Bundan 10 ay önce Donald Trump ABD Başkanlık seçimine Cumhuriyetçi Parti adayı olarak katılacağını ilan ettiğinde, çok kişi onu fazla ciddiye almamıştı. Aynı partiden yarışa girmeye hazırlanan, senatörler ve eyalet valileri dahil, denetimli birçok politikacı varken, dışarıdan gelen bir milyarder işadamının ne kadar başarılı olabileceği soruluyordu.
Trump renkli kişiliği ve sıra dışı görüşleriyle kısa zamanda kendisini belli etmeyi başardı. Ön seçimlerde gittiği eyaletlerin çoğunda yarışı hep önde götürdü.
Yarışın final noktasına daha gelinmeden, önceki gün iki güçlü rakibinin, Teksas Senatörü Ted Cruz ile Ohio Valisi John Kasich’in adaylıktan çekilmeleri sonunda, Trump Cumhuriyetçi Parti’nin tek adayı oluverdi. Böylece yarışa girdiği zaman amaçladığı siyasi zafere ulaştı.
Nasıl oldu?
Trump’ın bu başarısının sırrını açıklayan birçok faktör var.
İlk bakışta politikada deneyimsiz olması, ağzına geleni söylemesi, agresif davranması, onun aleyhinde özellikler olarak görülebilir. Ama ön seçim sonucu, Cumhuriyetçi Parti’de çoğunluğun Trump’ı tuttuğunu gösteriyor.
Trump bir bakıma birçok Amerikalının şimdiye kadar pek açığa vurmayan birtakım duygu ve eğilimlerini yansıttı. Mevcut
Geçen martta Türkiye ile AB arasında Türk vatandaşlarına vize muafiyetini de sağlamayı öngören anlaşmanın geleceğini belirleyecek bürokratik süreç bugün başlıyor.
AB Komisyonu, Türkiye’nin vize kolaylığından yararlanabilmesi için benimsemesi gereken 72 kriter konusundaki performansını değerlendirecek ve tavsiye niteliğindeki kararını açıklayacak.
Bundan sonra konu Avrupa Parlamentosu’nun ve üye ülkelerin milli meclislerinin gündemine gelecek, son olarak da 28 ülkenin temsil edildiği AB Konseyi’nde nihai karara bağlanacak...
Anlaşmanın Haziran sonunda yürürlüğe girmesi planlanmıştı. Bu bakımdan AB’nin çeşitli organlarının elini çabuk tutması gerekecek. Tıpkı son günlerde Türkiye’nin de yaptığı gibi...
Zamanla yarış
Gerçekten gerek hükümet, gerekse Meclis, AB’nin şartlarını, yani 72 kriteri içeren yasal düzenlemeleri hayata geçirmek için adeta zamanla yarıştı. TBMM’de dokunulmazlık tartışmalarının yol açtığı kavgaların dahi bu hızı kesmemesi dikkate değer...
Bu da şunu gösteriyor: Siyasi irade olduğu takdirde, AB ile uyum yasaları, zaman baskısı altında dahi, fazla zorlanmadan çıkabiliyor. (Bu daha önce Kopenhag kriterleriyle ilgili yasal düzenlemelerin kabulü sırasında görülmüştü)...
Keş
Artık gün geçmiyor ki Suriye sınırına yakın Kilis kentimize roketler “düşmesin”...
Hemen şunu belirtelim ki medyada kullanılan “düşme” sözcüğü yanlış. IŞİD’in sınıra yakın bölgeden fırlattığı Katyuşa roketleri, kazaen Kilis’e “düşmüyor”. Aksine, bu terör örgütü, Kilis’i sistematik roket saldırıları için hedef almış vaziyette. Sonuçta, kentte yaşayan Türkler ve misafir sayılan Suriyeli sığınmacılar ölüyor veya yaralanıyor, binalar, evler yıkılıyor veya hasar görüyor, çocuklar okula gidemiyor, halk korkudan evden dışarı çıkamıyor...
Kendisine “İslam Devleti” adını veren IŞİD veya DAİŞ’in, Türkiye Cumhuriyeti topraklarına sürekli ateş etmesi aslında düşmanca bir hareket, bir savaş nedenidir.
Üstelik IŞİD’in üslenmiş olduğu Suriye’den roket atışı yaptığı sınır ötesi tek ülke Türkiye’dir.
Neden saldırıyor?
IŞİD Türkiye’ye karşı saldırılarını iki cephede sürdürüyor. Biri, Türkiye içindeki terör cephesidir. Diğer cephe ise, özellikle Kilis’i hedef alan roket saldırılarıdır.
IŞİD’in her iki alandaki saldırılarının başlıca amacı kendi stratejik ve ideolojik hedefleri çerçevesinde, Türkiye gibi kudretli bir devlete meydan okumak, onu kışkırtmak ve istikrarsızlaştırmaktır. IŞİD bu
Hafta içinde Amerika kıtasının ta öbür ucundan, sesi pek duyulmayan, sakin ülkelerden Kosta Rika’dan bir haber geldi. Nüfusu 4.5 milyondan ibaret olan bu minik devlet, bir “mülteci istilası”na uğramış...
Çok dolambaçlı yollardan ve uzun bir yolculuktan sonra Pasifik sahilindeki bu Orta Amerika ülkesine ulaşan 600 göçmen, Afrika’nın doğusundan geliyormuş. Bunların çoğu Somalili ve Sudanlı. Haftalarca süren yolculuklarını kaçakçıların “yardımıyla” yapmışlar.
Kosta Rika makamları bu “beklenmeyen misafirler”i ne yapacağını şaşırmış. Göçmenlerden kimileri ABD’ye, kimileri de Brezilya’ya gidip yerleşmek istiyormuş. Bazısı da Kosta Rika’da kalmaya razı.
Kosta Rika şimdilik bunları bir kampa yerleştirdi; BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden destek bekliyor...
Rota değişiyor
Aslında bu göçmenlerin çoğu, Avrupa’ya -özellikle Almanya’ya- gitmeyi planlıyordu. Ama son zamanlarda Avrupa ülkelerinin sığınmacılara sınırlarını kapatması üzerine, gidecek başka ülkeler ve başka yollar aradılar.
Nasıl olmuşsa, bunlara ABD ve Brezilya için ilk durak olarak Kosta Rika nasip olmuş! Buradan kaçak olarak bu iki ülkeye gidebilirler mi? O da çok şüpheli.
Türk vatandaşları önümüzdeki haziran ayından sonra, içinde Schengen vizesi olmayan TC pasaportlarıyla AB ülkelerinde serbestçe dolaşabilecekler mi?
Başbakan Davutoğlu başta olmak üzere Türk yetkililer umutlu bir ifadeyle “inşallah” diyorlar...
Avrupa’da resmi ağızlar ve AB Komisyonu yöneticileri de vize zorunluluğunun kalkması şansının yüksek olduğunu söylüyorlar...
Peki, bu durumda şimdiden “Vize işi tamam” denebilir mi?
Açıkçası, bundan kimse yüzde yüz emin değil. Yani gerek Türkiye’ye de gerekse AB’de zihinlerde hâlâ bir şüphe var.
Evet, resmi beyanlar iyimser. Ama arada çatlak sesler de çıkıyor.
AB ülkelerinde vize konusunda 20 Mart’ta varılan anlaşmayı hâlâ hazmedemeyenler ve bunu sulandırmaya çalışanlar var. Türkiye’de de AB’ye güvenmeyenlerin ve “Sonuçta vizeyi kaldıramazlar” diyenlerin sayısı da az değil...
Kimine göre Brezilya Meclisi’nin Devlet Başkanı Dilma Rousseff’e karşı soruşturma açılmasıyla ilgili kararı düpedüz bir “darbe”dir. Henüz 18 ay önce ikinci kez başkan seçilen kadın lideri devirmek isteyenlerin bu “komplo”su demokrasiyi de, siyasal ve ekonomik istikrarı da zedeleyecektir...
Kimine göre ise, seçilenlerden oluşan Meclisin büyük çoğunlukla aldığı karar, tam aksine, demokrasiyi korumaktadır. Bu sayede ülkede yolsuzluklara son verme ve adaleti hâkim kılma süreci başlatılacaktır...
Halen Brezilya halkı bu iki zıt görüş etrafında kamplaşmış durumda.
Gerçekten bu bir “darbe” mi, yoksa “demokrasinin tezahürü” mü?
Rousseff yanlılarının ve karşıtlarının iddiaları bir yana, olayı demokratik yoldan -yani Meclis kararıyla- devlet başkanını devirme eylemi -yani bir nevi darbe- olarak niteleyebiliriz...
Eski destek yok
Brezilya’yı bu duruma getiren birçok faktör var.
Geçen cumartesi İstanbul’da ENKA tesislerinde düzenlenen bir törende, Cem-Papandreu Barış Ödülü’nün iki ünlü işadamına, Türkiye’den Şarık Tara’ya ve Yunanistan’dan Teodoros Papaleksopolus’a, kurum olarak da Türk-Yunan Forum’una verilmesi, uluslararası uyuşmazlıklardan kaynaklanan gerginliklerin nasıl yatıştırılıp dostluğun kurulabileceği konusunu gündeme getirdi.
Bu etkinlik Cem-Papandreu deneyiminin, günümüzde mevcut birçok anlaşmazlığın ve krizin hallinde bir esin kaynağı olabileceğini hatırlatmaya vesile oldu.
Ortak değerler
Cem-Papandreu deneyimini başarılı kılan birçok faktör var. ENKA’daki törende Yorgo Papandreu’nun da belirttiği gibi, İsmail Cem ile kendisinin benzer temel değerleri paylaşmaları ve uzlaşıcı, uyumlu bir mizaca sahip olmaları bu faktörlerin başında geliyor.
Gerçekten ikisi de 1999 yılında, iki ülke arasındaki o gergin ortamda, çatışmacı bir dil kullanmak yerine, uzlaşıcı bir üslup ve tavır sergilediler. Sembolik jestlerle halkları yakınlaştıracak adımlar attılar. Kıbrıs ve Ege sorunlarının ikili ilişkileri felce uğratmaması için, “güven artırıcı tedbirler” çerçevesinde, ticaretten turizme kadar çeşitli alanlarda temasların yoğunlaşmasını sağladılar...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nin açılış konuşmasının bir yerinde mülteciler sorununa değinerek Müslüman dünyasının dikkatini bu konudaki sorumluluğu üzerine çekmeye çalıştı.
Avrupa’ya ulaşmak için Ege Denizi’ne lastik botlarla açılan bütün göçmenlerin Müslüman olduğunu hatırlatan Erdoğan, bunun bir “utanç kaynağı” olduğunu söyledi ve İslam âlemini ülkelerinden kaçan sığınmacılara sahip çıkması çağrısında bulundu...
Cumhurbaşkanının konuşmasının sonunda, toplantı salonunu dolduran 56 üye ülkenin liderlerine ve temsilcilerine Türkiye’nin 3 milyona yakın mülteciyi nasıl barındırdığına dair bir film gösterildi...
Bunun herkese -Avrupa’ya olduğu kadar, İslam dünyasına da- örnek ve ilham kaynağı olması umulur...
Sadece Avrupa mı?
Suriye başta olmak üzere, Irak’tan, Pakistan’dan, Afganistan’dan, Bangladeş’ten kaçanların dramı halen dünyanın karşılaştığı en ciddi insanlık sorunudur.
Ne var ki bu muazzam göç dalgasının Avrupa’ya ve daha çok Almanya, İsveç gibi refah düzeyi yüksek ülkelere yönelik olması, bu sorunu adeta sırf “Batı’nın sorumluluğu” haline getirmiştir. Şimdiye kadar bir milyondan fazla sığınmacıyı barındıran