KKTC’de “Denktaş ekolü”nün şu andaki baş temsilcisi olan Derviş Eroğlu, nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olduğunu açıkladı. Yoklamalar da zaten ibrenin kendisinden yana olduğunu gösteriyor. Eroğlu da buna güvenerek Kıbrıs sorununun çözümü konusunda şimdiden bazı açıklamalarda bulunuyor.
Açıklamaları aslında sert değil. Yürüyen Kıbrıs müzakerelerini devralması halinde oyunbozan olmayacağına dair şeyler söylüyor. Milliyetçi perspektifi tabii ki söylemine bir şekilde sokuyor. Buna rağmen “uzlaşmacı” bir tavır sergilemeye çalışıyor.
Ancak uluslararası camiada hakkında yine de büyük endişe var. Hürriyet gazetesinde dün çıkan haber de bunu gösteriyor. BM Genel Sekreteri’nin yaptığı Kıbrıs ziyareti konusunda BBC’ye konuşan bir batılı diplomat, Eroğlu’nun seçilmesinin müzakere süreci açısından “felaket” sonuçlar yaratacağını söylemiş.
Ankara’daki yabancı diplomatların Eroğlu’dan beklentilerinin de pek olumlu olduğu söylenemez. Kendisine haksızlık edilip edilmediğini tabii ki zaman gösterecek.
Ancak Eroğlu’nun adanın nihai olarak ikiye bölünmesinden yana olduğuna dair kemikleşmiş bir kanaat var.
Kısacası, Denktaş gibi, Eroğlu’nun da kalbinde yatan bu aslanı hiç gözden çıkarmayacağına inanılıyor. Fakat bunlar doğruysa, yani Eroğlu müzakere sürecine çomak sokmaya çalışacaksa, o zaman meydanın kendisi açısından çok rahat olmadığını da görecektir.
Gerçek şu ki, elinde Annan Planı süreci sonrasında büyük hayal kırıklığı yaşayan halkın tepki oyları dışında bir siyasi manivela olmayacak. KKTC’nin küçük ölçeği, Türkiye’ye bağımlılığı ve benzeri nesnel gerçekler, Eroğlu’nun halktan aldığı yönergeyi Kıbrıs müzakerelerinin yönünü değiştirmek için kullanmasına izin vermeyecek.
Bunu yine de yapmaya çalışması halinde, ilk sorunlarını Annan Planı’nı desteklemiş olan Ankara’daki iktidar ile yaşayacaktır. Hatırlamakta yarar var. Sonuç getirmemiş olsa da, Annan Planı sürecinde Türkiye ve KKTC üzerindeki “uzlaşmaz taraf” töhmeti kalktı.
Bu da Türkiye’nin elini uluslararası platformlarda, son çeyrek asırdır görülmemiş şekilde rahatlattı. Eroğlu da milliyetçi gündemini bunu bilerek yürütmek zorunda. Asıl isteği adayı ikiye bölmek ise o zaman bunu, “adayı bölen kişi” görüntüsü vermeden yapmanın yolunu bulması gerekiyor.
Dil bilmeyen bir müzakereci olarak diplomatik yeteneklerinin bu ince ve hesaplı oyunu oynamasına el verip vermeyeceğini şu aşamada bilemiyoruz. Fakat bu konuda çok da umutlu değiliz.
Özetle Eroğlu’nun Ankara için uluslararası düzeyde yaşatacağı her sıkıntı, AKP iktidarı ile arasındaki tansiyonun artmasına yol açacaktır. Çünkü Türkiye’yi “lider ülke” yapma hevesinde olan AKP iktidarı için Eroğlu’nun bu tutumu manidar olacaktır.
Hele hele “uzlaşmaz taraf” damgasının tekrar Kıbrıslı Türklere geçmesine neden olursa, bunun Ankara’da yarattığı rahatsızlığı daha belirgin bir şekilde hissedecektir. Bu arada, Türkiye’deki milliyetçi muhalefete güveniyorsa, o zaman -Denktaş için olduğu gibi- bu da bu aşamada fazla bir sonuç getirmeyecektir.
Kıbrıslı Türklerin duydukları hayal kırıklığını ve bu nedenle tekrar Eroğlu’na meyil etmelerinin psikolojik nedenlerini anlamak kolay elbette. Özellikle AB’nin kendilerine eşit davrandığı söylenemez. Ancak bu gerçekler Eroğlu’nun karşılaşacağı siyasi sorunları hafifletmeyecektir.
Eroğlu’nun saati geri çevirerek Denktaş dönemini tekrar açmaya çalışmasının sıkıntılarını da sonunda yine Kıbrıslı Türkler çekecektir. İzolasyondan çıkma çabaları çerçevesinde şimdiye kadar elde ettikleri küçük bazı kazanımları bile kaybetme durumuyla karşı karşıya kalacaklar.
Uzun lafın kısası Cumhurbaşkanlık seçimlerinin yapılacağı 18 Nisan tarihinde sandığa giden Kıbrıslı Türklerin güdüleri ve duyguları ile değil, akılları ile ve geleceği düşünerek oy kullanmaları gerekecek. Beklendiği gibi seçilirse, Eroğlu da ülkesini, karşı karşıya olduğu uluslararası gerçeklere göre yönetmek zorunda kalacaktır.