AB Konseyi’nin üç yıllık bir aradan sonra nihayet Türkiye ile yeni bir faslın müzakereye açılması konusunda dün aldığı karar, “katılım süreci”ne bir ivme kazandırması bakımından olumlu bir gelişme. Brüksel’de komisyon kadar, Ankara’da hükümet çevreleri de bundan memnun.
Ancak atılan bu adımın önemini fazla abartmamak. Aynı şekilde “bununla bize bir parmak bal çalındı” deyip olayı tamamen önemsiz saymamalı...
Evet, uzun bir bekleyişten sonra sadece bir fasıl açılıyor. O da, daha sıradan bir konu olan “bölgesel politikalar ve yapısal araçların koordinasyonu” üzerinde... Daha temel konularla ilgili başlıklar -kısmen Fransa’nın, fakat daha çok Kıbrıs Rum yönetiminin koyduğu blokaj yüzünden- hâlâ açılamıyor.
5 Kasım’da açılacak olan tek faslın müzakeresi herhalde şimdiki dönem başkanı Lituanya’dan bu görevi 1 Ocak 2014’ten itibaren devralacak olan Yunanistan’ın 6 aylık yönetimi sırasında devam edecek.
Pratikte daha pek çok önemli fasılların “dondurulmuş” kaldığı bir ortamda, “bölgesel politikalar” başlığının açılmasının fazla bir değeri yok. Ancak AB Konseyi’nin kararı şu bakımdan anlamlı:
1) Fransa bloke ettiği fasıllardan en azından birini serbest bırakarak bir jest
Türk liderlerinin öteden beri BM’ye karşı dile getirdikleri bir şikâyeti, Suudi Arabistan gösterişli bir eylemle gözlerin önüne serdi.
Güvenlik Konseyi’nin 2 yıllık geçici üyeliğine seçildikten bir gün sonra, Suudi Arabistan hükümeti bu görevi reddettiğini açıkladı. BM’de şimdiye kadar hiç görülmeyen bu çarpıcı çıkış için öne sürülen sebep, dünya örgütünün uluslararası ihtilafları ve çatışmaları çözmekte yetersiz kalmasıdır. Riyad’da yapılan açıklamada “Güvenlik Konseyi’nin bugünkü mekanizmaları ve uyguladığı çifte standardı nedeniyle dünya barışını koruma sorumluluğunu gerektiği gibi yerine getiremediği” belirtiliyor ve bu bağlamda özellikle Suriye krizi de örnek olarak zikrediliyor.
Kuşkusuz bu beklenmedik çıkış uluslararası camiada ilgi topladı. Suudi Arabistan’ı yeni ziyaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suudilerin son çıkışını “anlamlı bir cevap” diye nitelendirmiş ve dünyanın bunu dikkate alacağını umduğunu söyledi.
Esas mesele de bu. Suudi çıkışı uluslararası toplumda yankılandı. Ama bunu Rusya gibi “tuhaf bir karar” diye karşılayıp hafife alanlar da var. Fransa gibi Suudilerin öfkesini “haklı” bulan, ama bunun ötesinde bir şey yapmayanlar da...
Eski yapı
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Suriye’deki Azaz bölgesinde El Kaide ile bağlantılı “Irak-Şam İslam Devleti” (İSİS) adlı örgütün mevzilerine 4 atış yapması, Ankara’nın bölge stratejisinde gerçekleştirdiği önemli bir ayarlamanın işaretini veriyor.
Olay ilk bakışta sınıra yakın Türk topraklarına top veya havan mermilerinin düşmesine karşı mutat mukabelelerden biri olarak görülebilir. Ancak bu kez Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasında, hedefin El Kaide bağlantılı İSİS olduğunun belirtilmesi çok anlamlı. Böylece sınır boyunca yerleşmiş olan radikal İslamcı örgüte ilk defa açık bir uyarı mesajı da gönderilmiş oluyor.
Aslında Ankara bir süredir El Nusra dahil, İSİS güçlerinin sınıra yakın bölgelere hâkim olmaya başlamasından kaygılı. Bu güçler, Türkiye’nin desteklediği Suriye muhalefetinden ve onun askeri kolu Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) kopmuş durumda. Onlar askeri üstünlük sağlayarak ve muhalifleri de bertaraf ederek kendi ideolojik amaçlarını ve ajandalarını gerçekleştirmek peşindeler.
Bu durum Esad rejimine karşı ayaklanan güçlere destek veren Türkiye’yi de bir açmaz karşısında bırakıyor. Türkiye Batılılarla birlikte muhalefetin oluşturduğu koalisyona ve ÖSO’ya
AB Komisyonu’nun her yıl ekim ayında yayımladığı Türkiye ile ilgili rapor, hep hararetli tartışmalara konu olur. Türkiye’de kimi çevreler raporda hoşlanmadığı tespitlere ve değerlendirmelere karşı çıkar, kimileri de kendi görüşlerine uygun düşen hususları över.
Önceki gün yayımlanan 2013 raporunun da benzer çelişkili tepkilere yol açacağı açık. Hükümetin resmi değerlendirmesi ancak bayramın bitmesinden sonra açıklanacak. Ancak ilk tepkiyi veren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, raporda özellikle demokratikleşme paketine verilen önemden memnun görünüyor. Bununla beraber, iktidarın, kendi görüşlerine ters düşen -Gezi olayları gibi- tespitlere karşı çıkacağını ve bu yüzden Komisyon’u eleştireceğini tahmin etmek hiç de zor değil...
Aslında bu yılki rapor, daha öncekilere kıyasla daha ılımlı ve olumlu gözüküyor. Rapordaki üslup ve yaklaşım, Komisyon’un Türkiye ile ilişkilerin kopmaması ve müzakere sürecinin daha fazla aksamaması için özel bir çaba harcadığını ortaya koyuyor.
Raporun genel havası ve Komisyon yetkililerinin açıklamaları, şimdi müzakere yolunun tekrar açılmakta olduğunu müjdeliyor. Yani İlerleme Raporu, 3 yıldır donmuş olan ilişkilerde, sınırlı da olsa, bir
Dünya haftalardır Malala’yı konuşuyor. Hani Pakistan’da Taliban tarafından başından vurulan, fakat İngiltere’de gördüğü tedaviden sonra bir kahraman olarak ortaya çıkan 16 yaşındaki kız...
Malala Yusufzay’ın Pakistan’ın kuzey batısındaki küçük Mingora kasabasında Taliban’ın kurşunlarına hedef olduğu Ekim 2012’den bu yana yaşadıkları, bir serüven filmi gibi.
Mingora kasabası ve onun bulunduğu Svat Vadisi bölgesi, Taliban’ın tamamen kontrolü altında. Bu da, bölgedeki insanların yaşam tarzının zorla değiştirilmesi demek.
Malala 14 yaşında iken, bu baskılardan ve zorlamalardan rahatsızdı. Gördüklerini, hissettiklerini BBC’nin Urdu dilindeki blog’una yazmaya başladı. Bu arada Taliban’ın kızları okula gitmekten men etmeye kalkıştığını da bildirdi.
Küçük kızın bu cesareti dış dünyanın dikkatini çekmekte gecikmedi. “New York Times” onunla röportaj yaptı. Ardından başka yayın organları da...
Dünyaya mesaj
Arap Baharı’nın başlamasından üç yıl sonra, Kuzey Afrika’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan coğrafyada, başta ümit edilen demokrasi ve istikrar yerine, çatışma ve kaos hakim.
Dikta rejiminin devrilmesinden sonra yeni bir siyasi düzenin nispeten pekiştiği Tunus bir yana bırakılırsa, halk hareketinin gerçekleştiği diğer ülkelerde fırtınalar esiyor.
Suriye’de durum malum: İki buçuk yıldır devam eden iç savaşın ne zaman, nasıl sonuçlanacağı hala belli değil.
Mısır’da Mübarek yönetiminin alaşağı edilmesinden sonra, demokrasi sadece bir yıl sürdü. Ülke şimdi darbe rejimi altında, iç çatışmalara sahne oluyor...
Ve Libya... Dış askeri müdahalenin katkısı ile Kaddafi rejiminin devrilmesinden iki yıl sonra, bu ülke tam bir kaos içinde yüzüyor. Libya Başbakanı Ali Zeydan’ın başkent Trablus’ta, kaldığı otelden bir silahlı grup tarafından kaçırılması, ülkede otorite boşluğunun ne noktaya geldiğini gösterdi...
Otorite boşluğu
Kıbrıs meselesi uzunca bir zamandan beri gündemde değil. Bunun çeşitli nedenleri var: Türk dış politikasına bir süredir Suriye başta olmak üzere “sıcak” bölgesel krizler hâkim. Kaldı ki Kıbrıs’ta çözüm için müzakerelerin kesildiği Ocak 2012’den bu yana önemli bir gelişme olmadı.
Şimdi bir kıpırdanma başlıyor gibi. Bunun işareti, önceki gün Ankara’da KKTC’nin yeni Dışişleri Bakanı Özdil Nami ile bir araya gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan geldi.
Bakanın yaptığı açıklamaya bakılırsa, müzakereler 4 Kasım’da yeniden başlayacak. O zamana kadar da iki tarafın temsilcileri, müzakerelerin yeni çerçevesini, yöntemini ve diğer detaylarını belirleyecekler. Yeni müzakere sürecinin Mart 2014’te sonuçlanması ve ortaya çıkacak anlaşma taslağının referanduma sunulması öngörülüyor. En azından Türk tarafının isteği ve beklentisi bu...
Bu arada yeni sürece önemli bir yenilik ekleniyor. KKTC’nin ve Rum yönetiminin müzakerecileri Ankara’ya ve Atina’ya gelip temaslarda bulunacaklar. Bu bir “ilk” olacak. Böylece müzakerelerin Türkiye ve Yunanistan’ın aktif katılımıyla “dörtlü” biçimde devam etmesinin yolu açılmış olacak...
“Fırsat penceresi”
Davutoğlu Kıbrıs’ta yeni müzakere
Henüz bir ay önce, ABD’nin Suriye’ye karşı kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle bir askeri müdahale olasılığından söz ediliyordu. Böyle bir operasyon için gerekli hazırlıklar yapılıyor, Obama yönetimi Kongre’yi ikna etmenin yollarını arıyordu...
Bugün varılan noktada, Suriye’ye karşı bir askeri harekât gündemde olmadığı gibi, kimyasal silahların kullanılmasından Beşar Esad’ın sorumlu olup olmadığı da pek tartışılmıyor. Bunun yerine bütün dikkatler Suriye’nin elindeki kimyasal silah stoklarının imha edilmesi konusu üzerinde toplanmış durumda.
Bu konuda önemli bir gelişme var: Suriye’nin sürpriz bir kararla kapılarını açtığı BM deneticileri önceki gün ilk kimyasal silah stokunu imha etti. Böylece Esad rejiminin daha önce Rusya vasıtasıyla verdiği söze ve BM Güvenlik Konseyi’nde oy birliğiyle alınan karara uygun hareket ettiği kabulleniyor.
Şimdiye kadar uluslararası camiaya meydan okuyan Esad yönetiminin şimdi BM deneticilerine askeri tesislerini açması ve kimyasal silah stoklarının yok edilmesine razı olması, önemli bir gelişme. Ancak Beşar Esad’ın bu manevrasıyla kendi varlığını kabul ettirmeyi ve rejiminin devamını sağlamayı amaçladığı da açık. Nitekim son gelişmenin