Geçen hafta ‘iyi hissetmek’ konusunda yazmış gerçekte, en derinlerde tek istenenin iyi hissetmek olduğuna değinmiş, diğer şeylerin (başarı, kariyer, zenginlik, aşk, ün vs) aslında iyi hissetmek için yapılan eylemler olduğunu anlatmıştım.
Şimdi sıra geldi nasıl iyi hissedebileceğimize...
İyi hissetmek, tamamen içsel bir durum. Sanıldığının aksine bunu dışsal kaynaklar ile başarabilmek mümkün değil.
Dışsal motivasyonlar kısa süreli, yalancı iyi hissetme halleri sağlasalar da sürdürülebilir bir iyi hissetme hali için içsel dinamikleri yerli yerine oturmak gerekiyor.
Sevgi, şefkat ve takdir almak kuşkusuz insana kendini iyi hissettiren unsurlar olsalar da kendinizi iyi hisseden bir insana dönüşmenizi sağlayamıyorlar.
***
İyi hissetmek için ekstradan çaba sarf etmenize gerek yok. Zaten hiçbir şey düşünmediğiniz an, doğada, spor yaparken, denizi seyrederken, şarkı söylerken vs. yani düşüncenin dışındaki alanda fark edin ki o anlarda kendinizi hissediyorsunuzdur. Gerçek iyi hissetme hali budur.
Ne zamandır aklımda ‘iyi hissetmek’ üzerine yazacağım; nasip bugüne, kendimi en iyi hissettiğim günlerden birineymiş.
20 yıldır kişisel gelişim üzerine çalışan, 10 yılı aşkın zamandır profesyonel olarak koçluk yapan biri olarak ve belki de en önemlisi hayatı dolu dolu yaşayan, yaşarken de hem kendini hem çevresini durmaksızın gözlemleyen biri olarak çok net söyleyebilirim ki herkesin tek derdi var. O da ‘iyi hissetmek.”
Başarıymış, kariyermiş, çok para kazanmakmış, popüler olmakmış, aşık olmakmış, hatta çocuk sahibi olmakmış, hepsi hep birer iyi hissetme vesilesi. Gerçekte, en derinlerde tek istenen iyi hissetmek...
İyi hissetme hali konusunda doğru bildiğiniz bir sürü yanlış onduğuna eminim.
Gelin ben size bu “Pollyanacılık’ oynanıyormuş gibi yansıtılan kavramın iç yüzünü, doğrusunu göstermeye çalışayım.
***
Çoğumuzun ilişkilerinde sorun var ve çözümleri yıllarca erteliyoruz.
Karşımızdaki insanlarla nasıl iletişim kuracağımızı, onlara nasıl hitap edeceğimizi bilemiyoruz. İnsanları gerçekten anlamak için kendi benliğimizin dışına çıkıp aklımızı onların dünyasına gömmemiz gerekiyor ama yapamıyoruz.
Hayat gitgide anormalleşiyor değil mi? Üstelik bir süre sonra birde bakıyorsunuz ki o anormal dediklerimiz normallerimiz oluyor.
İnsanoğlu olarak bize, habire anormalleştirdiğimiz dünyaya uyum sağlamak kalıyor.
Evrim sürecimize de baktığımızda en büyük özelliğimizin zaten adaptasyon, yani uyum sağlama yeteneğimiz olduğunu görüyoruz. Ama hepimizin bildiği gibi öyle kolay olmuyor uyum sağlamak ve değişmek.
Olumsuz yönde evrildiğimiz yönlerimizden biri de köşelerimizin olması artık, kolay kolay esneyemiyoruz ve bu nedenle de hasar görüyoruz
***
Kendi inşa ettiğimiz, yarattığımız, tasarladığımız şeylerin beraberinde getirdiklerine katlanamıyoruz.
‘Neden’ lerini, ‘Niçin’ lerini geçtim, çözüm arıyorum . Bu durumla nasıl başa çıkabiliriz ve aklımızı, ruh sağlığımızı, işimizi, ailemizi, sevdiklerimizi yitirmeden hayatta kalabiliriz?
Bu durumla başa çıkmak için bir dizi yöntem geliştirilmiş durumda. İş dünyası bu duruma VUCA diyor. İnsan psikoloji ile uğraşanlar Resilience.
Zorlu günler geride kalıyor, bahar geliyor artık. Şimdi mutlu olma zamanı.
Zor bir kışı geride bıraktık; yağmur, çamur, kar, terör, kalkışma, kadın cinayetleri, ‘evet mi? hayır mı?’ kavgası, ekonomik durgunluk, sınavlara hazırlık derken kasvetli bir kış geçirdik.
Mutsuzluğumuzu Türkiye’nin gündemine ya da hayat şartlarına, üzerimizdeki gerginliğin sebebini bazen dolunaya yükledik.
Artık güneş güzel yüzünü ara ara da olsa göstermeye başladı. Bunalımda olduğunu düşünen, mutsuzluk hastalığına yakalanan pekçoklarınıza iyi gelecek bu güneş.
Kalp ritimleriniz hızını artırmaya başlayacak, yerinizde duramayacaksınız, hayallere dalma mevsimidir bahar.
Kendinizi sebepsiz mutlu ve enerjik hissedeceksiniz. Ne yapsanız karşı koyamadığınız yeme isteğiniz yerini iştah kaybına bırakacak.
Biraz da siz gayret ederseniz kilolarınıza veda edeceksiniz.
Nasıl ortaya çıktığını anlayamadığınız dalgalı bir ruh haline bürüneceksiniz. Her şeyi yapmak, başarmak için gereken enerji birden beninizi sarmaya başlayacak. Kendinize olan güveniniz artacak.
Sizi Dünya Kadınlar Günü kutlamalarını icat eden ama adını dahi bilmediğimiz bir kadınla tanıştırmak istiyorum; Clara Zetkin ile...
Kendisi sıkı bir kadın hakları savunucusudur ve 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını öneren kadındır.
Clara Zetkin’un 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısındaki önerisi ile 1910 yılından bu yana Dünya Kadınlar Günü; insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır .
Maalesef ki ülkemizde yapılan Dünya Kadınlar Günü kutlamalarının pek çoğunun 23 Nisan’da çocukları makam koltuklarına oturtmaktan pek bir farkı yok aslında.
Sadece sembolik olarak kutlanan, içerik olarak yapılanların farkındalık sağlamadığı, hatta gerçeklikten uzak abartıldığı, sonuç olarak da içselleştirilmediği bir dizi etkinlik yaparak bugünü kutluyor olmamız çok üzüyor beni.
Sexism’in (cinsiyet ayrımcılığı) kadına yönelik pozitif anlamada yapıldığı, içi boş sözlerle kadın üstünlüğünün anlatıldığı ve bunun şakşakçılar tarafından alkışlandığı bir güne çevirmişiz Dünya Kadınlar Gününü. Bu şekilde gerçekleştirilen Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına itirazım var.
***
Bence bugü
Geçen hafta Ünlü İtalyan Tarihçi Carlo M.Cipolla’nun insanları eylemleri bakımından dört ayrı kategoriye ayırmasından kimi “aptal insan” olarak tanımlayacağımız ve hangi eylemini “aptallık” olarak nitelendireceğimizden bahsetmiş ve ortağa attığı “Aptallığın Temel Yasaları”na değinmiştik.
Kendisine hiçbir yarar sağlamadan hatta bazen zarara uğrayarak başka insan ya da insan topluluğuna illa ki zarar verenler aptal insanlar olarak tanımlanıyordu.
Kendilerine az fayda sağlamak için başkalarına çok zarar verenlere aptal-haydutlar, kendilerine çok fayda sağlarken başkalarına az zarar verenlere ise zeki-haydutlar deniyordu.
“Aptallığın Temel Yasaları” ise oldukça basitti; Aptalların sayısının sonsuz olması.
Farklı bir karakter özelliği ile aptal olmayan birinin başka bir alanda aptal olabileceği.
Aptal olmayanların her zaman aptalların zarar potansiyelini küçümsediği.
Aptal insanların var olan en tehlikeli insan türü olduğuydu.
***
Beni her gün bir parça delirten şeyin aptallıklardan ibaret olduğunu görüyorum.
Çok kolay ve sıradan işlerin aptallıklar yüzünden bir kabusa dönüşmesi beni çıldırtıyor.
Yaşanan kaosların temeline baktığımda sık sık aptalca hataların bunlara neden olduğunu fark ediyorum.
Üstelik pek çok kilit noktada bir aptalın oturduğu gerçeği ile de karşı karşıya kalıyorum.
Bu kadar zeki, yetenekli, iş bitirici insan varken aptal insanların nasıl oluyor da bu pozisyonlara geldiğine ve bunca aptallıkla nasıl yaşamlarını idame ettirdiklerine şaşıyordum.
Ta ki ünlü İtalyan tarihçi Carlo M.Cipolla’nun ortağa attığı aptallığın her ülkede geçerli temel ve evrensel yasaları olduğunu öğrenene kadar.
***
Aslına bakarsanız bilimsel araştırmaların meraklısı olan ben, bu sefer size bilimsel bir araştırmaya dayanmayan “Aptallığın Temel Yasaları”ndan bahsedeceğim.
Şu ülkede kadınların başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Siyasetçisinden, modacısına herkes kadının ne yapıp, yapmaması gerektiği üzerine açıklamalarda bulunuyor. Türk modasının önemli isimlerinden Cengiz Abazoğlu da, ben dahil pek çok kadını çileden çıkaracak bir açıklama yaptı.
Ünlü modacımız diyor k:
“Miniler, 30 yaşına gelmiş bir kadının gardırobundan kalkmalı. Vücudu ne kadar mükemmel olsa da 35’ten sonra bikiniye de veda edilmeli.”
Bu talihsiz diye adlandırılabilecek açıklama için söylenebilecek bir tek laf bulabiliyorum; “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça!”
Konuyu eviriyorum çeviriyorum, yok olmuyor, tutarsızlık ve ahmaklığın ötesine geçmiyor.
Düşünsenize genelde orta yaş ve üzeri kadınlarımıza düğünler ağırlıkta olmak üzere davetler için tuvalet (gece elbisesi) hazırlayan modacımız aynı yaş gruptaki kadınlar için mini etek giymesinler, bikiniye veda etsinler diyor.
Tayyör mü giyelim?