Türkiye’nin müteahhitlik hizmetlerinde birinci sırayı alan Libya ile siyasi ilişkiler, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın güçlü bir ekiple yaptığı ziyaretle bir eşik daha atladı
TRİPOLİ
Binali Yıldırım, Necmettin Erbakan’ın, başbakanlığı döneminde (1996) çıkan “çadır krizinden” sonra Libya’ya gidebilen (!) ikinci bakan.
1992 BM ambargosuyla başlayıp Türk müteahhitlerinin alacaklarının ödenmemesine kadar uzayan sorunlar dizini içinde derin bir sessizliğe gömülen Libya ilişkileri, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in 2004 ve 2007 yıllarında yaptığı resmi ziyaretlerle yeniden yükseliş dönemine girdi.
Önceki gün Ulaştırma Bakanı Yıldırım’ın, Türkiye Müteahhitler Birliği (TİM) üyesi 70 kadar işadamı ile Libya’nın başkenti Tripoli’ye yaptığı ziyaret, iki ülke arasındaki siyasi ilişkinin seviyesini yükselten adım oldu. Bundan sonra, iki ülkenin liderlerinin bir araya gelmeleri an meselesi gibi duruyor.
Yıldırım, Tripoli Limanı’nda iki gün sergilenecek olan Türk makine ve inşaat sanayii ürünlerini getiren Ankara ve Samsun gemilerindeki, “Blue-Expo Fuarı”nı, Libya’daki meslektaşı Mohammad Abou Ajila ile birlikte açtı.
Deniz Ticaret Odası (DTO) Başkanı Metin Kalkavan ve Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) Başkanı Murat Bayrak’ın ev sahipliğinde Tuzla Tersanesi’ndeydik.
İlk haberi vereyim.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın “Kredileri geri çağırmayın” sözleri, bankacıların bir kulağından girip öbüründen çıkmış.
GİSBİR Meclis Başkanı Kenan Torlak, “Bu sabah bankacılar (adı bende saklı, üç yerli banka) aradı, kredileri vadesinden önce çağırıyorlar. Onaylanmış kredimiz erteleniyor, 48 ay vadeli kredimizi 12 ayda kapatmamız teklif ediliyor” diyor.
Yılda 2 milyar dolar ihracat yapan sektörün Türk bankacılık sistemi içindeki kredi riski 5 milyar dolar civarında.
Bayrak ise daha acı konuşuyor:
“Gemi inşa sektörü yolcu!”
Küresel kriz de vurdu
AKP Rize Milletvekili Ali Bayramoğlu’nu “sınır tanımaz” milletvekili olarak ilan ediyorum.
Bayramoğlu, önceki gün de MÜSİAD, TÜSİAD, TÜRSAB, TİM, TMB gibi iş dünyası örgütleri ile TİSK, İKV gibi sendika ve sivil toplum örgütlerinin yanı sıra TOBB, İTO, İSO gibi yarı kamu nitelikli iş dünyası kurumlarının da kurucusu olduğu Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Körfez Ülkeleri İş Konseyi seçimlerine katıldı.
DEİK’e bağlı olarak 2003 yılında kurulan Türk-Suudi Arabistan İş Konseyi Başkanlığı’nı yürüten Ali Bayramoğlu, 22 Temmuz seçimlerinde AKP milletvekili seçildikten sonra bu görevinden istifa etmediği gibi, önceki gün yapılan seçimlere de girdi ve kazandı!
Bayramoğlu’nun, gümrüklerde “evrakta sahtecilik ”, “toplu kaçakçılık” soruşturması geçirmesine rağmen, mayıs ayında kurulan Ulusal Çay Konseyi’nin (UÇK) başkanlığı koltuğundan istifa etmemekte direndiğini de DEİK olayını soruştururken öğreniyorum.
Burada problem iki yönlü: Birincisi Bayramoğlu’nu, ikincisi ise işadamlarını ilgilendiriyor.
Bayramoğlu siyaset etiğini hiçe sayarak iş dünyası örgütlerinde aday oluyor ve UÇK’da olduğu gibi firması soruşturma geçirmesine rağmen çay sektörünü temsil etmekte ısrar edebiliyor.
İş
Gabar-Dağlıca baskınları ile Aktütün Karakolu saldırısını izleyen günler birbirine hiç benzemiyor.
PKK’lı teröristler tarafından 7 Ekim 2007’de Gabar’da 13 askerimiz, 21 Ekim 2007’de Dağlıca’da 13 askerimiz, 3 Ekim’de Aktütün’de 15 askerimiz şehit edildi.
Ekonomik ve siyasi gelişmelere bakarsak, 2007’den 2008’e nelerin değiştiğini görebiliriz.
17 Ekim 2007 tarihinde TBMM, hükümete sınır ötesi operasyon yapma yetkisini çıkardı.
TSK, bu yetkiye dayanarak Dağlıca saldırısından sonra Kuzey Irak’a askeri operasyon yaptı.
TV’ler dakika dakika operasyon görüntüleri verdi, yorumcular birbiri ardına askeri stratejileri tartıştı, ekonomistler piyasa sonuçlarını değerlendirdi.
Enerji Bakanı Hilmi Güler elektriği kesti, dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen sınırı kapadı.
Geçen hafta bizim finans dünyası cazda, sazdaydı! 7 Ekim gecesi, 1970’lerin önemli müzik gruplarından Abba’nın şarkılarının seslendirildiği, dünyanın önemli müzikallerinden Mamma Mia’nın, İstanbul Gösteri Merkezi’ndeki açılış gösterisindeydik.
Bütün dünyada 30 milyon kişinin izlediği öne sürülen müzikalin Türkiye’deki sponsoru Garanti Bankası’ydı.
Salon oldukça kalabalıktı; Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen başta olmak üzere gece ayakta bitti. 8 Ekim'de ise Akbank 18. Caz Festivali’nin açılış gecesi davetindeydik. Finans sektörünün önde gelenleri oradaydı.
Ekonomik kriz konuşulmadı değil, konuşuldu.
Edin ailesi ve o gece
Gecenin asıl konusu, “küresel kriz”, caz veya müzik de değildi, Kaz Dağı'nda kurdukları kamp çadırında sel sularına kapılarak yaşamını yitiren “Esat Edin ve üç yavrusu”ydu.
Türkiye için önem taşıyan bir soru, dün Finlandiya Cumhurbaşkanı Paula Halonen ile ortak basın toplantı yaptığı sırada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yöneltildi.
Finlandiyalı bir gazeteci Gül’e, tezkere süresinin uzatılmasını görüşen TBMM oturumunu hatırlatarak, “Türkiye için Kürt meselesi mi, AB mi önemli?” diye sordu.
Türkiye’yi kasıp kavuran terör ateşi, dışarıdan “AB mi, güvenlik mi?” diye okunuyor!
Gül, bu soruyu “Parlamentodan yetki verilir ve kullanılırsa bu, sadece terör örgütünün nokta hedeflerine karşı kullanılacak bir yetkidir” diye yanıtlıyor, hedefin Kürt halkı olmadığının altını çiziyor.
Biz de şu soruyu yöneltemez miyiz?
“Terörle mücadele alanına uluslararası destek sağlamak için attığınız adımların yeterli olmadığını görüyor musunuz? Ve ne yapıyorsunuz?”
Bayramlar aynı zamanda ılık esen nostalji rüzgârı da değil midir? Israrla, ömür boyu hep aynı şen halleri arayıp dururken, hangi zamanda olduğunu tam da bilemeden; insanın yüreğine, “Nerede o eski bayramlar?” cümlesi oturmaz mı?
Usul usul “O eski bayramların“ çocukluğumuz olduğunu anlamaya başlamaz mıyız?
Bayram sofralarının kalabalığı ya da yeni alınmış “rugan ve kırmızı“ ayakkabılar değil midir özlenen?..
Anneler, babalar, ağabeyler, ablalar bir yana; büyükanneler, büyükbabalar, halalar, dayılar, teyzeler, amcalar ve onların çocukları değil midir, “o eski bayramlar“...
Yıllar geçtikçe, birer birer “büyük aile“ fotoğrafından eksilmeler olur.
Ya işleri çıkmıştır, ya tatildelerdir, ya başka memleketlere gitmişlerdir; ya da kaybetmişsinizdir.
Çocukluk hafızamızda asılı duran renkli “bayram tablosu“, yetişkin hayatlarda nostaljidir artık.
Kızılay, Ukrayna’dan “su yüzünde“ durabilen bir “hastane“ alıyor! Bu haber aslında yeni değil; 17 Eylül günü gazetelerde “Türk Kızılay’ı yüzen hastane alıyor“ başlığıyla yer almıştı. Kızılay’ın “girişimci öyküsü“nü yazmak arife gününe kaldı. Deniz Feneri gibi, Kızılay’ın da bir gemi macerası var.
Kızılay Genel Başkanı Tekin Küçükali’nin, “yüzen hastane”yle ilgili sözlerini özetliyorum:
“Türk Kızılay’ı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi yüzen hastane almaya karar verdi. Depremlerde hastanelerin çoğu artçıların etkisiyle hasar görüyor. Otel amaçlı gemilerin hastaneye dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğini araştırdık ve olabilirliğini öğrendik. Projemizi Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım’a ilettim. ‘Böyle bir proje için İDO’da bir mühendisi görevlendirdim. Bunu hemen projelendirin’ dedi.
Hemen İDO Genel