Dünyada ve Türkiye’de ilk kez düzenlenen I.Uluslararası Teknoloji Bağımlılığı Kongresi İstanbul da gerçekleştirildi. Çağımızın en büyük sorunu olduğunu düşündüğüm amacına yönelik kullanılmadığı için yararından çok zarar veren teknoloji bağımlılığı kongresine katıldım.
Milli Eğitim Bakanlığı, Marmara Üniversitesi, Kült Derneği ve Ümraniye Belediyesi ortaklaşa düzenlediği kongrenin amacı, ülkemizde ve dünyada hızlı bir şekilde yayılan, çağımızın hastalığı olarak bilinen, “teknoloji bağımlılığı” ile ilgili farkındalığı arttırmak, çözümler oluşturmak, önleyici tedbirleri tartışmaktı.
Kült Derneği Başkanı uzmanlık alanı çocuk hekimliği olan Yrd. Doc. Dr. Gülsen Öztürk ile sohbet ettik. Gülsen hanım Kongre ile özellikle gelişme dönemindeki çocuk ve ergenlerin fiziksel, psikolojik, zihinsel ve önleyici tedbirleri tartışmak ve ülkemizin yanı sıra dünyadaki bilgi ve tecrübeden faydalanarak ülkemiz ve dünya için kalıcı eserler ortaya koyacak uluslararası bir konferans organize etmeyi hedefledik-lerini anlattı.
Bağımlılık-ların insanın kendi eliyle kendini mahkum etmesi olduğuna, bu anlamda belki diğer çok sayıda hastalık ve problemden daha tehlikeli bir nitelik arz ettiğine
Türk Televizyon tarihinde devrim yaratan ünlü şovmen Okan Bayülgen, sezon başından beri haftada 5 gece “Kraliyet Ailesi” adını verdiği programıyla ekranlarda izleyici ile buluşuyor. Salıları “Muhallebi Kralı”, çarşambaları “Kral Çıplak”, perşembeleri “Muhabbet Kralı”, cumaları “Medya Kralı” ve cumartesileri “Disko Kralı” ile karşımıza çıkıyor. Pazar ve pazartesi geceleri ise “Kral Çıplak” pardon yani program yapmıyor.
Hal böyle olunca da, program harika da olsa insan kendini Okan Bayülgen ile evli gibi hissediyor. Düşünsenize eşinizin yüzüne bile bu kadar uzun süre bakmıyorsunuzdur ya da oturup onu bu kadar saat dinlemiyorsunuzdur.
Türk erkeğinin vazgeçilmez imajı
Birde kıyafet konusu var tabi ki, ev de giyilen çubuklu pijamanın yerini Okan’ın giydiği birbirinin aynı olan salaş kıyafetleri almış durumda. Erkekleri seksi yaptığı savunulan siyah ya da beyaz vücuda oturan tsört, kot pantolon, kirli sakal ve küpeli imajı bana artık Türk erkeğin evdeki vazgeçilmez imajı çubuklu pijama gibi geliyor. Bence erkekleri karizmatik yaptığı düşünülen bu giyim şekli onda hiçbir işe yaramıyor.
Birde Okan’a şahsen gıcık olanlar, kişiliğini çok feci eleştirenler oluyor. Ukala,
Sanırım 4 yıl önceydi, Twitter’ı keşfedip üye olmuştum. Mesleğim nedeniyle Facebook’u dahi ilk keşfedenlerden olmama rağmen hiçbir sosyal ağ beni twitter kadar heyecanlandırmamıştı.
Hemen üye oldum. İlgi alanlarıma göre birilerini takibe aldım. İlk başlarda çok az Türk vardı. Dünya gündemini takip etmeme yaradıysa da, kimse benimle aynı modda değildi. Yaşadığım ülkenin gündemi, twitter’ın gündeminden çok uzaktı. Vazgeçtim, hesabımı kapattım. Ama içimden bir ses twitter’ın bir gün herkesin vazgeçilmezi olacağını söylüyordu. Bir süre bekledim ve yeniden bir hesap açtım. Eş, dost, tanıdık tanımadık herkese twitter’i öneriyordum.
Sonunda beklediğim olmuştu, Türkiye’nin aydınlık yüzleri; okuyan, yazan, fikirlerini paylaşan gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, iş adamları, sporcular, gençler artık twitter’daydı. Kim olduğunuz, ne iş yaptığınız önemli değildi. Tek önemli olan ne yazdığınızdı, dünyaya hangi pencereden baktığınız, nasıl fikirler ürettiğiniz... Bu yeni sosyal ağ düşündüğünüzü, fikirlerinizi yazmak için vardı. Özgürdüm. Sokaktaki çukurun kapanma-masında tutunda, siyasilerin yaptığı yanlışlara kadar, pek çok konuda düşüncelerimi özgürce ifade ediyordum. Twitter
Erkekleri bile daha kolay anlıyorum da, şu hemcinslerimi anlayabilmiş değilim. Karmaşık bir yapıya sahip kadın beyninin, alakasız olayları ilişkilendirme ve düşünce hızına hayranım ama gel gör ki düşünce şeklini çözemiyorum.
Henüz genç kızsınızdır, sormaya başlarlar yok mu hayatında birisi? Yok dersiniz. Ama olsun, şöyle düzgün bir erkek arkadaşın olsun. Çok mu çekingensin acaba, biraz bak kızım kendine, sende yaşıtlarının arasına katıl, gez toz nasihatları ederler. Kendi yaşıtlarınız hemcinsleriniz için ise acınacak haldesinizdir, vah vah kimse beğenmiyor diye fısıldamalar başlamıştır. Diyelim ki erkek arkadaşım var dediniz. Hah işte o an yandığınız andır. Sevgilinizin aile seceresini bilmekle yükümlüsünüzdür. Önce kimmiş, neyin nesiymiş sorgusuna tutulursunuz. Sıradan biriyse, hafiften küçümsenen bakışlara maruz kalırsınız. Erkek arkadaşınız yok diye eleştirenler, erkek arkadaşınız olduğunda artık sizi hoppalıkla suçlamaya hazırdırlar.
Evlenecek yaşa gelindiğinde ise asıl kabus başlamış demektir. Neden evlenemediğiniz didik didik edilir. Çirkin, huysuz, asosyal, gezenti, fazla titiz ya da pasaklı gibi vasıflarla suçlanabilirsiniz. Evlenmek istemediğinizi söylediğinizde
Tanıdığım pek çok insan kendi işini kurma hayali ile yanıp tutuşuyor. Kendine ait bir işi olanlar ise hayallerindeki işi yapma derdindeler. Fikirler, projeler havada uçuşuyor.
Hayal kurma kısmı güzelde, bazılarımız sadece kurduğumuz hayaller ile yaşıyoruz. “Yapmak istiyorum” ile başlayan “ama” ile devam cümlelerin tuzağına düşüyoruz. Bazılarımız ise daha cesur; hayallerini gerçeğe dönüştürme fırsatını kendilerine tanıyorlar.
Girişimcilik için bir “işletmecilik felsefesinin” ötesinde bir “yaşam felsefesidir” deniyor. Ruhunda yenilikçilik olanlar ve bunu bir yaşam felsefesi haline getirenler girişimci oluyorlar.
Girişimciliğin yıldızı da günden güne parlıyor. Türkiye’de girişimciliğe olan ilgi git gide artıyor. GEM Türkiye araştırmasına göre, toplam girişimcilik oranımız 2010 yılında % 8,6 iken 2012 de 11,9 a yükselmiş. 54 ülke içinde 20’inci sıradayız.
Girişimciler, üretime olan katkıları sayesinde, ekonomik büyümenin yani Türkiye ekonomisinin dinamosu konumundalar. İşsizliğin dünyanın bir numaralı sorunu olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda, girişimcilerin önemi daha da artıyor.
Her şey gibi iş fikirleri de değişen dünya ile genişliyor, iş alanları artıyor.
Doğru okudunuz ‘Desperate HouseWives’ değil “Desperate HouseMan”! Sayıları git gide artan, gizliden gizliye mutsuzluklarını kendi içlerinde yaşayan, asla göstermeyen Desperate HouseMan’ler var artık. House’nu atıp, “Desperate Man’ler de diyebilirsiniz...
2004 yılında vizyona giren, ABD’de reyting rekorları kıran dizi ile yeni bir terim kazanmış olduk; “Desperate HouseWives”! Aynı banliyöde oturan, birbirlerine ve aslında kendilerine ne kadar mutlu oldukları yolunda oyunlar oynayan umutsuz ev kadınlarının hikayelerinin anlatıldığı bu dizi bizlere, her ne kadar biraz abartılmış olsa da ister ev hanımı olsun ister çalışan kadın fark etmiyor etrafımızdaki mutsuz kadın portrelerinin aynasını tutuyordu.
Gülerek izledik, kıyafetleri, ayakkabıları, çantaları konuştuk içinde yatan trajikomik durumu çaktırmamaya çalıştık. “Desperate HouseWives” hayatımızın bir gerçeği idi. Daha sonra “Umutsuz Ev Kadınları” ismi ile yerli versiyonu yayınlanmaya başladı. Bence buna hiç gerek yoktu. Zaten izlediğimiz pek çok yerli dizi Türk kadının içinde bulunduğu çaresizlik üzerine kurulu değil mi? Adını Feriha Koydum, Bizim Yenge, Fatmagül’ün Suçu Ne?, Hayat Devam Ediyor, Öyle Bir Geçer Zaman Ki
Nedir bu tarihe mal olmuş ünlü kişiliklerin ya da roman kahramanlarının dizi ve filmlerden çektikleri. Bizi izleyebiliyorlarsa eğer, konu oldukları filmlere, dizilere bakıp “bir ben miyim perişan gecenin karanlığında/yosun tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında/bütün gece ağladım dalgalar kucağında” şarkısını mırıldanıyor olmalılar.
Neden bu kadar içlendiğimi soracak olursanız; Muhteşem Yüzyıl dizisini arada sırada da olsa izliyorum, malum “over doz” Hürrem-Süleyman aşkına dayanmak kolay olmuyor. İzlediğimde de “muhteşem bir yüzyıla” ve Osmanlının sınırlarını genişletmiş bir padişah olan “Kanuni Sultan Süleyman”a dair gerçek bir şeylere pek rastlamıyorum.
Birde üzerine yeni vizyona giren “Fetih 1453” filmi tuz biber oldu. Oysaki böyle bir filmin çekileceğini duyduğumda nasılda sevinmiştim. Sonunda dedim, bizimde “Braveheart” , “300 Spartalı” gibi yalnız Türk tarihinin değil dünya tarihinin de yön değiştirmesine neden olmuş hükümdarımızı anlatacak bir filmimiz olacaktı!
“Fetih 1453” ile ilgili tüm eleştirilere kulaklarımı tıkadım, sinemanın yolunu tutum. Dünya alem bizim atalarımızı, Türk aklını tanıyacaktı. Büyük bir prodüksiyondu, heyecanlıydım. Kafamda sürekli Aile
Bu hafta gene İzmir sevdam depreşti. Hangi güzel haberi okusam İzmir’e de istiyorum diyorum. Haksızda değilim, yapılamayacak şeyler değil bunlar. Olmayacak şeylerin hayalini kurmuyorum yani. Gerçekleşme ihtimali yüksek olasılıkların bir an önce olması için bir nevi secret yapıyorum...
Gelelim isteklerime;
* * *
Sabancı Grubu İstanbul’da AKM için sponsor oldu. Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) özgün yapısına sadık kalınarak restore edilecek. Darısı İzmir’deki tarihi mekanların, hanların, hamamların, konakların başına diyorum...
Bir yandan da kendimizi eleştirmeden edemiyorum. İzmir yıllar sonra adına yakışır bir sanat merkezine sahip oldu dedik. Kentimizi kültür ve sanat alanında geleceğe taşıyacak Ahmed Adnan Saygun Kültür Merkezi Projesi’ne çok sevindik. Gel gör ki 2008’de tamamlanmış Adnan Saygun Kültür Merkezi şimdiden yetersiz. Sahnesi küçük, havalan- dırma sorunu var. Kafeleri ve otoparkı yetmiyor. Ne sanatı sergilemek için yeterli ne nede seyirciyi memnun etmek için.
Keşke demeyi sevmesem de diyorum, yeni bir sanat merkezi yapılırken daha iyi tasarlansa, uluslararası projeler örnek alınsa, sanatçılara danışılsaydı.
Bir de ihtiyaçlara uygun yeni bir