Dışişlerimiz, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin Zürich Protokolleri ile ilgili gerekçeli kararında, “Protokollerin lafzına ve ruhuna aykırı önkoşullar ve kısıtlayıcı hükümlerin” yer aldığını açıkladı. Ayrıntıya girmeden, bu kararın “Protokollerin müzakere gerekçesini ve protokollerle hedeflenen temel amacı sakatladığını” belirtti.
Konuyla ilgili son yazımızda “Ermenistan Anayasa Mahkemesi protokolleri onayladı” dediğimiz için bu meseleye tekrar bakmamız gerekiyor. “Bu kez biz mi kontrpiyede kaldık?” diye düşünerek mahkemenin gerekçeli kararını dikkatle okuduk.
Önce şunu belirtelim. Aşırı milliyetçi Ermeniler “Anayasa Mahkemesi protokolleri öldürdü” havasını yaymaya çalışıyorlar. Ama bu doğru değil. Gerekçeli kararın sondan ikinci paragrafı ise, net bir şekilde, söz konusu protokollerin “Ermenistan Anayasası’na uygun olduğunu” belirtiliyor. Bu cümleye, “Gerekçeli kararda belirtilen hususlar saklı kalmak üzere” diye herhangi bir ifade de eklenmemiş.
Aşırı milliyetçi Ermenilerin iddialarının aksine, Anayasa Mahkemesi’nin kararı açık bir şekilde “Kars Antlaşması geçersizdir” de demiyor. Türk-Ermeni sınırıyla ilgili hukuki teknik ve kurumsal sorunları “Ermenistan’ın bu sorunları çözme arzusuna bağlıyor.” Yani topu hükümete ve parlamentoya atıyor.
Kaldı ki diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla ilgili ilk protokolün 5. maddesi, “tarafların mevcut sınırı tanıdıklarını” belirtiyor. Uluslararası hukuk ise burada Türkiye’den yana.
Bugün Türk-Ermeni sınırını tanıyıp tanımama tartışması da zaten sadece Ermenistan’da sürüyor.
Ne BM, ne AB, ne Avrupa Konseyi, ne AGİT, ne de başkası açısından böyle bir mesele yok. Sonuçta Suriye de, “Hatay benim” diyor, ama uluslararası hukuk açısından bunun bir kıymeti yok.
Bizde uzlaşmaya karşı çıkanlara göre Ermenistan Anayasa Mahkemesi ayrıca, “Diplomatik ilişkinin kurulması ve sınırın açılması eşzamanlı olmazsa protokoller geçerli sayılmaz” diyormuş.
Mahkeme iki protokol olduğuna işaret ediyor. Diplomatik ilişkilerin kurulması ile ilişkilerin geliştirilmesini öngören bu protokollerin, ayrı olsalar da, bir bütünü temsil ettiklerini söylüyor. Özetle, “Her ikisinin geçerli olması lazım. Biri tek başına geçerli olamaz” diyor.
Fakat Türkiye de aynısını söylüyor. Kaldı ki, protokollerde neyin ne zaman yapılacağı bir takvime bağlanmış durumda. Peki, Ankara o zaman neye kızdı ki önceki günkü açıklamayı yapma ihtiyacını duydu?
Dışişleri çevrelerine göre suç Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararının 5. maddesinde. Orada, ilgili protokol çerçevesinde atılacak adımların “Ermenistan Bağımsızlık İlanı’nın 11. maddesiyle çelişemeyeceği” belirtiyor.
Söz konusu madde ise, Ermenistan’a soykırımın dünyada kabul edilmesi için çalışması sorumluluğunu yüklüyor. Oysa Türkiye’nin Ermenistan ile uzlaşmak istemesinin temel nedenlerinden biri, soykırım kampanyasının önünü kesmek.
Ankara bu durumda, ilgili protokolde kurulması öngörülen “bağımsız tarihçiler komisyonu”nun anlamsız olacağını düşünüyor. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararında “protokollerin ruhuna ve lafzına aykırı bulunan” da esas itibariyle budur.
Özetle mesele, her zamanki gibi, dönüp dolaşıp “Ermeni soykırımı” konusuna geliyor. Ancak, bu sorunun bu protokollerin devreye girmesiyle de hemen ortadan kalkacağını düşünmek bizce yanlış. Unutmamak lazım ki, Ermenistan gibi, Türkiye’nin de bu konuda “değişmez” görünen yaklaşımı var. Sonuçta zaman alacak çok zor bir süreçten söz ediyoruz.
* * *
Not: Hrant Dink’in katledilmesi üzerinden üç yıl geçti. “Delil fazlalılığına” rağmen davasında bir ilerleme istenmediği de açıkça ortada. Bu meşum yıldönümünde Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın hapisten “şovla” çıkması ise, ulusal utancımızı bir kat artırıyor. Abdi Bey ile sevgili Hrant’ın Türkiye’yi bu ayıplarından dolayı affettiklerini sanmıyoruz. Her ikisi huzur içinde yatsın. Sonuçta bizi medeni ülkelerin düzeyine taşıyacak olan onların öldürülemeyen düşünceleridir.