Bugün 90. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına baktığımızda, birçok alanda olduğu gibi, dış politikada da atılan temellerin ne kadar sağlam olduğu rahatça görülür. O dönemde Atatürk tarafından belirlenen ilkeler ve parametreler yıllar boyunca değerini ve geçerliliğini korumuş, Türkiye’nin dış dünya ile ilişkilerine yön vermiştir.
Tabii ki bu zaman zarfında Türkiye’de ve dünyada büyük değişiklikler olmuş, bu da dış politikada bazı hallerde yeni ayarlamalar yapmak ihtiyacını doğurmuştur. Ancak Cumhuriyet’in bu konudaki temel felsefesi ve kriterleri çoğu zaman canlı tutulmuştur.
***
Cumhuriyet’in kuruluş döneminde benimsenen temel dış politika kriterlerini şöyle özetleyebiliriz:
1) “Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesi ile ifade edilen “barışçı” dış politika... Cumhuriyet, uzun, yıpratıcı savaşlardan sonra kurulmuştur. Türkiye’nin o zaman en büyük ihtiyacı barıştı. Türkiye bu anlayışla, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başardı.
2) “Eski düşmanlarla dostluk”... Türkiye bağımsızlığını elde etmek için savaştığı Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya başta olmak üzere, yakın veya uzak bütün ülkelerle iyi ilişkiler kurmayı hedefledi. Bu ülkelerle dostluk ve işbirliği anlaşmaları imzaladı.
3) “Misak-ı Milli” ilkesi... Bu da Türk dış politikasının önemli bir ilkesi idi. Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki topraklarını koruyacak, ama eski Osmanlı toprakları üzerinde talepte bulunmayacak, hayaller beslemeyecekti.
4) “Batıcı” vizyon... Cumhuriyet “muasır medeniyete ulaşma” anlamında Batılılaşmayı hedef olarak benimsedi. Dış politikada “Doğu dünyası” dahil, herkesle sıkı ilişkiler kuruldu, ama Batı ile yakınlık ve işbirliği, öncelikli bir tercih oldu.
5) Gerçekçi ve pragmatik yaklaşım... Dış politikada bu kıstas yukarıda saydığımız hedeflere ulaşmanın yolunu çizdi. Türk diplomasisi duygusal veya ideolojik etkenlerin dışında, kararlarını, hareketlerini gerçekçi ve akılcı bir anlayışla düzenledi.
***
Yukarıda belirttiğimiz gibi, zamanla dünyada ve Türkiye’de çok şey değişti. Türk diplomasisinin buna ayak uydurması, yeni kıstaslar benimsemesi doğal. Nitekim çeşitli hükümetler (örneğin Ecevit, Özal dönemlerinde) dış politikada geleneksel çizgiden ayrılmadan yeni düzenlemeler yaptılar.
Fakat bu alanda en büyük değişiklikler AK Parti yönetiminde görüldü. Bu son döneme Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” doktrini damgasını vurdu. Bu doktrinin temel öğeleri (çok yönlülük, proaktif hamleler, komşularla sıfır sorun, vs) aslında Cumhuriyet’in kriterlerine ters düşmüyor, hatta onları tamamlıyor. Ama son zamanlarda uygulamada bazı farklılıkların ortaya çıktığı da apaçık.
***
Bunun birçok örneği var. Türkiye son zamanlarda (Suriye, Mısır gibi Ortadoğu olaylarında) aktif politikası çerçevesinde ihtilaflara bulaşmış, taraf olmuş ve bu yüzden sıkıntılı durumlara düşmüştür...
Batı’dan bazı konularda düş kırıklığına uğrayan hükümetin “üçüncü dünya”ya yönelme eğilimi var. Bu da, ideolojik ve hissi refleksle İslam dünyasına yönelişe ekleniyor.
Nihayet, söylem bazındaki davranışlar, bölgede (son olarak Balkanlar’da olduğu gibi) bir “Osmanlıcılık” olarak algılanıyor.
Ama bu dönemin dış politika açısından Cumhuriyet döneminin en aktif ve hareketli aşamasını oluşturduğu kuşkusuz. Türkiye bugün güçlü ve etkin bir aktör olarak bölge ve dünya siyasetinde rol sahibi... Bunu da genelde Cumhuriyet’in başarıları arasında saymak gerek...