Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklamaları, Gazze ablukasının yasadışı olduğunu tescil ettirmek için Türkiye tarafından büyük çaba sarf edileceğini gösteriyor. Fakat eski dışişleri bakanlarından İlter Türkmen’in dünkü Milliyet’te belirttiği gibi, konunun hangi mahkemeye götürüleceği belli değil.
Türkmen’in dediği gibi, ülkeler Lahey’deki Adalet Divanı’na tek taraflı olarak başvuramıyorlar. İlgili tüm ülkelerin divana gitmeyi kabul etmeleri gerekiyor. Özetle, İsrail istemezse Türkiye bu mahkemeye gidemiyor.
Davutoğlu, Türkiye’nin Gazze ablukasının “Uluslararası Adalet Divanı’nda incelenmesini sağlayacağını”, bunun için “BM Genel Kurulu’nu harekete geçirmek için girişimlerde bulunacağını” söyledi. Bu, Ankara’nın farklı bir yol izleyeceğini gösteriyor.
Veto kullanacaklar
Türkiye, BM Genel Kurulu’nda, Adalet Divanı’nın konuyu incelemesi için bir tavsiye kararı çıkmasını sağlayabilir. Veto kullanacak ülkelerin başını, Türkiye’nin İran’a karşı “Füze Kalkanı” projesine birlikte girmeye hazırlandığı “müttefiklerinin” çekecek olması ise ayrıca ilginç.
Bu ülkeler, BM Genel Kurulu’nun “tavsiyesinin” Adalet Divan’ı tarafından ele alınmasını durduramasalar bile, çeşitli siyasi baskılar ve yasal enstrümanlarla bunu geciktirebilirler. Sonuçta bugünden yarına olacak bir işten söz etmiyoruz.
Hükümetin bu durumda İsrail tarafından öldürülen vatandaşlarının hukukuna ağırlık vermesi daha doğru olacaktır. Zira, bunun yasal zemini, Ankara’nın “yok saydığı” Palmer Raporu sayesinde daha da sağlam görünüyor.
Sonuçta rapor, İsrail yanlısı kokusuna rağmen, Mavi Marmara’da öldürülen Türklerin, “bazıları kısa menzilden ve arkadan olmak üzere defalarca vurulduklarına” işaret ediyor.
Bununla da kalmayarak, “İsrail’in bu insanları nasıl ve neden öldürdüğünü tatminkar bir şekilde açıklamadığını” belirtiyor.
Gazze ablukasını “yasal” ilan eden Palmer Raporu’ndan büyük memnuniyet duysa bile, İsrail’in bu yazılanlarla rahat uyuması mümkün değil. Öldürdüğü Türkler için bir an evvel “üzüntü bildirip” tazminat ödemeyi da zaten bu nedenle istiyor. Konunun böylece kapanacağını umuyor.
Ancak, Türkiye’nin “tam özür” için bastırması oyunu bozuyor. Ankara’nın istediği “özür”, İsrail’in “suçunu” kabul etmesi anlamına geliyor. İsrail bunu yaparsa, Türkleri öldüren askerlerinin ve komutanlarının herhangi bir uluslararası mahkemede yargılanmalarını kolaylaştırmış olacak.
Gazze’nin durumu
Siviller söz konusu olduğunda bile kanlı orantısız güç kullanımını bir askeri caydırma taktiği olarak kullanan İsrail için böylece arzulamadığı bir emsal yaratılmış olacak. Netanyahu hükümeti, bu nedenle Türkiye’nin “özür” talebini reddediyor. Konu “onur” meselesi olduğu kadar “hukuki” bir mesele.
Zaman alacağı belli olan Gazze ablukası ile ilgili dava bir yandan devam ederken, öncelik bu davaya verilirse daha çabuk sonuç alınabilir. Gazze meselesinin “asli sorun” haline getirilmesi ise İsrail tarafından öldürülenlerin hukukunun korunması açısından zaman ve zemin kaybettirebilir. Buradaki dengenin iyi oluşturulması gerekiyor.
Bu arada, tüm dünyanın ilgi alanı olan bir bölgede, üstelik ulusal çıkarları doğrudan ilgilendirmeyen bir konuda, büyük bir misyona soyunmanın, Türkiye’ye yeni hayal kırıklıkları yaşatabileceği gerçeği de göz ardı edilmemeli.
Davutoğlu, bu meselenin “Türk-İsrail meselesine” dönüşmesinden rahatsız. Bunun, “İsrail ile uluslararası toplum, uluslararası hukuk, uluslararası vicdan meselesi” olduğunu söylüyor.
Fakat, Batı’dan gelen açıklamalar bunun bir “hukuki” değil, Türkiye ile İsrail arasında siyasi bir mesele olarak görüldüğünü gösteriyor. Mavi Marmara’da vatandaşları olan ülkeler bile, Ankara’ya açık destek vermek yerine, Türkiye ile İsrail’e bir an evvel barışmalarını telkin ediyorlar, ki Palmer Raporu’nun nihai tavsiyesi de bu.
Türkiye bunu istemiyor ama Ankara’nın ABD ve Avrupalı ülkelerle diyalogunda, karşı tarafın “standart resmi söylemi” de bu olacaktır.