Başbakan Erdoğan’ın Mısır’a hareket etmeden önce Gazze’yi ziyaret etmesinin söz konusu olmadığını açıklaması, buna karşın “en kısa zamanda Gazze’yi ziyaret etmenin hasreti içerisinde” olduğunu belirtmesi, dış politikada olabileceklerle olamayacakların net bir örneğini sağlıyor.
Erdoğan burada da, Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne karşı çıktığı veya “NATO’nun Libya’da ne işi var?” çıkışında bulunduğu zamanki duruma düştü. İran’a o kadar arka çıktıktan sonra NATO’nun “Füze Kalkanı” projesine onay vermesi de aynı sıkıntıya işaret ediyor.
Bu örnekler Erdoğan’ın ve yakın çevresindekilerin dış politika değerlendirmelerinde bir sorun olduğunu gösteriyor. Zira Erdoğan sürekli “geri adım atma” durumunda kalıyor. Oysa, örneğin, Mısır’ın sıkı kontrolündeki Refah sınır kapısından Gazze’ye geçemeyeceği belliydi. Gazze’yi ziyaret edeceğine dair haberlere sevinmelerine rağmen Hamas liderinin dahi buna inandıklarını sanmıyoruz.
Erdoğan’ın Gazze’ye gidemeyecek olmasının başlıca nedeni ise İsrail veya ABD’den çekinmesi değil. Erdoğan daha önce çeşitli Arap ülkelerinden yaptığı gibi İsrail’i Gazze’den vurmayı kuşkusuz çok isterdi. Arap sokaklarındaki popülaritesini de böylece iyice arttırırdı.
Ancak gidemedi çünkü içinde bulunduğu konjonktür nedeniyle içerde ve dışarıda sıkıntılı günler yaşayan Mısır’ın itibarını ve istikrarını düşünmek zorundaydı. Fazla sevmediği diplomatlarımızın sağduyulu telkinlerini de bu nedenle dinlemek zorunda kaldı.
Kaldı ki, Mısır’daki geçici askeri yönetimin Gazze’ye geçişleri sağlayan Refah kapısını kısmen açması üzerine, Hamas bile kendi üyelerine “bu yoldan girip çıkarken sakın kardeş Mısır yönetimini zorda bırakacak hareketlerde bulunmayın” uyarısında bulunmuştu.
Özetle, Kahire’deki askeri yönetimin Erdoğan’ın Mısır üzerinden Gazze’ye geçmesine olumlu bakması “eşyanın tabiatı” gereğince mümkün değildi. İster Mısır’dan, isterse başka bir ülkeden olsun, herhangi bir Arap lider henüz böyle bir ziyarette bulunmuş değil. Erdoğan Gazze’ye gitmekle, Mısır halkının zaten gerçek niyetleri hakkında derin kuşku duyduğu Kahire’deki askeri yönetimi gölgelemiş olacaktı.
Sorun bununla da kalmıyor. Böyle bir ziyaret zor ve hassas bir süreçten geçen Mısır-İsrail ilişkilerinde de sıkıntı yaratacaktı. Kahire’deki geçici askeri yönetimin, ülkenin “reel politika” ihtiyaçları nedeniyle, şu aşamada bunu istemediği aşikâr. Bu konu sadece Mısır’ın İsrail ile ilişkileriyle de ilgili değil. İşin içinde Kahire’nin her yıl en az 2 milyar dolar tutarında askeri yardım aldığı ABD de var.
Diğer bir sorun ise Filistinlilerin iç işlerini ilgilendiriyor. Gazze’deki Hamas yönetimi ile dünyanın ağırlıklı olarak tanıdığı Mahmud Abbas liderliğindeki FKÖ arasındaki ilişkilerin 2006’dan bu yana kötü olduğu malum. Taraflar şu anda Mısır tarafından sağlanan hassas bir barış süreci içindeler.
Ancak bölgedeki kurulu Arap rejimlerinin pek sevmedikleri Hamas’ı güçlendirecek, buna karşın Abbas’ı zayıflatacak adımlar -bırakın ABD veya İsrail’i- merkezi Kahire’de bulunan Arap Birliği’nin de istemediği bir şeydir. Bu nedenlerle Erdoğan’ın “en kısa zamanda Gazze’yi ziyaret etme hasretini” yakın bir tarihte gideremeyeceği ortada.
Başbakan Erdoğan Kahire’de beklenen konuşmasını bu yazı kaleme alındığında henüz yapmamıştı. Ancak bu konuşmanın, demokrasi ve siyasi istikrarın önemine değinerek yapıcı bir anlayış içinde yapılacağını tahmin etmek güç değildi. Ortadoğu’daki aklı selim sahiplerinin Türkiye’den şu anda bekledikleri de zaten budur.
Yoksa Erdoğan’ın İsrail ve Filistinliler üzerinden “bölgesel liderliğe” soyunması, Arap sokaklarda ne kadar sevinçle karşılanıyor olursa olsun, bölgedeki yönetimler tarafından çok hoş karşılandığını sanmıyoruz.
Türkiye’nin karmaşa içinde olan Ortadoğu’daki asıl sorumluluğu da zaten, ortalığı daha da karıştırmak değil, elinden geldiğince ortamın yatışmasına katkıda bulunmaktır. Bu da “popülist hareketlerden” çok, “gerçekçi değerlendirmeler” gerektiriyor.