Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Arap âlemi genelde “laik ve demokratik Türkiye”yi kendisi için bir model olarak görmez. İslami kimlik ile ulusal ve kültürel kimliklerin birbirine girdiği Arap âleminde Atatürk reformları da fazla bir şey ifade etmez.
Bu âlemde demokrasiden eser olmadığı için Türkiye’nin parlamenter sistemi de bölgedeki kurulu düzen savunucularının işine gelmez. Genelde kullanılan argüman ise “Demokrasi bu cahil halkın elinde ülkeyi felakete sürükler” şeklindedir.
Bu durum tabii ki bir gecede gelişmedi. Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışına bölge halkları arasında gösterilen ilginin sadece İsrail karşıtlığından değil, aynı zamanda kurulu düzen karşıtlığından kaynaklandığını gösteren deliller de az değil.
Fakat defalarca belirttiğimiz gibi, Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu’daki muhatapları demokratik haklarından mahrum olan sokaktaki adam değil, bölgedeki kurulu düzeni temsil eden yönetimlerdir. Aslında Erdoğan da bu gerçeği anlamaya başladı.
Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapacağı ziyareti öncesinde havaalanında bundan kısa bir süre önce açıklamalarda bulunurken şunları söyledi:
“İslam dünyası olarak, halklar değil yönetimler olarak olayı ele alacak olursak, dünya Müslümanlarının beklediği tepkiyi yönetimler ortaya koyamamıştır. Bu işin acınacak yanıdır.”

Türkiye’nin bölgesel önemi
Erdoğan’ın bu sözleri, Ortadoğu gerçekleri açısından, “acı bir itiraftır.” Böylece, bölge yönetimlerinin dünya görüşlerinde değişiklik olmadıkça bir şeyin değişmeyeceğini artık anlamıştır. Bölgedeki kanaat önderlerinin de bu hususun altını çizmeye başlamaları dikkat çekiyor. Türkiye’nin bölge ülkeleri ve halkları açısından önemi de işte bu noktada artıyor.
Bunu son olarak Mısırlı araştırmacı yazar Vali Nasr’ın yeni kitabında da görüyoruz. Nasr’ın kitabının başlığı bizim çevirimizle -şöyle: “Kaderin Gücü: Ortadoğu’da yeni Müslüman Orta Sınıfın Yükselişinin Dünyamız için Anlamı.” Bu başlık bile Nasr’ın temel tezi hakkında ipucu veriyor.
Özetlemek gerekirse, Nasr, bizce de doğru olarak, Ortadoğu’nun kurtuluşunu güçlü bir orta sınıfın yükselişine bağlıyor. Bölgede bunu bugüne kadar belli ölçüde başaran tek ülkenin ise Türkiye olduğunu belirtiyor.
Türkiye bugün “şeriat karşıtı darbe” senaryolarını tartışırken, Nasr bizce gözden kaçırılan önemli bir hususun altını çiziyor. AKP’nin aslında “Kemalist elit” karşısında yenildiğini, bu nedenle şeriatı çağrıştıran söylemden uzaklaşıp zorunlu olarak Batı türü demokrasi savunuculuğuna döndüğünü yazıyor.
Nasr bu çerçevede, AKP ile Batı’nın Hıristiyan Demokrat partileri arasında benzerlik görüyor. Başbakan Erdoğan’ın son günlerde referans noktası olarak sık sık Menderes ve Özal’ın adlarını telaffuz etmesi de bu çerçevede, tabii ki, dikkati çekiyor.

Muhafazakâr işadamlarının isteği
Nasr’a göre, AKP bugün “serbest pazar ekonomisine dayanan kapitalist sistemi, azınlık haklarını ve AB üyeliğini” destekliyor. Dini ve muhafazakâr işadamları ise “Şeriat özlemiyle yaşamıyorlar, sadece Osmanlı ve İslami geleneklere saygı gösterilmesini istiyorlar.”
Nasr’ın görüşleri elbette ki tartışılabilir. İslam âleminin bir tür Samuel Huntington’u olan Seyyid Kutub’un öngörülerinin “sadece yarısının doğru çıktığını” belirtmesi ise, kuşkusuz, radikal dinci kesimlerde tepki çekecektir.
Buna karşın Nasr Ortadoğu’da gelişen yeni bir düşünce tarzını ortaya koyuyor. Türkiye ise bu düşünce tarzı çerçevesinde artan bir önem taşıyor. Bu arada Arap orta sınıfının Türk dizilerine gösterdiği büyük ilgi de farklı bir sosyal yaşamın özlemini yansıtıyor.
Özetleyecek olursak, Türkiye’nin bölge için yeni öneminin, Davos çıkışlarından çok, bölgenin iç dinamikleriyle ilgili köklü sosyolojik nedenlerden kaynaklandığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor.