Yazık; bu kadar çaba -ve para- boşa gitti...
Türkiye’nin aylardan beri BM Güvenlik Konseyi’nde boşalacak koltuk için verdiği mücadele, umulan sonucu vermedi. Ankara 193 ülkenin temsil edildiği BM Genel Kurulu’ndaki oylamadan yenik çıktı.
Oysa Türk diplomasisi, prestijli konsey üyeliğini elde etmek için gerçekten olağanüstü bir performans gösterdi. Bu amaçla dünyanın en ücra köşelerine gidildi, Pasifik’te ismi bile duyulmayan Pasifik adalarının liderleri Türkiye’ye davet edildi, ihtiyacı olan Afrika ve Asya ülkelerine mali yardım yapıldı, vesaire...
Türkiye 2008’de de benzer bir gayretle konsey üyeliğini elde etmeyi başarmıştı. O zaman iktidar, bunu Türk dış politikasının bir zaferi olarak sunmuştu.
Peki, bu kez bu yenilgi neden?
Sırf talihsizlik mi?
Türkiye’nin esas geçiş noktası oluşturacağı “Güney Gaz Koridoru” (SGC) projesinin, Suriye’de IŞİD’in saldırısı altındaki Kobani kriziyle ne alakası var diyeceksiniz.
Doğru, iki olay arasında direkt bir ilinti yok, ama dünya platformuna bir sembol olarak çıkan Kobani’de olup bitenlerin, SGC girişini aksatabileceği kaygısı var.
Türkiye’de İngilizce yayımlanan Turkish Policy Quarterly” dergisinin önceki gün İstanbul’da yerli ve yabancı enerji uzmanlarının katılımıyla düzenlediği “Güney Gaz Koridoru için Kritik Kavşak” başlıklı bir konferansta dile getirilen en önemli görüşlerden biri bu...
***
Önce projenin özünü kısaca hatırlatalım.
AB Komisyonu’nun 5 yıl önce önayak olduğu bu girişim, Azerbaycan doğalgazını Türkiye üzerinden Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya’ya ulaştırmayı öngörüyor.
Toplamı 45 milyar dolara mal olacak olan bu boru hattının 1850 kilometresi Türkiye’de yapılacak. Hafta başında “koridor”un Türkiye bölümünün ihalesini 6 Türk şirketinin çoğunluğu oluşturduğu konsorsiyum kazandı.
İstanbul ve Moskova merkezli iki saygın düşünce kuruluşu, aylarca süren ortak bir çalışmadan sonra, Türk-Rus ilişkilerini farklı bir şekilde ele alan bir rapor yayımladı.
“Çalkantılı bir bölgede Rus-Türk İşbirliği Olanakları” başlıklı belge, önceki akşam İstanbul’daki “Global İlişkiler Forumu” (GİF) ile Rusya’daki “Carnegie Moskova Merkezi” (CMC)’nin ortak bir toplantısında kamuoyuna açıklandı.
Rapor son yıllarda ilişkileri büyük gelişme kaydeden Türkiye ile Rusya’nın, içinde bulundukları bölgelerdeki sorunlar ve çalkantılar karşısındaki durumunu inceliyor. Bu sorunların başında terör, aşırılık gibi tehditler, Ukrayna, Suriye, Arap-İsrail, Afganistan, Karabağ gibi anlaşmazlıklar yer alıyor.
Bu sorunlar karşısında Ankara ile Moskova’nın farklı görüşleri var. Ancak raporda belirtildiği ve İstanbul’daki toplantıya ekibiyle birlikte gelen CMC Direktörü Dmitri Trenin’in vurguladığı gibi, ikili ilişkilerin dinamikleri, bu çalkantılardan olumsuz etkilenme risklerini azaltıyor. Nitekim bölgesel sorunlarla ilgili farklılıklara rağmen, ilişkilerin iyi gittiği görülüyor.
Dolayısıyla, şimdi iki taraf da işbirliğini bu farklılıkların giderilmesine taşıyabilirler. Rapor bu konuda
İlk bakışta, Türkiye ile ABD arasında varılan mutabakat, “Suriye’de IŞİD’e karşı karada kim savaşacak?” sorusunu çözüyor. “Ilımlı Suriyeli muhalifler” Türkiye’de eğitilecek ve modern silahlarla donatılacak, ondan sonra da Suriye cephesine sevk edilecek...
Ancak kime karşı savaşacakları önemli. Türkiye’nin ısrarı üzerine, iki hedef belirlenmiş: Biri IŞİD, diğeri ise Esad rejimi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu buna “entegre strateji” diyor.
Ankara’nın bu krizin başından beri temel görüşü, IŞİD veya terör sorununun Şam’daki rejim son bulmadan halledilemeyeceği yönündedir. Türkiye ABD ile son müzakerelerinde de bu duruşunu savundu. “Ilımlı Suriyeli muhalifler”in hangi şartlarla kara savaşına hazırlanacağına dair varılan mutabakat, sonuçta Türk pozisyonunun kabul edildiğini gösteriyor.
***
Ankara’nın bu konudaki ısrarının çeşitli nedenleri var.
İktidar Esad’ı hedef almış durumda. Bu pozisyonun ilkesel olduğu kadar, duygusal, hatta kişisel yönleri var. IŞİD meselesi hükümete bu duruşunu uluslararası platformda savunmak fırsatını vermiştir.
Suriye’de IŞİD’i sadece hava bombardımanıyla saf dışı etmenin imkânsız olduğu konusunda herkes hemfikir.
Ama örgütü yok etmek için şart sayılan kara harekâtına girişmek konusunda ise herkes isteksiz.
Açıkçası, hiç kimse IŞİD’e karşı cepheye asker göndermeyi arzu etmiyor. Ne ABD, ne koalisyona dahil ülkeler ve ne de Türkiye...
Aslında herkes bunu bir “başkası”ndan bekliyor. ABD ve müttefikleri “Biz sadece hava operasyonlarına katılırız ama kara harekâtı, IŞİD’in direkt tehdidi altındaki bölge ülkelerinin sorumluluğu” diyorlar.
Bölgedeki Arap ülkelerinin IŞİD ile karada savaşmaya ne niyeti, ne de doğru dürüst gücü var.
Dolayısıyla, gözler Türkiye’ye çevriliyor. Batılı müttefikler arasında “Bu işi en iyi Türk ordusu yapabilir” diyenler var.
Türk diplomasisi günlerdir bu badirenin dışında kalmaya uğraşıyor. Kobani’deki acil durum karşısında, ABD başta olmak üzere koalisyon için öncelikli ve ivedi hedef, IŞİD’in karadan geri püskürtülmesidir. Ankara’nın bu konuda verdiği mesaj ise açık: Kimse Türkiye’nin Kobani’yi kurtarmak için tek başına bir kara harekâtına girişmesini beklemesin...
Ankara’da ABD ve NATO yetkilileriyle IŞİD konusunda dün başlayan müzakerelerde, Türkiye’nin masaya yatırdığı öneriler iki temel şart içeriyor. Birincisi, öncelikle Suriye sınırında uçuşa yasak bir güvenli bölgenin kurulması, ikincisi de IŞİD’e karşı savaşın daha geniş tutularak Esad rejiminin hedef alınmasıdır.
Türk liderlerinin özellikle Kobani’deki çatışmaların şiddetlenmesinden sonra çeşitli beyanlarında dile getirdikleri bu şartların ABD başta olmak üzere uluslararası camia tarafından kabul edilmesi şansı nedir?
Açıkçası, her iki konuda da tereddütler, hatta isteksizlik var. Ancak Türkiye’nin ısrarı üzerine artık bu konu NATO’nun ve koalisyonun gündeminde. Şimdi bu şartların ciddiyetle tartışılması süreci başlıyor.
Tereddütlerin nedeni
Türk sınırı boyunca Suriye hava kuvvetlerinin giremeyeceği bir tampon bölgenin kurulması, Ankara’nın öteden beri istediği bir şey. Özellikle mülteci akınından sonra bu hayati bir zorunluluk haline geldi.
Bu sırf Türkiye’nin isteğiyle olacak bir iş değil. Bu tür güvenli bölgeler ya ilgili devletin talebi veya onayıyla ya da BM Güvenlik Konseyi’nin kararıyla kurulabilir. Bu olayda Esad yönetiminin onayını vermesi söz konusu değil.
Türk Silahlı Kuvvet- leri’ne Suriye ve Irak’a sınır ötesi operasyon yapma yetkisini veren tezkerenin Meclis’ten geçmesinden sonra şimdi en çok tartışılan konu, hükümetin hududa yakın Suriye topraklarında bir güvenli bölge kurulması için ne yapacağıdır.
Sığınmacı akını böyle bir bölgenin oluşturulmasını zorunlu kılıyor. Ne var ki bunun uluslararası hukuka uygun şekilde gerçekleştirilmesi kolay değil. Ya BM Güvenlik Konseyi’nin buna yeşil ışık yakması ya da Suriye hükümetinin onayını vermesi şart. Oysa bunun ikisi de birbirinden zor seçenekler.
Ankara’nın güvenli bölge konusunda ısrarlı olmasının esas nedeni, kuşkusuz, Türkiye’yi zora sokan mülteciler meselesidir. Bunun yanı sıra pek dillendirilmeyen nedenler de var. Güvenli bölgeler, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de bir varlık göstermesini sağlayacak. Böylece Ankara Kürt oluşumunu ve ayrıca Esad rejimini daha yakından kontrol edebilecek.
***
Hükümet bu projeyi öncelikle ABD ile birlikte gerçekleştirmek istiyor.
Bayramdan hemen sonra Ankara’ya gelmesi beklenen üst düzey bir ABD heyetiyle yapılacak görüşmelerde bu konu masaya yatırılacak, Türk tarafı Amerikalıların desteğini sağlamaya çalışacak.
Açıkçası, şimdiye kadar
IŞİD ile ilgili gelişmeler Türkiye için bir yandan ciddi sıkıntılara ve risklere yol açarken, diğer yandan bölgede oynamak istediği rol bağlamında bazı yeni fırsatlar yaratıyor.
Sıkıntılar ve riskler malum: IŞİD Türkiye’nin iç ve dış güvenliği için bir tehdit oluşturuyor. Örgüt güçlerinin özellikle Kuzey Suriye’de Türk sınırına kadar ilerlemesi büyük bir endişe kaynağı. Bölgeden kaçanların Türkiye’ye sığınması, ülkenin karşılaştığı mülteci sorununu bütün boyutlarıyla daha da ağırlaştırıyor.
Ankara bu sorunlarla baş edebilmek için, IŞİD’e karşı oluşan koalisyon ile yakın işbirliği kurmak zorunda.
Ancak iktidar ABD başta olmak üzere, koalisyon ile birlikte hareket etmeyi taahhüt ederken, kendi görüş ve duruşunun da kabul edilmesini istiyor ve bu yönde yoğun çaba harcıyor.
Öyle anlaşılıyor ki AK Parti iktidarı, öteden beri benimsediği ve müttefikleri nezdinde savunduğu görüşlerini ve stratejisini hayata geçirmek için şimdiki ortamı bir fırsat olarak değerlendiriyor.
Hükümetin beklentisi, Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede koalisyona vereceği destek karşılığında, Suriye ve Irak’ta -ve hatta daha genel olarak bölgede- etkin rolü oynamak imkânını bulmaktır.
***