Ermenistan açılımı açmazda. Londra’da önceki gün bir araya gelen Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan’ın görüşmeleriyle ilgili haberler de bunu gösteriyor. Bu görüşmenin yapıldığı gün “The Wall Street Journal”da çıkan haber-analiz de zaten ABD’de “bu işin yürümeyeceğine” dair kanaatin yerleşmeye başladığını gösteriyor.
Dışişleri bakanlarının “Zürich Protokolleri”ni imzalamalarından sonra yaptıkları ilk görüşme sadece 15 dakika sürdüğüne göre sorun kolay aşılacak türden de değil. Sami Kohen’in de dün işaret ettiği gibi, bu iş artık “Bundan sonra kim daha kârlı, kim daha zararlı çıkar” yarışına dönüşecektir. Yani “kazan-kazan” anlayışı bitti.
Dışişleri Bakanlığımız, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin “protokolleri sakatladığını” açıkladığında, “Ankara kendisini diplomatik açıdan güçlü hissediyor olmalı” diye düşündük. Türkiye’nin, Ermenistan’ı konuyla ilgili ülkelere şikâyet edeceğini açıklamasını da bu çerçevede değerlendirdik.
Bu ülkelerin başında ABD, Rusya ve arabulucu İsviçre geliyor. Ancak Batılı diplomatlar nezdinde yaptığımız yoklamalar, Türkiye’nin burada pek de güçlü konumda olmadığını gösterdi. Bunda şaşılacak bir durum da yok, çünkü ilgili ülkelerin dışişleri bakanları veya üst düzey dışişleri yetkilileri pozisyonlarını zaten açıkladılar.
Bu açıklamalar ışığında şu iki temel gerçek ortaya çıkıyor:
1- İlgili ülkelerin hiçbiri Zürich Protokolleri ile Karabağ sorunu arasında doğrudan bir bağ olduğunu kabul etmiyor. Rusya Dışişleri Bakanı Lavroz bu konuda bir adım ileri giderek Ankara tarafından kurulan bu bağın “yapay” olduğunu dahi açıkladı.
2- Ankara’yı kızdıran Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararı konusunda da ilgili ülkeler önemli ölçüde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon gibi düşünüyorlar. Gordon konuyla ilgili olarak geçen hafta yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Mahkemenin kararını, Türkiye ile Ermenistan arasından imzalanan normalizasyon protokollerinin ileri götürülmesi açısından olumlu bir adım olarak görüyoruz. Mahkemenin kararı, protokollerin müzakere edilerek imzalandıkları şekilde onaylanmaları için meclise sevk edilmelerine el veriyor. Karar protokolleri herhangi bir şekilde sınırlayıp şarta bağlıyormuş gibi de görünmüyor.”
Gordon burada, “Önemli olan şey, müzakere edilip imzalanan protokollerin metnidir” diyor. Bu cümle söz konusu protokolleri öldürmeye çalışan aşırı milliyetçi Ermeniler açısından da manidar tabii. Fakat Ankara da Gordon’un pozisyonunu kabul etmiyor. Yapılan açıklamalar da bunu gösteriyor.
Ancak, önemli olan bu açıklamalar değil. Önemli olan husus, uluslararası rüzgârın Ermenistan’dan yana esmeye başlamasıdır. Başbakan Erdoğan’ın “Biz bir adım ilerideyiz çünkü protokolleri Meclis’e sevk ettik, söz artık Meclis’in” şeklindeki argümanı da geçerli sayılmıyor.
Bir diplomat bu argümana yanıt verirken, “Tamam da hükümet protokollerin onaylanması için güçlü olduğu Meclis’te herhangi bir çaba da sarf etmiyor” diye konuştu. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararını ise, “Süreci ileri taşımak açısından somut bir adım” olarak değerlendirdi.
Edindiğimiz bilgilere göre, Ankara’nın Ermenistan ile normalizasyon sürecinin devamı için üçüncü taraflardan istediği yazılı garanti de gelmeyecek. Bir başka diplomat da bu konuda şunları söyledi:
“Bu garanti verildi diyelim. Ermenistan’a da bu sürecin Karabağ ile ilgisi olmadığına dair yazılı teminat isteme hakkı doğmaz mı? Hiç kimse bu işin böyle bir fasit daireye dönmesine alet olmak istemez.”
Hükümetin Ermenistan açılımıyla ilgili bazı acı gerçekler işte böyle. Şu anda uluslararası camiada bu protokollerin gecikmeden meclislerde onaylanıp hayata geçirilmesi beklentisi ağır basıyor.
Konuştuğumuz diplomatların söyledikleri ise ilk adımın Ankara’dan beklendiğini gösteriyor. Ancak “Karabağ önkoşulu” nedeniyle bu olmayacak. O zaman geriye, diplomatik bir fiyaskodan başka ne kalıyor?