Çok kırılgan yapısına rağmen Bosna’nın sesi pek çıkmıyor, ülkenin çeşitli etnik ve dinsel kökenli halkı kendi halinde yaşamını sürdürüyordu.
Geçen hafta Tuzla kentinde başlayan ve hızla tarihi Mostar’dan başkent Saraybosna’ya kadar yayılan sokak görüntüleri, Bosna’yı birdenbire dünya aktüalitesine taşıdı.
Protestoların nispeten yatışmış olmasına rağmen dikkatlerin hâlâ bu ülke üzerinde toplanmış olmasının nedeni, sadece binlerce kişinin sokaklara dökülüp hükümete baş kaldırmasından ibaret değil.
Göstericilerin derdi ekonomik. Bosna’daki özelleştirme kampanyası birçok fabrikanın ve işyerinin iflasına yol açtı. Bunda büyük yolsuzluklar da rol oynadı. İşsiz kalan pek çok kişi sesini duyurmak için sokağa döküldü. Onlara ülkenin gidişatından şikâyetçi olan öğrenciler, memurlar, aydınlar da katıldı...
Bosna’daki protestoların bütün dünyada kaygı yaratmasının asıl nedeni bu ülkede pamuk ipliğine bağlı olan siyasi ve sosyal dengelerin bozulması -diğer bir deyişle Bosna-Hersek’in “Balkanlaşması”- tehlikesidir.
Karışık sistem
Dün Lefkoşa’da başlayan Kıbrıs görüşmelerinin gerçekleşmesi, “genel istek üzerine” mümkün oldu.
Uluslararası platformda, sorunla direkt ilgili tarafların yanı sıra, aktif olarak devreye girip ABD, AB, BM, yeni bir müzakere sürecine “start” verilmesini sağladılar.
Yıllanmış Kıbrıs sorununun nihayet çözümlenmesi için herkesin adeta seferber olmasının çeşitli nedenleri var. Yeni görüşmelere bir şans verilmemesi halinde, tarafların bir daha bir araya gelemeyecekleri, bunun da adada ve bölgede sürtüşmelere ve istikrarsızlığa yol açacağı endişesi, bu nedenlerin başında geliyor.
Diğer bir neden de, şimdiki konjonktürün, bölgedeki siyasi ve ekonomik şartların, aslında tarafların el ele vermeleri ve sonuçta birleşik bir Kıbrıs’ın kurulması için en müsait noktada bulunduğunun farkına varılmasıdır.
Anlaşma olursa...
Çözüme giden yolun yeni bir yaklaşımla denenmesi için Türk tarafının gösterdiği istek ve çabanın çeşitli nedenleri şöyle özetlenebilir:
Bölünmüş Lefkoşa’nın BM kontrolündeki ara bölgesindeki Konferans Merkezi bugün toplumlararası görüşmelerin yeni bir başlangıcına sahne oluyor.
KKTC Başkanı Derviş Eroğlu ile Kıbrıs Rum Başkanı Nikos Anastasiadis ilk kez BM şemsiyesi altında bir araya gelip, iki yıldır kesik olan doğrudan müzakere sürecine yeni bir start veriyorlar.
BM’nin ara bölgedeki bu merkezi, son 40 yılda nice böyle başlangıçlara ve buluşmalara ev sahipliği yaptı. Her seferinde umut verici açılış konuşmaları yapıldı. Ama bir türlü onun arkası gelmedi.
Bu sefer iki sebepten farklı olacağa benziyor. Birinci faktör, müzakere öncesi benimsenen değişik yöntemdir. İkinci neden ise, Türk tarafının bu kez de çözüme ulaşılmazsa, bu sürecin gerçekten “son” bulacağı, yani bir daha masaya dönülmeyeceği uyarısıdır...
İlk adım
Bugünkü yeni başlangıç, 5 aylık bir hazırlık (ve pazarlık) sürecinden sonra mümkün oldu. Bu kez liderler masaya oturmadan önce, çözümle ilgili bazı temel prensipler ve parametreleri içeren bir mutabakat sağlama ve bunu bir “ortak deklarasyon” şeklinde kâğıda dökme yolu seçildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hafta başında Berlin’de Alman mevkidaşı Angela Merkel ile yaptığı ortak basın toplantısında bir gazeteci Şansölye’ye şöyle bir soru sordu: “AB’de bloke edilmiş olan fasıllar daha önce açılsaydı, Türkiye’deki yargının bağımsızlığı tartışmaları bu şiddette olmazdı şeklindeki görüşe katılıyor musunuz?”
Merkel bu soruya direkt yanıt vermedi, bunun yerine AB-Türkiye müzakere süreciyle ilgili tutumunu anlattı.
Soruda sözü edilen fasıllar, “yargı ve temel haklar” ile ilgili 23. ve “adalet, özgürlük ve güvenlik” ile ilgili 24. başlıklardır. Son günlerde çok konuşulan bu iki fasıl, Kıbrıs Rum yönetiminin koyduğu blokaj nedeniyle müzakere masasına gelemiyor.
Açıkçası şimdiye kadar Fransa ve Almanya da bu fasıllar üzerindeki engelin kaldırılmasına ilgi göstermediler. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Türkiye’ye gelişinde ve Başbakan Erdoğan’ın Berlin ziyaretinde, bu konuda gerek Fransızların gerekse Almanların bu iki fasıl konusundaki tavırlarında bir değişiklik olduğu görüldü. Nitekim Hollande da Alman Dışişleri Bakanı F. W. Steinmeier de bu iki faslın müzakere masasına gelmesi için çalışacaklarını söylediler.
Herkes hazır mı?
Be
2014 Kış Olimpiyatları bugün Rusya’nın Karadeniz sahilindeki Soçi kentinde, güvenlik endişeleri ve siyasi tartışmalar ortamında başlıyor.
Sovyetler Birliği döneminde komünist liderlerin yaz tatillerini geçirdikleri Soçi, şimdi uluslararası kış sporları etkinlikleri için, çehresini değiştirmiş bulunuyor. Eski kent, toplam elli milyar dolara mal olan yollar, köprüler, oteller ve spor tesisleriyle kendisini yenilemiş durumda. Bu yeni yapılanmada Türk müteahhitlerinin de rol aldığını hemen ekleyelim...
Olimpiyat gibi büyük uluslararası sportif olaylar, buna ev sahipliği yapan ülkeye, maddi manevi, çok şey kazandırır. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2014 Kış Olimpiyatları’nın Soçi’de yapılması için yoğun çabalar harcamasının en önemli nedeni de (buz hokeyine çok düşkün olması dışında) bu avantajlardan yararlanmak arzusudur.
Putin önceki günkü bir konuşmasında bunu açıkça söyledi: Soçi’deki bu olay, SSCB’nin çökmesinin Rus milletinde yarattığı moral bozukluğunu giderecek, ona özgüvenle birlikte itibar kazandıracak...
Elli milyar dolarlık bir harcamayla yenilenen Soçi’de böyle göz kamaştırıcı bir şov sergilemenin amacı işte bu...
Herkes alarmda
Türk-Suriye sınırının güneyinde, yani Kuzey Suriye’de artık devlet otoritesi yok. Kaos var, birbirleriyle savaşan gruplar var, yeni oluşumlar, oldubittiler var...
Suriye’de Esad yönetimine karşı ayaklanma başladığında, Türkiye’nin desteğiyle kurulan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) sınıra yakın yerleri kendi kontrolü altına almaya başlamış ve rejime bağlı güçleri buraları terk etmeye zorlamıştı.
Ne var ki, muhalefet saflarındaki bölünmeler, radikal İslamcı grupların ortaya çıkmasına ve kendi hesaplarına eyleme geçmelerine yol açtı. Bu sefer farklı isimli cihatçı gruplar, sınıra yakın bölgeyi kendi kontrolleri altına almak için, silahlarını Esad’ın ordusuna karşı değil, ona karşı savaşan ÖSO’ya çevirdiler. Daha sonra da birbirlerine karşı...
Bu “savaş içinde savaş” sonunda halen sınır bölgesinde, IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti), El Nusra Cephesi, İslam Cephesi kendi varlıklarını oluşturdular. Bu arada Kürt PYD örgütü de üç “kanton”un özerkliğini ilan etti...
Alarm zilleri
Suriye krizinin başında Erdoğan hükümetinin hesabında bu beklenmedik gelişmeler yoktu. Özellikle son günlerde olup bitenler, Ankara’yı alarma geçirmiş durumda.
Hükümet yetkilileri şimdiden 2014’ün bir “Avrupa Yılı” olacağını söylüyorlar. Bundan kastedilen şey, özellikle AB ile yaşanan uzunca bir duraksamadan sonra, üyelik müzakereleri sürecini yeniden canlandırmak ve bu amaçla AB kurumlarıyla olduğu kadar üye ülkelerle de ilişkileri hareketlendirmektir.
Son haftalarda bu yönde önemli adımlar atıldı: Başbakan Tayyip Erdoğan Brüksel’e gidip Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu yetkilileriyle görüştü. Ardından Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, hükümetin davetlisi olarak Ankara’ya geldi. Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Roma’yı ziyaret etti. Şimdi de Başbakan Erdoğan Berlin’de...
Bütün bu gelişmeler, Türk diplomasisinin son 2-3 yılda geri plana ittiği Avrupa ile ilişkilerini yeniden öne çıkardığını gösteriyor.
Kuşkusuz bu bağlamda Almanya’nın önemli bir yeri var. Aslında Başbakan Erdoğan ile Sosyal Demokratlarla yeni bir koalisyon hükümeti kuran Şansölye Angela Merkel arasında dostane bir diyalog var. İki ülke arasındaki özellikle AB ile ilgili uyuşmazlıklara rağmen çeşitli alanlarda ilişkiler iyi gidiyor.
Başbakan’ın bu ziyaretinin gündeminde, Merkel başta olmak üzere yeni koalisyonun üst düzey yetkilileriyle görüşeceği
Siyasi bakımdan kutuplaşmış ülkelerde, kriz hallerinde taraflardan birinin zaferi, diğerinin mağlubiyeti sayılır. Uzlaşarak bir orta yol bulunursa, krizden kolayca çıkılır; aksi halde iki taraf da yenilmiş görünmemek için kendi pozisyonu üzerindeki ısrarını sürdürmeye çalışır ki bu da sonuçta ülkeyi çıkmaza sürükler...
Ukrayna’nın şu andaki durumu işte budur.
İki aydır başkent Kiev’de meydan ve sokaklara dökülenler, Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in istifasını istiyorlar. Üç yıl önce seçimle iş başına gelen Başkan’ın kesinlikle böyle bir niyeti yok.
İki aylık gerginlikten sonra, iki taraf da kendi temel pozisyonunu koruyor. Bu arada zaman zaman göstericilerle polis arasında çatışmalar çıkıyor, ölen ve yaralananlar oluyor.
Olaylar böyle tırmandıkça krizin bir iç savaşa dönüşmesinden korkuluyor.
Bir orta yol bulunmazsa ve uzlaşı sağlanamazsa, bunun ne galibi, ne mağlubu olacak, bütün millet bunun kahrını çekecek...