Film uzunca bir aradan sonra tekrar sahnede... Hem de “iki kısım birden”. Biri AB, diğeri de Kıbrıs ile ilgili.
İkisi de şimdi kesildiği yerden yeniden başlıyor. Bu kez “mutlu son”a götüreceği umudu ile...
AB ile üç yıllık bir aradan sonra nihayet dün törenle bir fasılın açılması, müzakere sürecinde yeni bir “başlangıç” olarak görülüyor.
Aslında “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” başlıklı bu fasıl, çok önemli bir dosya değil. Bunun masaya getirilmesinin esas önemi, kilitlenmiş olan katılım müzakereleri sürecini yeniden başlatmasıdır.
Ama bloke edilen ve bir türlü açılamayan 16 fasıl daha var. Yani sürecin yeni bir “start” alması iyi de, diğer fasıllar bloke kaldıkça neyin müzakeresi yapılacak?
“Mutlu son” beklentisi
Hükümetin son yıllarda izlemeye çalıştığı “komşularla sıfır sorun” politikasının, sebepleri ne olursa olsun, Ortadoğu’da beklenen sonucu vermediği malum. Aksine, bu bölgedeki ülkelerle “sıfır” değil “sırf” sorun yaşandı!
Eskiden Suriye, Irak, İran gibi sınırdaş ülkelerle ve Mısır gibi uzak komşularla iyi olan ilişkiler bozuldu, hatta bunlardan bazısı ile krizler, gerginlikler ortaya çıktı.
Bölgedeki iki yakın komşu -Irak ve İran- ile son olarak durumun düzelmeye başladığına dair açık belirtiler var. Bunda bu ülkelerin iç dinamiklerinde görülen değişiklikler kadar, Ankara’nın bu ülkelere karşı yaklaşımını ve üslubunu yeniden gözden geçirip politikasını “rektifiye” etmeye karar vermesinin de büyük rolü var.
Türk diplomasisi Irak ve İran ile ilişkilerde adeta yeni bir sayfa açıyor. Gerçi uyuşmazlıklar, pürüzler tamamen ortadan kalkmış değil. Ama yakınlaşma süreci artık başlamış durumda.
Mısır’la ve hele iç savaşa sahne olan Suriye ile ilişkilerde gözle görülür bir düzelme işareti yok tabii. Ama eski tutumda sanki bazı “rötuşlar” yapılıyor gibi...
İran, Irak gündemde
Geçenlerde aynı başlık altında yazdığımız yazıda (28 Ağustos) özellikle Suriye’de ve genelde Arap dünyasında çeşitli ülkelerin ve grupların izledikleri politikaların kafa karışıklığı yaratan çelişkiler sergilediğini belirtmiş, bununla ilgili örnekler vermiştik.
Aradan geçen iki ay içinde bölgede cereyan eden gelişmeler mevcut çelişkilere yenilerini ekledi ve zihinleri daha da karıştırdı.
Bu nedenle daha önceki yazımızı güncelleştirmek istedik.
Bu zaman zarfındaki en önemli gelişme kuşkusuz Tahran’daki yeni yönetimin eskisinden farklı, daha pragmatik bir dış politikanın işaretini vermesi ve bu sayede İran ile ABD arasında bir yakınlaşmanın başlamasıdır. Bu gelişme tutarsa, Ortadoğu dengelerinde önemli değişiklikler olacak.
Bunu iyi karşılayan ülkeler var (Türkiye gibi), kuşku veya kaygı ile karşılayanlar da (Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve İsrail gibi)...
Saydığımız son ülkeler, ABD’nin çok yakın dostları. Ancak ABD’nin İran açılımı bu ülkelerle Washington’un arasını açma eğilimini gösteriyor. Nitekim Suudi Arabistan’ın Obama yönetiminin İran ve Suriye politikalarından duyduğu büyük rahatsızlıktan dolayı ABD’ye karşı bir tavır almaya başladığı görülüyor. O kadar
Suriye’nin halen içinde bulunduğu durumu “feci”, “vahim” veya “umutsuz” diye nitelendirmek hafif kaçar.
Gerçekten komşu ülkenin halini yansıtacak kelime bulmak zor.
İşte yürek paralayan son gelişmelerden birkaç örnek:
* Şam’ın Muadhamiye isimli banliyösü mart ayından beri hükümet güçlerinin kuşatması altında. Muhalif savaşçıların kontrolündeki bu semtte oturanlar için hayat artık çekilmez oldu. Bu nedenle son günlerde buradan kitle halinde bir göç başladı. Ancak kaçanların çoğunun gidip yerleşeceği bir yer yok.
İki buçuk yıldır süren iç savaş nedeniyle şimdiye kadar 2.2 milyon Suriyeli Türkiye dahil komşu ülkelere sığındı. Buna ilaveten 5 milyona yakın insan da Suriye içinde yer değiştirdi. Yani toplam olarak Suriye nüfusunun üçte biri evlerini terk etmiş bulunuyor.
* Hükümet veya muhalefet güçlerinin kontrolü veya kuşatması altındaki birçok yerde açlık ve hastalık tehlikeli boyutlara ulaştı. Şam’ın banliyösünden kaçan bir kadın, BBC muhabirine “9 ay boyunca bir parça ekmek yiyemedik, çimen ve yaprak yiyerek yaşamımızı sürdürmeye çalıştık” diye konuştu. Kimileri de -müftünün son fetvasına uyarak- kedi, köpek eti ile açlığını yenmeyi denedi...
* Dünya Sağlık
Henüz birkaç ay öncesine kadar, Türkiye Irak’la kavgalı durumdaydı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la Irak Başbakanı Nuri el Maliki arasında sert bir söz düellosu cereyan ediyor, Ankara-Bağdat hattında sürekli bir gerginlik hüküm sürüyordu...
Geçen cuma günü Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’nin Ankara’ya yaptığı ziyaret, iki ülke arasındaki buzların erime sürecine girdiğini ortaya koydu.
Türk liderleri tarafından sıcak karşılanan Zebari’ye göre, artık ilişkilerde yeni bir sayfa açılıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, aynı iyimserlik içinde, çok özlediği Bağdat’a önümüzdeki ay gideceğini açıkladı. Ardından TBMM Başkanı Cemil Çiçek Irak’ı ziyaret edecek. Ve, en önemlisi, Nuri el Maliki büyük olasılıkla aralık ayında Türkiye’ye gelecek...
Bunlar birkaç hafta öncesine kadar tahmini imkânsız gelişmeler. Peki, ne oldu da hava birdenbire böylesine değişti?
Bu sorudan önce, son 2-3 yılda ne oldu da iki komşu arasındaki ilişkiler bu kadar bozuldu sorusunu yanıtlamak gerek.
Neden bozuldu?
Bugün 90. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına baktığımızda, birçok alanda olduğu gibi, dış politikada da atılan temellerin ne kadar sağlam olduğu rahatça görülür. O dönemde Atatürk tarafından belirlenen ilkeler ve parametreler yıllar boyunca değerini ve geçerliliğini korumuş, Türkiye’nin dış dünya ile ilişkilerine yön vermiştir.
Tabii ki bu zaman zarfında Türkiye’de ve dünyada büyük değişiklikler olmuş, bu da dış politikada bazı hallerde yeni ayarlamalar yapmak ihtiyacını doğurmuştur. Ancak Cumhuriyet’in bu konudaki temel felsefesi ve kriterleri çoğu zaman canlı tutulmuştur.
***
Cumhuriyet’in kuruluş döneminde benimsenen temel dış politika kriterlerini şöyle özetleyebiliriz:
1) “Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesi ile ifade edilen “barışçı” dış politika... Cumhuriyet, uzun, yıpratıcı savaşlardan sonra kurulmuştur. Türkiye’nin o zaman en büyük ihtiyacı barıştı. Türkiye bu anlayışla, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başardı.
2) “Eski düşmanlarla dostluk”... Türkiye bağımsızlığını elde etmek için savaştığı Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya başta olmak üzere, yakın veya uzak bütün ülkelerle iyi ilişkiler kurmayı hedefledi. Bu ülkelerle
Türkiye’nin hava füze savunma sistemi projesinin ihalesini Çin’e vermesi, Türk-ABD ilişkilerinde bir krize yol açacak gibi görünüyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin son demeçleri bunun işaretini verdi.
Başbakan’ın şu cümleleri, hükümetin Çin ile anlaşmayı kesinleştirmeye kararlı olduğunu gösteriyor. “Bu aşamadan sonra, ancak Çin vazgeçerse ihale süreci durabilir... Biz ülkemizin bağımsızlığına müdahale ettirmeyiz. Öyle bir uyarı ekonomik bağımsızlığımıza müdahale anlamına gelir”...
ABD Büyükelçisi’nin şu sözleri de anlamlı: “Türkiye ve ABD’deki en az 3 yasal düzenlemeye göre yaptırım altında bulunan Çin firması ile varılması muhtemel anlaşma konusunda büyük endişe duyduğumuz sır değil. Türkiye kendi bağımsız kararını vermek hakkına sahip; ancak bizim müttefiklerin füze savunmasına ilişkin kaygılarımız var”...
Tercih nedeni
Hemen şunu hatırlatalım: Söz konusu füze savunma sistemi için açılan ihaleyi geçen ay Çin firması CPMİEC, Amerikan ve ortak Fransız-İtalyan rakiplerine karşı kazanmıştı. Türkiye’nin bu işte Çin’i tercih etmesinin temel sebebi daha uygun olan fiyatın (3.4 milyar dolar) yanı sıra Çinlilerin
ABD istihbaratının marifetleri hakkında akla çok şey gelir, ama “dost ve müttefik” bir ülkenin liderlerinin şahsi cep telefonunu dinleyeceği hiç tahmin edilmezdi doğrusu...
Almanya Başbakanı Angela Merkel -ve tabii Alman halkı- çok kızgın. Şansölye, kendi istihbarat servislerinin olayı tespit etmeleri üzerine, açtı telefonu Başkan Obama’ya, yumdu gözünü, bunun nasıl bir iş olduğunu sordu kendisine.
Beyaz Saray sözcüsünün açıklamasına göre, Obama ABD’nin Merkel’i “dinlemekte olmadığı ve bundan sonra da dinlemeyeceği” konusunda teminat vermiş. Oysa bu, “daha önceleri dinlemediği” anlamına gelmiyor.
Kaldı ki bunun Almanya’da evveliyatı da başka ülkelerde -farklı şekillerde de olsa- emsali var.
“Der Spiegel” dergisi geçen haziranda, Almanya’da haberleşme sisteminin ABD istihbaratı tarafından izlendiğini bildirmiş, bunun için de kaynak olarak eski Ulusal Güvenlik Dairesi’nden Edward Snowden’in sızdırdığı gizli belgeleri göstermişti.
Şimdi daha o olay unutulmadan, Merkel’in cep telefonunun ABD “telekulağı”na takıldığının ortaya çıkması, etrafı daha da kızıştırdı.
Olaylar dizisi