Türkiye’nin terör ve diğer bölgesel sorunlar nedeniyle dış desteğe ve dayanışmaya en çok ihtiyaç duyduğu bir sırada, müttefikleri dahil, birçok yabancı güçlerle arası giderek açılıyor.
Bunun başlıca nedeni, kuşkusuz bu ülkelerle çeşitli konularda yaşanmakta olan görüş ve çıkar ayrılıklarıdır.
Ancak bunda üslup faktörünün de rol oynadığı bir gerçek...
Son zamanlarda Türk dış politikası birtakım krizlerle karşı karşıya kaldı. İhtilafa düşülen ülkeler, ABD’den AB’ye, Rusya’dan İran’a kadar uzanıyor.
Anlaşmazlık konuları da çok değişik: Ana başlıklarıyla, Suriye krizi, mülteciler meselesi, PYD/YPG uyuşmazlığı, terör sorunu... Bunların diplomasi yoluyla çözümü için ciddi çaba harcanıyor. Bu yönde son olarak sonuç alınan konu, AB ile sığınmacılarla ilgili varılan anlaşmadır. Diğer sorunlarda görüş ayrılıkları devam etmekle beraber, gene de temaslar devam ediyor veya uzlaşma yolları aranıyor.
Sert çıkışlar
Ancak dış ilişkilerde sıkıntısı yaratan bir faktör de kullanılan retorik ve üslupla ilgili.
Brüksel’deki son terör saldırısı, Avrupa ülkelerindeki “güvenlik zafiyeti” sorununun yanı sıra, bir de “güvenlik-özgürlük dengesi” konusunu gündeme getirdi.
Belçika ve Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi şimdi IŞİD’in eylemleri karşısında, güvenlik açısından yetersizliklerinin ne olduğunu araştırıyor ve terörle daha etkin bir mücadele için bundan sonra ne yapmak gerektiğini tartışıyor.
IŞİD terörünün küresel boyutları uluslararası dayanışma ve işbirliğini zorunlu kılıyor. AB ülkeleri şimdi istihbarat paylaşımından ortak güvenlik tedbirlerine kadar, çeşitli alanlarda işbirliğini pekiştirmenin yollarını arıyorlar.
Ancak güvenlik tedbirlerine rağmen, terörü -hele kısa vadede- tamamen yok etmenin mümkün olmadığı da bir gerçek. Bu nedenle son bir yazımızda da belirttiğimiz gibi, günümüzde insanlar “terörle yaşamayı” öğrenmek ve bunun sıkıntılarına katlanmak zorundalar...
IŞİD’in Brüksel’deki kanlı saldırısının şoku ve şaşkınlığı içinde Avrupalılar şimdi terörün kimi, ne zaman vuracağı korkusuyla yaşıyor.
Dün IŞİD’in Suriye ve Irak kamplarında yetiştirilen 400 teröristin çeşitli Avrupa ülkelerinde saldırıya geçmek üzere hazır durumda olduklarını belirten haberler, bu kaygıyı daha da artırdı.
Kendilerini hedef olarak gören Belçika ve diğer Avrupa ülkeleri güvenlik önlemlerini pekiştirirken, terör uzmanları ve ilgili kurumlar bu büyük tehdide karşı Avrupa’nın kendini nasıl koruyabileceği konusunda kafa yoruyorlar.
Bunun kolay bir yanıtı yok tabii. Her ne kadar Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın deyişiyle bu bir “savaş” ise de bu Avrupalıların da deneyim sahibi olduğu cinsten bir savaş değil. Karşıda bir ordu yok, kimlerin hangi hedefi, ne zaman, nasıl vuracağı belli değil. Üstelik saldırganlar ülkenin göbeğindeler...
Sınır tanımıyor
Bu “savaş”ın önemli bir özelliği de “sınır” tanımamasıdır. IŞİD’in merkezi Suriye’de veya Irak’ta olabilir. Nitekim “Koalisyon Güçleri” merkez olarak belirlenen hedefleri ha bire bombalıyor. Ama bu terörün sınır ötesi ülkelere uzanmasını önleyemiyor. IŞİD’in yapısı adeta bir ahtapot gibi. Kolları var ve bunlar
AB geçen cuma günü mülteci meselesinde vardığı anlaşmayla, en çetrefil sorunlarda dahi uzlaşma hünerini bir kez daha sergiledi.
Hem AB içinde üye ülkeler arasında, hem de Türkiye ile yapılan çetin pazarlıklar sonucunda gerçekleşen anlaşmadan taraflar memnun. Ama tek memnun olmayan, bizzat mülteciler...
Türkiye’nin ve ilgili AB ülkelerinin memnun olmalarının kendilerine göre çeşitli sebepleri var.
Türkiye’den başlayalım: Göçmen akınını durdurması için Almanya başta olmak üzere AB’nin baskılarına karşılık Ankara diplomatik bir hamleyle karşılık verdi ve bir plan taslağı ortaya koydu. AB’de pazarlıklar bu taslakta yer alan şartlar ve talepler üzerinde cereyan etti. Sonuçta varılan mutabakat bu koşulları önemli ölçüde karşılıyor. Örneğin, Türkiye’den Yunanistan’a geçen sığınmacılar (20 Mart tarihinden itibaren) Türkiye’ye iade edilecek, buna karşılık Türk topraklarında misafir edilen Suriyeliler de “bire bir” esası üzerinde Avrupa’ya sevk edilecek.
Türkiye’nin bu katkıya karşılık kazanımı, vize muafiyetinin haziran ayından itibaren yürürlüğe girmesi, AB ile üyelik müzakerelerinin hızlandırılması ve toplam 6 milyar euro’luk bir mali desteğin sağlanması olacak...
Kolay değil
Kuşkus
Dün Brüksel’de başlayan iki günlük AB Zirvesi çifte pazarlıklara sahne oluyor.
Bu pazarlıklardan biri, 28 üyeli AB’nin kendi bünyesi içinde cereyan ediyor. Konu, 7 Mart’ta Suriyeli mülteci krizi üzerinde Türkiye ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve bazı AB ülkeleri arasında varılan “prensip anlaşması”dır.
O zaman da burada belirttiğimiz gibi, “prensipte anlaşmak” yetmiyor. Başbakan Davutoğlu’nun “Kayserili pazarlığı” diye nitelediği çetin müzakerelerden sonra Türkiye açısından başarılı görünen sonucun -yani ilkesel mutabakatın- kesinleşmesi ve uygulamaya konması için, 28 üye ülkenin de bunu onaylaması gerek. Ama daha o zaman, bunun hiç de kolay olmayacağı, anlaşmanın içerdiği şartların bazı üyelerin itirazlarıyla karşılaşacağı bekleniyordu...
İşte şimdi iş bu kritik aşamada. Üyeler arasında Davutoğlu’nun planına dayalı taslak üzerinde çetin pazarlıklar yapılıyor.
Eğer AB içinde bir konsensüs sağlanır ve yeni bir mutabakat metni ortaya çıkarsa, “ikinci pazarlığa” geçilecek. Yani bu kez AB Türkiye ile yeni metin üzerinde tartışıp bir uzlaşmaya varmaya ve nihai anlaşmayı kesinleştirmeye çalışacak...
Bu mümkün olacak mı, yoksa bunca gayret boşa çıkıp mülteciler krizi daha
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uluslararası platformda beklenmedik zamanda giriştiği hamlelerle bir “sürprizler adamı” olarak tanınır.
Rus liderinin geçen eylül ayında Suriye’ye büyük sayıda uçak, modern silah ve askeri personel gönderme kararı böyle bir sürpriz etkisi yaratmıştı. Analistler Rusya’nın böylece Esad rejimini ayakta tutmayı ve bölgedeki askeri varlığıyla “Burada benim de sözüm geçer” mesajını vermeyi amaçladığını belirtmişlerdi.
Nitekim öyle oldu. Rusya giriştiği hava bombardımanı ile Esad ordusunun daha önce kaybettiği toprakların bir kısmını geri almasını ve rejimin güçlenmesini sağladı.
Putin önceki akşam sürpriz bir hamle daha yaptı ve Suriye’deki askeri güçlerinin bir kısmını geri çekeceğini bildirdi. Onun deyişiyle, bu karar Rus güçlerinin “görevlerini büyük ölçüde tamamlamaları” nedeniyle ve de bunun Cenevre’de yeni başlayan barış müzakerelerine katkıda bulunması amacıyla alındı...
Ankara’daki son menfur terör saldırısının dış dünyaya yansımaları bundan öncekilerin bir tekrarı gibi gerçekleşti: Dost -ve hatta dost olmayan- ülkelerin liderlerinden başsağlığı ve sempati mesajları yağdı, bu arada eylemi şiddetle kınayan ve terörle mücadelede Türkiye’nin yanında yer aldıklarını belirtenler oldu...
Bu olayla Türkiye bir kez daha dünya medyasının odak noktası haline geldi. Habercilik açısından bu normal ama bu maalesef istikrarsız bir ülke imajı yaratıyor...
Şu bir gerçek ki Türkiye çok boyutlu terör saldırılarının hedefi olmuş durumda. PKK’dan IŞİD’e ve farklı isimler altındaki diğer terörist gruplar bu platformda eş zamanlı olarak faaliyetteler...
Türkiye’nin içinde bulunduğu hassas coğrafya bu mücadeleyi daha da zorlaştırıyor. Suriye başta olmak üzere Türkiye’nin etrafındaki iç savaşların ve dış güçlerin desteklediği militan grupların eylemlerinin etkisi Türkiye’ye kadar uzanıyor.
Sıkça duyulan bir söz, Suriye’de “bataklık” kurutulmadığı sürece, yani bu sorun çözümlenmedikçe, Türkiye dahil, Suriye’nin dışına taşan terörün de önlenemeyeceğidir. Bütün mesele, bataklığın nasıl kurutulacağıdır.
Yeni bir adım
Aylar önce AB ile mülteciler konusunda görüşmeler başladığında sıkça dile getirilen görüş, Türkiye’nin bu meseleyi bir pazarlık konusu haline getirmeyeceği yönündeydi.
Bu “ilkesel tavır” doğruydu, ama ortada AB ile halledilmesi gereken hayati bir mesele vardı. Mültecilerin Türkiye yoluyla Avrupa’ya geçmeye çalışması bir yandan Avrupa ülkelerini telaşlandırırken, diğer yandan Ankara’nın eline de güçlü bir kart veriyordu.
AB’de işler “al-ver” esası üzerinde çetin müzakerelerle halledilir. Başbakan Davutoğlu bu gerçeği dikkate alarak AB zirvesinde beklenmedik öneri paketini sunmakla başarılı bir hamle yaptı.
Yaklaşım ve yöntem olarak bu inisiyatif, AB’nin alışılagelmiş uygulamaları doğrultusunda. Evet, Türkiye bazı avantajlar elde etmek amacıyla Avrupalıları rahatlatacak bir plan ortaya koydu. Bu, meseleyi bir pazarlık konusu haline getirmedi mi? Evet getirdi. Nitekim Başbakan gazetecilerle demecinde, “Kayserili pazarlığı iyi oldu” ifadesini kullandı ve böylece gerek ek 3 milyar euro’luk yardımın sağlanması, gerekse vizenin haziran ayında kaldırılması konusunda istenen sonucun alındığını belirtti...
Çatlak sesler
Bu “pazarlığın” AB’nin başını çeken bazı liderlerle yapıldığını