Mevcut ciddi sorunlara rağmen Türk-Yunan ilişkilerinin olumlu bir seyirde ilerlediğini görüyoruz. Başbakan Erdoğan ile Başbakan Papandreu arasındaki son mektuplaşma da, tarafların bardağın boş değil, dolu tarafını vurgulamaya kararlı olduklarını gösteriyor.
Bu arada Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Yunanistan’ın müstakbel Dışişleri Bakanı Dimitris Druças’ın geçen hafta Londra’da gerçekleştirdikleri üç buçuk saatlik görüşmenin de çok olumlu geçtiği anlaşılıyor.
Nitekim Davutoğlu görüşmeden sonra, “Birçok konuda benzer bir perspektiften baktığımız ortaya çıktı. Her şeyden önemlisi ilişkimizin doğasının, yapısının, akışının olumlu yönde değişmesi için mutabık kaldık” diye konuştu. Druças’ın yakında Ankara’ya geleceğini de bildirerek, Başbakan Erdoğan’ın da yılın ikinci yarısında Atina’yı ziyaret edeceğini açıkladı.
Druças’ın Davutoğlu ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamalar da aynı olumlu havayı yansıtıyor. Son olarak Ta Nea gazetesine verdiği demeçte, Davutoğlu’nun “yapıcı düşünce tarzını” ve “hayal gücünü” överek, ilişkileri rekabet değil, işbirliği temeline oturtmak istediklerini belirtmiş.
Bu arada Atina’nın Batı Trakya Türkleri için bir dizi düzeltici adım atmaya
KKTC’de “Denktaş ekolü”nün şu andaki baş temsilcisi olan Derviş Eroğlu, nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olduğunu açıkladı. Yoklamalar da zaten ibrenin kendisinden yana olduğunu gösteriyor. Eroğlu da buna güvenerek Kıbrıs sorununun çözümü konusunda şimdiden bazı açıklamalarda bulunuyor.
Açıklamaları aslında sert değil. Yürüyen Kıbrıs müzakerelerini devralması halinde oyunbozan olmayacağına dair şeyler söylüyor. Milliyetçi perspektifi tabii ki söylemine bir şekilde sokuyor. Buna rağmen “uzlaşmacı” bir tavır sergilemeye çalışıyor.
Ancak uluslararası camiada hakkında yine de büyük endişe var. Hürriyet gazetesinde dün çıkan haber de bunu gösteriyor. BM Genel Sekreteri’nin yaptığı Kıbrıs ziyareti konusunda BBC’ye konuşan bir batılı diplomat, Eroğlu’nun seçilmesinin müzakere süreci açısından “felaket” sonuçlar yaratacağını söylemiş.
Ankara’daki yabancı diplomatların Eroğlu’dan beklentilerinin de pek olumlu olduğu söylenemez. Kendisine haksızlık edilip edilmediğini tabii ki zaman gösterecek.
Ancak Eroğlu’nun adanın nihai olarak ikiye bölünmesinden yana olduğuna dair kemikleşmiş bir kanaat var.
Kısacası, Denktaş gibi, Eroğlu’nun da kalbinde yatan bu aslanı
Ermenistan açılımı açmazda. Londra’da önceki gün bir araya gelen Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan’ın görüşmeleriyle ilgili haberler de bunu gösteriyor. Bu görüşmenin yapıldığı gün “The Wall Street Journal”da çıkan haber-analiz de zaten ABD’de “bu işin yürümeyeceğine” dair kanaatin yerleşmeye başladığını gösteriyor.
Dışişleri bakanlarının “Zürich Protokolleri”ni imzalamalarından sonra yaptıkları ilk görüşme sadece 15 dakika sürdüğüne göre sorun kolay aşılacak türden de değil. Sami Kohen’in de dün işaret ettiği gibi, bu iş artık “Bundan sonra kim daha kârlı, kim daha zararlı çıkar” yarışına dönüşecektir. Yani “kazan-kazan” anlayışı bitti.
Dışişleri Bakanlığımız, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin “protokolleri sakatladığını” açıkladığında, “Ankara kendisini diplomatik açıdan güçlü hissediyor olmalı” diye düşündük. Türkiye’nin, Ermenistan’ı konuyla ilgili ülkelere şikâyet edeceğini açıklamasını da bu çerçevede değerlendirdik.
Bu ülkelerin başında ABD, Rusya ve arabulucu İsviçre geliyor. Ancak Batılı diplomatlar nezdinde yaptığımız yoklamalar, Türkiye’nin burada pek de güçlü konumda olmadığını gösterdi. Bunda şaşılacak bir durum da yok, çünkü
Arap âlemi genelde “laik ve demokratik Türkiye”yi kendisi için bir model olarak görmez. İslami kimlik ile ulusal ve kültürel kimliklerin birbirine girdiği Arap âleminde Atatürk reformları da fazla bir şey ifade etmez.
Bu âlemde demokrasiden eser olmadığı için Türkiye’nin parlamenter sistemi de bölgedeki kurulu düzen savunucularının işine gelmez. Genelde kullanılan argüman ise “Demokrasi bu cahil halkın elinde ülkeyi felakete sürükler” şeklindedir.
Bu durum tabii ki bir gecede gelişmedi. Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışına bölge halkları arasında gösterilen ilginin sadece İsrail karşıtlığından değil, aynı zamanda kurulu düzen karşıtlığından kaynaklandığını gösteren deliller de az değil.
Fakat defalarca belirttiğimiz gibi, Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu’daki muhatapları demokratik haklarından mahrum olan sokaktaki adam değil, bölgedeki kurulu düzeni temsil eden yönetimlerdir. Aslında Erdoğan da bu gerçeği anlamaya başladı.
Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapacağı ziyareti öncesinde havaalanında bundan kısa bir süre önce açıklamalarda bulunurken şunları söyledi:
“İslam dünyası olarak, halklar değil yönetimler olarak olayı ele alacak olursak, dünya Müslümanlarının beklediği
Ermenistan ile normalizasyon süreci daha şimdiden zora girdi. Gerçek şu ki her iki taraf bu süreçte samimi değil. Şu anda yaptıkları ise “diplomatik köşe kapmaca” oynamaktan ibaret.
Türkiye ve Ermenistan aslında bu uzlaşma işine tümüyle öznel nedenlerle girdiler. Bunu son günlerde daha net görüyoruz. Bu nedenle de daha şimdiden birbirlerini uluslararası camiaya şikâyet etmeye başladılar.
Bu süreçte Türkiye tarafındaki temel beklentinin Ermeni soykırım iddialarına son vermek olduğu malum. Ankara’nın “Karabağ önkoşulu” ise bu sürece sonradan sokuldu. Yoksa Ermenistan ile imzalanan protokollerde bu soruna ismen değinilmiyor.
Bu mesele Azerbaycan’ın kıyamet koparması ve Türkiye’deki milliyetçi unsurları hareketlendirmesi ile hükümetin gündemine girdi. Ankara’nın bu durumda Türk-Ermeni sınırı konusunda ilgili protokolde belirlenen takvimi nasıl uygulayacağı meçhul. Çünkü Bakü bu sınırın açılmasına şiddetle karşı.
Rus haber ajansı Regnum’un yorumcularından Stanislav Tarasov’un “abhaber.com”da yer alan yazısına göre, Ankara aslında “Ermenistan ile diplomatik ilişkileri sınırları açmaksızın başlatmak istiyor.”
Ancak, uluslararası izolasyondan kurtulmak isteyen Ermenistan için
Son dönemde yıldızları parlayan yeni nesil gazeteciler arasında Milliyet’ten Nedim Şener ve Taraf’tan Mehmet Baransu da var. Yazdıkları haberler fena halde “zülfüyâre dokunuyor.” İyi de oluyor. Çünkü ortaya çıkardıkları gerçekler, sözde “devlet aklı” ile hareket eden bazı beyinlerin akla, mantığa ve toplumsal gelişmeye karşı direncini de sergiliyor.
Basın özgürlüğünün hayati önemi de böylece görülüyor. Başbakan Erdoğan da, Baransu’nun “balyoz” etkisi yaratan son haberinden dolayı herhalde çok memnundur. Fakat bu Erdoğan’ın “basın özgürlüğü”ne inandığı anlamına gelmez.
Aksine, Erdoğan’ın başından beri, ucu kendisine veya partisine dokunan eleştirilere tahammülü yok. Karikatüristleri dava etmesi, gazetelerin boykot edilmesi için yaptığı çağrılar ve Başbakanlık’ta oynanan akreditasyon oyunları bunu yeterince ortaya koydu.
Erdoğan’ın, “Deniz Feneri skandalı” çerçevesinde özgür basına karşı kullandığı sert söylem, ayrıca hoşuna gitmeyen haberleri yazan grubumuza karşı kullanılan vergi silahı da zaten uluslararası raporların sabit maddeleri arasında yer alıyor artık.
Bu arada, “Sınır Tanımayan Gazeteciler”’ adlı kuruluşun hazırladığı “2009 Basın Özgürlüğü Endeksi”ne göre Türkiye
Dışişlerimiz, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin Zürich Protokolleri ile ilgili gerekçeli kararında, “Protokollerin lafzına ve ruhuna aykırı önkoşullar ve kısıtlayıcı hükümlerin” yer aldığını açıkladı. Ayrıntıya girmeden, bu kararın “Protokollerin müzakere gerekçesini ve protokollerle hedeflenen temel amacı sakatladığını” belirtti.
Konuyla ilgili son yazımızda “Ermenistan Anayasa Mahkemesi protokolleri onayladı” dediğimiz için bu meseleye tekrar bakmamız gerekiyor. “Bu kez biz mi kontrpiyede kaldık?” diye düşünerek mahkemenin gerekçeli kararını dikkatle okuduk.
Önce şunu belirtelim. Aşırı milliyetçi Ermeniler “Anayasa Mahkemesi protokolleri öldürdü” havasını yaymaya çalışıyorlar. Ama bu doğru değil. Gerekçeli kararın sondan ikinci paragrafı ise, net bir şekilde, söz konusu protokollerin “Ermenistan Anayasası’na uygun olduğunu” belirtiliyor. Bu cümleye, “Gerekçeli kararda belirtilen hususlar saklı kalmak üzere” diye herhangi bir ifade de eklenmemiş.
Aşırı milliyetçi Ermenilerin iddialarının aksine, Anayasa Mahkemesi’nin kararı açık bir şekilde “Kars Antlaşması geçersizdir” de demiyor. Türk-Ermeni sınırıyla ilgili hukuki teknik ve kurumsal sorunları “Ermenistan’ın bu sorunları
İki ülke ilişkilerinde tansiyonun doruğa çıktığı bir haftanın sonunda bir günlük bir ziyaret için Ankara’ya gelen İsrail Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Ehud Barak son derece sıcak mesajlar verdi. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkinin kopmaması için elinden geleni yapacağını kaydeden Barak, Büyükelçi Oğuz Çelikkol’a yaşatılan aşağılamanın da ülkesinin diplomatik standartlarını yansıtmadığını söyledi.
Barak, Dışişleri Bakan Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile ayrı ayrı gerçekleştirdiği görüşmelerinden sonra dün Ankara’da bir grup gazeteci ile bir araya geldi. Barak’ın söylediklerini yorum katmadan aşağıda veriyoruz. Zira Türk-İsrail ilişkileri konusunda çok şeyin söylendiği bir sırada, “suyun başındaki” en yetkili kişilerden birinin sözlerinin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Ortadoğu’nun istikrarına büyük katkıda bulunacak bir konumda olan Türkiye’nin bu kilit rolünü takdir ettiklerini belirten Barak şöyle konuştu:
“Zaman zaman yaşanan sorunlara rağmen İsrail için Türkiye ile istikrarlı ve gelişen bir ilişki içinde olmak çok önemli. İsrail ile Türkiye’nin bölgede istikrarı sağlamak için birlikte hareket etmelerinin önemi gözden hiçbir zaman