Bugün benden okuyacaklarınız pek hoşunuza gitmeyebilir. Ne de olsa gerçekler acıtır ama iyileştirir de.
Mustafa Ceceli vakası ve bunun üzerinden gerçek aşkı seçmeyi konuşalım.
Pek çok hit şarkısı bulunan, efendiliğiyle tanınan, albüm kartonetlerinde ‘hacı’ Mustafa Ceceli yazan, cecelist isimli geniş bir hayran kitlesine sahip nur yüzlü şarkıcının 9 yıllık eşinden boşanmasını, boşanmanın ardından 5 gün sonra sosyetik güzel Selin İmer ile ilişkisinin ortaya çıkmasını ve bunun üzerine yaptıkları ‘evleniyoruz’ açıklamasını değerlendirelim.
Ceceli ile ilgili haberin gündeme gelmesiyle sosyal medya da kıyamet koptu diyebilirim.
***
Bazıları gibi Ceceli’nin inançlarını, bunu yaşantısına ve işine yansıtış biçimini masaya yatıracak değilim. Kimliğinin önemli bir parçasını oluşturuyorsa muhafazakarlık elbette bunu işine yansıtmasından doğalı yok ama reklam malzemesi için kullanıyorsa, tasvip edilemez tabii ki.
Evliyken başka bir kadına aşık olup gemileri yakma konusuna gelince...
Konu Ceceli olunca, daha sert eleştirilmesinin sebebi de elbette ki muhafazakarlığı ve kendi çizgisinin dışında yeni bir ilişkiye başlaması ile ilgili.
“Mutlu musunuz?” diye sorsam ve sizden gerçek yanıtı kendinize vermenizi istesem cevabınız ne olurdu? Sizi bilemem ama sosyal medya, ‘mutsuzum’ diye gizliden gizliye bağıranlarla dolu.
Eskiden mutlu olmak daha bir kolaydı sanki. Bir çift ayakkabı, bir külah dondurma yemek, aile dostlarına yapılan bir ev ziyareti çoğu zaman mutluluk için yeterliydi.
Psikoloji Profesörü Martin Seligman, mutluluğun evrim sureci içinde gittikçe azaldığını, koşulları sebebiyle modern insanın eskiye göre artık daha mutsuz olmasının normal olduğunu söylüyor:
“İnsan beyni evrim sürecinde negatif düşünceye yöneldi. Örneğin ilk insanların tek kaygısı vahşi bir hayvanın saldırmasıydı. Çünkü bu onun için en büyük tehditti. Oysa günümüzde insan beyni artık rekabeti de bir tehdit olarak algılıyor. Yan komşusunun kapısının önünde yeni bir BMW gördüğünde kaygıya kıpılıp mutsuz olabiliyor.”
***
Neyse ki halledilebilir bir konu bu. Harvard ve Cambridge gibi üniversitelerden profesörlerin de başı çektiği bilim adamları mutluluğun öğrenilebilen bir duygu olduğunu kanıtladılar bile.
Psikolog Daniel Gilbert mutsuzluğun sebepleri çözüldüğüne göre bunun değiştirilebileceğini söylüyor: “Ne iyi bizim
Ben bazen kendimi keşfe çıkarım, ne olmuşum diye dönüp bir kendime bakarım. Bazen de derim ki “usta sen bir bana baksan, ne olmuşum ben.”
Buna tıpkı arabalarda olduğu gibi 5.000 km bakımı diyorum. İlla bir arıza yapmama gerek yok, 5.000 km’de bir servise sokuyorum kendimi.
Konusunda duayen danışmanlarım, mentorlarım, koçlarım ve dostlarım var. Hepsinden yaşayarak, belki de okuyarak öğrenebileceğimden çok daha fazlasını, çok daha kısa sürede danışmanlık alarak öğreniyorum.
Bu satırları da kendi deneyimlerimi sizlere aktarmak için yazıyorum.
***
Hayatımın her döneminde danışmanlık almaya özen gösteren insan oldum. Bugünlere nasıl geldin diye sorsalar, aldığım o danışmanlıklar ve öğrenmeye olan merakım sayesinde derim.
Hemen hemen her konuda “bir bilene sormak” refleksim var benim. Şimdi ben de danışmanlık yapıyorum. Bazen benden bu istendiği için, bazen de bildiklerimi bana yaptıkları gibi aktarmanın önemini bildiğim için...
Bir danışman ile çalışanların büyük bir kısmı danışma almanın önemini çoktan kavramış durumdalar.
Bir kadının hayatında yapabileceği en büyük değişiklik, anne olmak. Gözlerini karartıp bu kutsal göreve nasıl talip oluyorlar ve anne olduktan sonra nasıl da değişiyorlar, büyük bir hayranlıkla izliyorum.
Şapka çıkarılacak, cesaret gerektiren, sorumluluğu büyük, tam zamanlı, hiç bitmek bilmez bir işe girişiyorlar bu kutsal görevi üslenerek.
Üstelik annelikten emekli olmak diye de bir şey yok.
Hangi yaşta, sosyal statüde ya da eğitim seviyesin de olunduğu fark etmeksizin annelik bir kadını değiştiriyor, dönüştürüyor.
Yepyeni bir versiyon çıkıyor ortaya, endüstri 4.0 dedikleri cinsten. İçinde zekanın çok boyutlu gelişmesi mevcut, sezgilerin ve şefkatin artışı, fiziksel performans ve dayanıklılıkta harikalar yaratma gibi. Tüm önceliklerinin sıralaması değişiyor.
Hele ilk yıllarda öncelikler listesinin zirvesi istisnasız çocukları oluyor.
Hatta belirli bir süre kendinden bile vazgeçiyor kadınlar. Bu vazgeçişin sebebi dünyaya katacakları en büyük eserleri çocuklarını büyütmek oluyor.
Anneliğin bir kadına kattıklarını başka herhangi bir şeyin yapabilmesi mümkün değil.
Bugün size dünyanın birçok yerinde iyilik meleği olarak kabul gören, adını duyduğunuz ama belki de kim olduğunu araştırmaya gerek duymadığınız Rahibe Teresa’dan (Mother Teresa) bahsedeceğim.
Osmanlı Dönemi’nde 1910 tarihinde Üsküp ’te doğan Rahibe Teresa’nın gerçek adı Agnes Gonca Boyacı . Yanlış duymadınız, Rahibe Teresa bir Türk ismine sahip.
Kendisine bu konu sorulduğunda : “Doğduğum şehir Üsküp, kendimi buralı hissediyorum. Arnavut soyundan geliyorum, Hint vatandaşıyım, Katolik Kilisesi’ne bağlıyım ve bana gelen ilahi çağrıda istendiği gibi dünyaya aitim” şeklinde yanıtlıyormuş.
***
18’li yaşlarında rahibe olmak istediğine karar vermiş ve Hindistan’daki faaliyetleriyle tanınan Loretto Hemşireler i’ne katılmış. Kalküta’da lise öğretmenliği ve müdürlüğü yapmış.
1950 yılında Vatikan’ın da bilgisi ve izni dahilinde Hayırsever Misyonerler Cemaati’ni kurmuş. 12 kişi ile başladığı bu serüvende dünyanın 450 noktasında 4.000 rahibenin görev yaptığı bir topluluğa ulaşmış .
Yaptığı iyilikler ve hayırsever faaliyetler sebebiyle, hastalara, yoksullara ve toplum dışı yaşayan kimselere yardım ettiği için 1979 yılında Nobel Barış Ödülü ’nü kazanmış.
Yalansız bir hayat yaşamak insana mümkün gibi gelmiyor değil mi? Hele ki Beyaz Yalan diye adlandırdığımız dozajı herkese göre değişen yalanlar sınıfı varken...
Beyaz, pembe, kara adına siz ne derseniz deyin bazıları için yalan, yalan sonuçta!
Doğrucu Davut’lar dürüstlüklerinden asla taviz vermezken, İngiliz centilmenliğinden esinlenmiş beyaz yalan söyleyen sınıfın dürüstlüklerinden taviz vermediklerini sanarak olayları aktarmalarını ya da aktarmamalarını hoşgörü ile karşılamalarını beklemiyorum.
Peki nasıl anlaşacak bu iki grup?
Mesela benim, beni bekleyen birine trafikte sıkışmış ve kesin geç kalacak iken geliyorum, yetişeceğim deyip, sonrasında da 5-10 dakika geç kaldığım olmuştur.
Bir arkadaşım bana, bildiğinde üzüleceği ve aslında bilmesini gerektirmeyen bir konuda soru sorduğunda yüzde 100 gerçeği anlatmadığım, bilmesi gerektiği ve üzülmeyeceği kadarını anlattığım olmuştur.
Canımı sıkan bir olay varken annem beni aradığında; anneme toplantıdayım seni sonra arayacağım deyip yalana başvurabilirim.
***
Değişkenlik artık dünyanın bir kanunu ve dünyayı durduramayız. Üstelik daha da ivmelenerek değişmeye devam edecek. Bu durumun zaman zaman kararsızlık ve karmaşa getireceği de kesin. Hayatımızda, baş etmeye alışkın olduğumuzdan daha fazla belirsizlik var. Siyasi, ekonomik, sosyolojik olarak, hatta genetik olarak bile belirsizlikler var. Çok fazla şey değişiyor ve belirsiz. Ve bunu şiddetli bir biçimde tetikleyen, yeri geldiğinde hizmet eden, yeri geldiğinde hizmet etmeyen de teknoloji ve bilgi çağında olmamız. Endüstri 4.0 devrimini ve bilim insanlarının Satürn’ün uydusunun yaşama uygun olduğunu açıkladıklarını da dikkate alırsanız, değişimin boyutlarını gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Kahraman liderlik anlayışında olduğu gibi değil artık dünya. Eskiden bir kral olurdu, her şeyi bilirdi, tüm bilgi ona gelirdi, tüm eğitimi o alırdı, onun dışındakilerin bir şey bilmesine, öğrenmesine gerek yoktu. Ve güç, şiddetle ortaya konularak gösteriliyordu. Şimdiki dünyada, yani günümüzde ise artık bilgi her yerde. O nedenle o piramitler, hiyerarşiler anlamlı değil artık. Kendimizle, başkalarıyla, paydaşlarımızla, müşterilerimizle vs. ilişki kurabilmemiz için bizim de aynı seviyede, aynı şekilde
Sapyoseksüel tabirini ilk defa duymuş olabilirsiniz, bu gayet doğal. En basit ifadesi ile karşısındaki kişinin ilk önce zekasından/fikirlerinden etkilenenler için kullanılan bir tabir. “Zeka seven” anlamına geliyor.
Bazı insanlar sapyoseksüel tabirini sadece ikili ilişkiler için kullanıyorlar. Ancak durum bundan daha ötede, sapyoseksüellik geçici bir akım değil ve her türlü ilişkiyi kapsayan bir durum aslında.
Yazımda, ağırlıklı olarak sapyo-seksüelliğin kadın/erkek ilişkileri boyutunu işleyeceğim.
***
Her insan kendi zekası kadar sapyoseksüeldir! Ne kadar zeki ve entelektüelseniz, sizinle doğru orantılı olarak aynı seviyedeki ya da birkaç üst seviyedeki insanlar, size zeki ve seksi gelecektir.
Daha fazlasını muhtemelen bünyemiz kaldırmaz, hatta anlayamama olasılığımız yükseltir. Ama birkaç seviye altındakiler, ne kadar güzel, çekici, hoş olsalar da ilginizi çekmiyorsa, büyük bir olasılıkla sapyoseksüelsiniz.
Sapyoseksüel insanların birine gerçekten aşık olabilmeleri için karşı tarafın kesinlikle ama kesinlikle zeki ve esprili olması gerekiyor.
Yani “Ne yakışıklı adam, ne güzel kadın” diyerek, kaşına, gözüne, boyuna, posuna, endamına hayran olup tutulmaları gibi bir durum söz konusu değ