İtibar Yönetiminin Guru’sundan yeni bir kitap daha raflarda yerini aldı. “Oyun bitti” isimli kitabına geçmeden önce İzmir kökenli olması ile adı geçtiği her yerde hava attığım, Salim Kadıbeşeğil’den bahsetmek istiyorum. Stratejik İletişim Yönetimi alanında akademik ve profesyonel birikimi ve güçlü referansları bulunan Salim Bey, Kurumsal İtibar Yönetimi kavramının ülkemizde tanınması ve yer etmesine öncülük etmiş, çalışma hayatına İzmir’de başlamış ünlü bir iletişimci.
Profesyonel iş yaşamına Demokrat İzmir ve Günaydın gazetelerinde muhabirlik ve sayfa sekreterliği ile başlayan iletişim alanındaki 35 yıllık kariyeri süresince yeni çıkan “Oyun bitti” isimli kitabı ile birlikte 7 kitabı yayınlanmış. Halkla ilişkiler gurusu olduktan sora çalışmalarına “itibar, tesadüfe bırakılmayacak kadar değerli bir varlıktır” diyerek “İtibar Yönetimi” konularında danışmanlık yaparak devam etmeyi tercih etmiş.
Yeni çıkan kitabı “Oyun Bitti” diğer kitaplarından farklı bir noktada. Kendisi ile 2 yıl önce gerçekleştirdiğim röportajda; “Son on senedir de bir dünya vatandaşı olmaya gayret etmeye çalışıyorum” demişti. İşte bu kitap da adeta bu gayetin sonucu yazılmış.
Kendi cümleleri ile “Bu
21 yıl aradan sonra memleketime kar yağdı, çoluk çocuk 7’den 70’ye sokaklara çıkıp kartopu oynadık. Bize görgüsüz dediler... İzmirliler olarak kar görgüsüzüyüz ne var bunda.
Görgüsüz olarak nitelendirildiğimiz için üzülemeyeceğim tek konu, kar görgüsüzü oluşumuzdur. Varsınlar istedikleri kadar bizim kar sevincimizle dalga geçsinler, görgüsüz desinler.
Milletçe sevindik derler ya hani bizde İzmirce sevindik işte.
İlk defa kar görenlerimiz oldu. İçimizdeki çocuk ortaya çıktı, kardan adamlar yaptık. Fotoğraf çekiminde patlamalar yaşandı. Ağaçların, meydanların, karla kaplı her karenin ve birbirimizin fotoğrafını çektik. Telefona sarılıp sevdiklerimizi aradık.
Nasretdin Hoca`nın göle maya çalması gibi. Ya tutarsa? Diye hayaller kurduk...
Kar sevgimizi görmemişlik olarak niteleyip dalga geçen Ankara ve İstanbullulara, “yazın Çeşme’de görüşürüz” mesajları yazdık.
Geçtiğimiz Aralık’ta, İzmir ve Ege Bölgesi’nde filmin çekimleri tamamlandı. Çok bahsedilecek “Yabancı” isimli film bir mültecinin hikayesini anlatıyor.
300 kişilik oyuncu kadrosu ve senaryosu ile Türkiye gündemine oturması beklenen dev prodüksyon, izleyicilerin dikkatlerini tekrar Ege’ye çekecek gibi.
Yakın zamanda İzmir’de birçok dizi çekildi. Ünü Amerika’ya kadar yayılan birçok başarılı oyuncu ve yönetmen İzmir’den çıktı. Özelilikle Egeli yönetmen Çağan Irmak’ın başlattığı akımla, tüm Türkiye’ye mal olmuş Ege filmleri yaptı.
Ege filimleri
Egemiz; Efeleri, doğal güzellikleri, sıcak mahalleleri, Yunan Adaları’ndan, Bulgaristan’dan göçen içten insanları, Musevi, Lavanten ailelerin bir araya geldiği zengin hikaye iklimiyle bir çok yeni esere konu olacak bir yapıya sahip. Modernleşme yolunda ilerlerken çekilen bu tür yapımlar sayesinde de genç kuşaklar da, şehirlerinin altındaki kültürel dokuyu öğrenme ve üzerinde yaşadıkları zenginliğin farkına varma şansına erişecekler.
Aslında İzmir’e yapılması kararlaştırılan stadyum inşaatlarının gerekliliği tartışılırken, ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu da İzmir’in Türkiye’deki en güzel iklim ve hava koşullarına
Hrant Dink davasındaki adaletsizlik binlerce insanı sokaklara döktü. Cinayetin sanıkları yani eline silahı alıp vuranlar diyelim hapis cezalarına çarptırıldı. Ama mahkeme “arkasında bir örgüt olduğuna dair yeterli kanıt olmadığı” gerekçesiyle sanıkları “terör örgütü üyesi olmak” suçlamasından beraat ettirdi! İşte bu karar pek de adil bir ülke olmadığımızı bir kez daha gözler önüne serdi.
Dink’in anma törenine Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg’da katıldı. Hammarberg Türk yargısında kökten radikal bir değişimin şart olduğunu söyledi.
Hrant için sokağa dökülenler kadar, bu durumu eleştirip Mustafa Balbay’ı ya da Abdi İpekçi’yi, Uğur Mumcu’yu, Ahmet Taner Kışlalı’yı ve şehitlerimizi öne sürenler de oldu. Bazıları bir Ermeni için bu kadarın fazla olduğunu bile söylediler!
Sapla samani karıştırmamayı bir türlü beceremiyoruz. Hepsi önemli. Ve her bir dava ülkemiz adına kanayan bir yara. Tepkisizlik en büyük kitle imha silahıdır. Her şey de tepkiyi ortaya koymak, adalet istemek gerekmez mi?
Zaten aslında demokrasi erişilmek için çalışılan bir ütopyadır. Bizde maalesef adalet de öyle. Gerçi erişebilmek için ne kadar çalışılıyor o kısmı da epeyce ütopik
Enerji konusu, gündemimizde giderek daha fazla yer almaya başlayan bir fenomen haline geliyor. Dünyayı etkileyen birçok siyasi gelişme ile birlikte, büyük devletlerin bu ortamın kralı benim tarzındaki çıkışları, Ortadoğu’da hiç bitmeyen gerginlikler, hep enerji kaynakları üzerinde oynanan ve giderek içinden çıkılmaz hale gelen satrancın bir parçası.
Geçtiğimiz günlerde 3.Ulusal Enerji Verimliliği Forum ve Fuarı gerçekleştirildi. Bu etkinliğe katılan Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan, beyaz eşya üretici derneği yöneticileri ve ünlü işadamları ile bir araya gelerek, ülkemizde kullanılan tüm beyaz eşyaları n ‘A üç artı‘ özelliğine sahip olması ile Türkiye’ye yeni bir Keban Barajı kazandırmanın sağlanmış olacağını belirterek konunun önemini bir kez daha vurguladı.
Enerji üretmenin en ucuz yollarından birisi de, gereksiz enerji tüketmeden, daha verimli enerji kullanan teknolojilere sahip ev cihazları kullanarak tasarruf sağlamaktır.
Hedefimiz enerjiyi daha verimli kullanarak olmalıdır. Böylelikle yüz binlerce ton kömür ve petrolün daha az yakarak hem çevre ve hava sağlığına büyük bir katkı sağlamış, hem de ülkemizin her sene petrole ve enerji ye ödediği kaynakları azaltmış
Geçen hafta ki yazımda bahsettiğim gibi henüz sayısı çıkartılmamış olan kadın türlerini yazmaya karar verdim. O kadar çok çeşitli kadın türü varken ilkyazımın hangisi üzerine olacağını seçmek de hiç zorlanmadım. İşe kilosuna göre kadınlardan başlıyorum.
İster profesör olsun ya da ev hanımı, ister 18 yaşında olsun ya da 60’ında, ister güzel olsun ya da çirkin, ister zayıf olsun ya da toplu hiç fark etmez ben kilosuyla ilgilenmeyen bir kadın görmedim. Dünya bir yana kilo sorunları bir yana, kimse kilosundan memnun değil...
Zayıflık delisi kadınlar: Kilo vermeyi paranoya haline getirmiş kadın tipidir. Sürekli zayıflamak isterler. Her on cümlesinin sekizi zayıflamak üzerinedir. Diyet yapamazlar, yedikleri her şeyden huzursuzluk duyarlar.
Kilomdan memnunum diyen kadınlar: Bu dünyanın en büyük yalanlarından biri olabilir. Kilo hastalığına yakalanmamış kadın yok. Ben dahil! Hangi bedende olursa olsunlar tüm kadınlar kilosuyla uğraşır. Ben hayatımdan memnunum, şişmanım ama mutluyum deseler de inanmayın.
Sıfır beden kadınlar: Kafamı en çok karıştıran kadınlar bunlar. Hayatı kendileri için işkenceye çevirmiş olan kadın tipidir. Dünya nimetlerinden yoksun yaşayanlar. Üstelik ben
Sonunda bittin 2011...
Neler çektirdin bana. Pek çok güzellikler de getirdin ama az buz karıştırmadın hayatımı...
Yeni bir işe daha girdim. (Daha diyorum; çünkü evdekiler iş çeşitliliğimden çok şikayetçi!)
Zorunlu bir eğitim sürecini kanımın son damlasını verene kadar çalışarak geçirdim.
Evimi değiştirdim. Yükselen burcumun etkisine girdim. Yeni insanlar tanıdım. Bazılarına veda ettim. “Hayat, bildiğin gibi gel” demeye başladım. Kendimi kısmen de olsa değiştirdim.
Ağladım, güldüm, üzüldüm, sevindim, boşlukta geçen günlerim oldu, nefes alamadığım zamanlarım...
Tam bir değişim yılıydı benim için... En zoru, insanın kendisini değiştirmesi. Ben, son 6 ayda depar atıp kendimi değiştirmeye, yenilemeye kalkıştım.
Ne politika, ne iş ne de özel hayat için yazıyorum bunları... Okurken ister Fransa Hükümetini ve Cumhurbaşkanı Sarkozy’i, isterseniz iş yaptığınız firmaları ya da ortaklarınızı, isterseniz eşinizi, çocuğunuzu, dostlarınızı düşünün.
Sınır diye bir şey gerçekte yoktur, biz noktaları koyarak kafamızda sınırları çizeriz. Aşılamayacak hiçbir sınır da yoktur. Sınırlar insan eliyle çizilmiş gerçek olmayan şeylerdir.
Peki sınır koymalı mıyız, daha doğrusu koymazsak ne olur? Hayat da kalmak için, elimizi verince kolunuzu kaptırmamak için buna ihtiyacımız vardır. Net sınırlar çizmenin ve sıfır hoşgörünün iyi yanı geçilmeyecek bir çizgi çekmesidir.
Bu çizgi her konuda hüküm vermenize yarayacak bir ölçüt olacaktır. Kural ihlallerine izin verirseniz, nerede duracaklarını nasıl bilecekler? O yüzden uluslararası politikalarda, ortaklıklarda ve özel hayat da ya da ikili ilişkilerde bazı konularda net sınırlar çizilmelidir.
Yüzlerce kural koymaktan, mantık dışı bir katılıktan bahsetmiyorum. Sizin için önem taşıyan konularda kilit sınırlar koymanız yeterli olacaktır. Başkalarının sınırlarını da kabullenmek gerekir. Bu bir oyun, sadece sizin sınırlarınız ve kurallarınız geçerli değildir.