuçlandırdı. Diğer rütbelerde ne yapılacağı konusunda şu ana kadar gelişme yok. Büyük
Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’na yaptığı baskınla kamuoyunun gündemine gelen radikal dinci Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı terör örgütünün, Irak’taki yayılması son hızıyla devam ediyor.
Örgüt, konsolosluk basının ardından geçen sürede, Bağdat’a doğru ilerlemekle birlikte bölgede pek çok önemli noktayı ele geçirmeyi başardı.
Irak’taki Türkmen bölgelerinin yanısıra Telafer’in kontrolünü eline alan IŞİD, Türkiye sınırındaki El Rai, Carablus ve Telabyad sınır kapılarının denetimini elinde tutarken, hafta sonunda Irak’la Suriye arasındaki El Kaim sınır kasabasını ele geçirdi.
El Kaim sınır kasabasının en önemli özelliği Suriye ile Irak arasında stratejik konumda bulunması olarak tanımlanıyor.
Bu sınır kapısının denetimini kontrolü altına alan IŞİD, böylelikle Suriye’deki kadrolarını çok daha kolay Irak’a geçirecek ve yayılmayı sağlayabilecek. Bölgeden gelen bilgiler, IŞİD’in petrol hattının yanısıra yeni ekonomik hedeflerin peşinde olduğuna dikkat çekiyor.
Askeri ordu düzeni
Türkiye, 1990’lı yılların ikinci yarısında içeride yaşadığı durumu şimdi de uluslararası düzeyde yaşamaya başladı.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da PKK terörünün en yoğun olduğu o yıllarda, kamuoyu yeni bir örgütle tanıştı.
Radikal dinci propaganda yapan İlim ve Menzil adlı iki grubun Batman merkezli gerçekleştirdiği silahlı eylemler, önceleri çok dikkati çekmedi.
Sonradan Hizbullah adı altında birleşen iki ayrı grubun özellikle PKK’ya ve PKK’lılara yönelik eylemleri karşısında devlet sessiz kalmayı tercih etti. Hatta, bir süre bu eylemler görmezden gelindi.
Ancak; 1990’ların sonunda Türkiye, Hizbullah gerçeği ile tanıştı. PKK’ya yönelik eylemlerden hızını alamayan ve yapılanmasını ülke genelinde iyice pekiştiren Hizbullah’ın, “domuz bağı”yla hunharca infaz ettiği insanları toprağın altına gömüp üzerine beton dökerek yok ettiği ortaya çıkınca bu kez devlet harekete geçti.
Önceleri Allah adına mücadele ettiğini ilân eden örgütün, sonraki aşamada finans kaynakları elde ederek güçlenmesi ve hareket kabiliyetini artırıp ülkenin diğer bölgelerine kadar yayılarak ülke güvenliğini tehdit boyutuna gelmesiyle, bir döneme seyirci kalan devlet, zorunlu olarak işin içine girdi.
Büyüteç’te geçen hafta, emniyet kulislerinde son günlerde sıkça konuşulan bir dizi iddiayı gündeme getirip, ayrıntıları bu haftaya bırakmıştım.
Kısaca hatırlatmak gerekirse emniyet teşkilatının tepe noktasındaki yöneticilerinden birisinin, Ankara’da faaliyet gösteren ve devletin güvenlik birimlerinin açtığı silah ihalelerine giren bir firmanın üst yöneticisiyle “sıkı - fıkı” konumdaki dostluğuna yer vermiştim. Aynı iddia kapsamında, aynı üst yöneticinin, söz konusu yakın arkadaşının firmasının da katıldığı ve teşkilatın en önemli birimlerinden birisi için açılan tabanca ihalesi çerçevesinde yapılan test atışlarını “bizzat” ve “yerinde takip ettiği”ni açıklamıştım. Bu test atışlarında, emniyet üst yöneticisinin arkadaşının temsilcisi olduğu marka “yeterlilik” alamamış ve yeterlilik verilmesi için ihaleden sorumlu yetkililere baskı yapıldığı iddiası kulislere yayılmıştı.
Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Silah alım ihalesi yapılan emniyet birimi, teşkilatın göz bebeği olarak tanımlanan ve değerlendirilen Özel Harekât Dairesi.
Türkiye’de terörle mücadele operasyonları konusunda en yetkin güvenlik birimleri arasında yer alan, Özel Harekât Dairesi bünyesinde görev yapan özel